27 Kasım 2013 Çarşamba

FIKRA GİBİ


Basında yer alan haberlere göre,  Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 5 daimi üyesinin (Amerika, Rusya, Fransa, İngiltere ve Çin) Daimi üye olmayan Almanya’yla birlikte Cenevre’de İran’la yürüttüğü müzakereler olumlu sonuç vermiş ve İran’ın nükleer faaliyetlerini kısıtlayacak ve Amerika’nın ve diğer Batılı ülkelerin İran’a karşı yürüttüğü yaptırımları hafifletecek bir antlaşmaya varıldığı, anlaşılıyor.
Gerçek acaba böylemi? Batılıların istediklerimi oldu yoksa:
BM Güvenlik Konseyi 2006’dan beri İran’ın nükleer programı konusunda altı karar kabul etti. Bu kararların hepsinde İran’dan, barışçıl olduğuna ilişkin güven sağlanıncaya kadar,  nükleer programını “askıya alması” talep ediliyordu. Son varılan Cenevre anlaşmasına göre, BMGK’nın beş daimi üyesi kendi aldıkları kararın etrafından dolaştılar.  Altı ay boyunca, İran’ın uranyum zenginleştirme yapmasına onay verdiler. Böylece, BMGK kararlarının delinebileceğini göstermiş mi oldular? 
Daha net bir söylemle,ABD ve İsrail İran’ın bütün uranyum zenginleştirme faaliyetlerin durdurmasını isterken bunu başaramamışlar mıdır?.
Barışçıl amaçlarla kullanılmak şartıyla, uranyum zenginleştirme, Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’na göre her devletin hakkıdır. P5+1 İran’ın bu hakkını teslim ediyorlardı (zaten Antlaşma bu hakkı veriyor), ama, pratikte uygulamasına karşı çıkıyorlardı. Cenevre anlaşmasına göre, şimdi pratiğe de onay verdiler. İran, zenginleştirilmiş uranyum stokunu arttırmamak kaydıyla, mevcut kapasitesini kullanarak,  zenginleştirme çalışmalarına devam edebilecektir.
Bu İran’ın lehine olan ve ileride çok rahat kullanabileceği bir kazançtır.
  Zaten, Cenevre anlaşması, ileride varılacak kapsamlı bir anlaşmanın da genel bir çerçevesini çiziyor.
İran’ın ilerideki uranyum zenginleştirme çalışmalarının ihtiyaçlara göre karşılıklı anlaşma ile belirleneceğini söylüyor. Yani, İran’ın nükleer tesislerinin tümüyle sökülmesi ve çalışmalarının durdurulması artık gündemden düşmüş oluyor. 
Sadece bu değil, İran’ın elindeki zenginleştirilmiş uranyum stoklarını Türkiye üzerinden nükleer yakıta değiştirilmesi yolunda Türkiye ve Brezilya tarafından 2010 yılında yapılan öneride aynı şekilde gündemden düşmüş oluyor.
Bu önemli ilkesel kazançları karşılığında, İran, genel hatları itibariyle, mevcut nükleer altyapısını ve çalışmalarını altı ay süreyle genişletmemeyi, her hangi bir zorunluluk olmadan  gönüllü olarak  kabul ediyor.  
Yayılan iyimser havaya rağmen,  kapsamlı anlaşmaya varmak kolay olmayacak. Zira, İran’ın batı ile sorunları yalnızca nükleer dosya ile sınırlı değil. Batı, İran’dan, terörizme (Hizbullah, Hamas gibi) verdiği desteği kesmesini, İsaril'i tehdit etmekten vazgeçmesini isteyecek
. İran ise, özellikle ABD’den, rejimini tanımasını talep edecek. Bunlar kolay halledilebilecek konular değil.
Ancak, İran ve ABD bir nihai anlaşmaya varırlarsa, bu, bölgede bütün taşların yerinden oynaması anlamına gelecek. İran’ın bölgedeki eli rahatlayacak. Bu durum, özellikle körfez bölgesinde yeni sorunların önünü açabilecek. Bölgede rahatlayınca, İran, “devrim ihracı” politikasını yeniden döner mi, özellikle bizim dikkat etmemiz gerekecek.
           O nedenle, İran’ tahrik edecek “mezhepçi” dış politika anlayışını biran evvel terk etmemizde hayati yararlar var.
Cenevre’de varılan geçici anlaşma hiç olmazsa altı ay süre ile İran’a yapılacak bir askeri müdahaleyi gündemden düşürüyor. Ancak, bu süre sonunda kapsamlı bir anlaşma ortaya çıkarılamaz ise, bu defa müdahale olasılığı ciddi biçimde artacak.
Varılan anlaşma ile Batı, İran'ın Suriye'ye aktif müdahalesini de zımnen kabul etmiş oldu. Nitekim, İran'ın 22 Ocak'da yapılacak ikinci Suriye konferansına davet edilebileceği konuşuluyor.
            Dünde basınında fıkra gibi bir haber vardı.  Davutoğlu’nun son haftalarda aktif diplomasi yürüttüğü ve taraflara uzlaşmaya varmaları telkininde bulunduğu ve Cenevre  antlaşmasında katkısı olduğu izlenimi yaratılmaya çalışılıyor.