Basında
yer alan haberlere göre, Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyinin 5 daimi üyesinin (Amerika, Rusya, Fransa,
İngiltere ve Çin) Daimi üye olmayan Almanya’yla birlikte Cenevre’de İran’la
yürüttüğü müzakereler olumlu sonuç vermiş ve İran’ın nükleer faaliyetlerini
kısıtlayacak ve Amerika’nın ve diğer Batılı ülkelerin İran’a karşı yürüttüğü
yaptırımları hafifletecek bir antlaşmaya varıldığı, anlaşılıyor.
Gerçek
acaba böylemi? Batılıların istediklerimi oldu yoksa:
BM Güvenlik Konseyi 2006’dan beri
İran’ın nükleer programı konusunda altı karar kabul etti. Bu kararların
hepsinde İran’dan, barışçıl olduğuna ilişkin güven sağlanıncaya
kadar, nükleer programını “askıya alması” talep ediliyordu. Son
varılan Cenevre anlaşmasına göre, BMGK’nın beş daimi üyesi kendi aldıkları
kararın etrafından dolaştılar. Altı ay boyunca, İran’ın uranyum
zenginleştirme yapmasına onay verdiler. Böylece, BMGK kararlarının
delinebileceğini göstermiş mi oldular?
Daha net bir söylemle,ABD ve İsrail
İran’ın bütün uranyum zenginleştirme faaliyetlerin durdurmasını isterken bunu başaramamışlar
mıdır?.
Barışçıl amaçlarla kullanılmak şartıyla,
uranyum zenginleştirme, Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’na
göre her devletin hakkıdır. P5+1 İran’ın bu hakkını teslim ediyorlardı (zaten
Antlaşma bu hakkı veriyor), ama, pratikte uygulamasına karşı çıkıyorlardı.
Cenevre anlaşmasına göre, şimdi pratiğe de onay verdiler. İran,
zenginleştirilmiş uranyum stokunu arttırmamak kaydıyla, mevcut kapasitesini
kullanarak, zenginleştirme çalışmalarına devam edebilecektir.
Bu İran’ın lehine olan ve ileride çok
rahat kullanabileceği bir kazançtır.
Zaten,
Cenevre anlaşması, ileride varılacak kapsamlı bir anlaşmanın da genel bir
çerçevesini çiziyor.
İran’ın ilerideki uranyum zenginleştirme
çalışmalarının ihtiyaçlara göre karşılıklı anlaşma ile belirleneceğini
söylüyor. Yani, İran’ın nükleer tesislerinin tümüyle sökülmesi ve
çalışmalarının durdurulması artık gündemden düşmüş oluyor.
Sadece bu değil, İran’ın elindeki zenginleştirilmiş
uranyum stoklarını Türkiye üzerinden nükleer yakıta değiştirilmesi yolunda
Türkiye ve Brezilya tarafından 2010 yılında yapılan öneride aynı şekilde
gündemden düşmüş oluyor.
Bu önemli ilkesel kazançları
karşılığında, İran, genel hatları itibariyle, mevcut nükleer altyapısını ve
çalışmalarını altı ay süreyle genişletmemeyi, her hangi bir zorunluluk olmadan gönüllü olarak kabul
ediyor.
Yayılan iyimser havaya
rağmen, kapsamlı anlaşmaya varmak kolay olmayacak. Zira, İran’ın
batı ile sorunları yalnızca nükleer dosya ile sınırlı değil. Batı, İran’dan,
terörizme (Hizbullah, Hamas gibi) verdiği desteği kesmesini, İsaril'i tehdit
etmekten vazgeçmesini isteyecek
. İran ise, özellikle ABD’den, rejimini
tanımasını talep edecek. Bunlar kolay halledilebilecek konular değil.
Ancak, İran ve ABD bir nihai anlaşmaya
varırlarsa, bu, bölgede bütün taşların yerinden oynaması anlamına gelecek.
İran’ın bölgedeki eli rahatlayacak. Bu durum, özellikle körfez bölgesinde yeni
sorunların önünü açabilecek. Bölgede rahatlayınca, İran, “devrim ihracı”
politikasını yeniden döner mi, özellikle bizim dikkat etmemiz gerekecek.
O
nedenle, İran’ tahrik edecek “mezhepçi” dış politika anlayışını biran evvel
terk etmemizde hayati yararlar var.
Cenevre’de varılan geçici anlaşma hiç
olmazsa altı ay süre ile İran’a yapılacak bir askeri müdahaleyi gündemden
düşürüyor. Ancak, bu süre sonunda kapsamlı bir anlaşma ortaya çıkarılamaz ise,
bu defa müdahale olasılığı ciddi biçimde artacak.
Varılan anlaşma ile Batı, İran'ın
Suriye'ye aktif müdahalesini de zımnen kabul etmiş oldu. Nitekim, İran'ın 22
Ocak'da yapılacak ikinci Suriye konferansına davet edilebileceği konuşuluyor.
Dünde
basınında fıkra gibi bir haber vardı. Davutoğlu’nun son haftalarda aktif diplomasi
yürüttüğü ve taraflara uzlaşmaya varmaları telkininde bulunduğu ve Cenevre antlaşmasında katkısı olduğu izlenimi yaratılmaya
çalışılıyor.