19 Temmuz 2015 Pazar

SEN ÇOK YAŞA TAYYİP BEY

Tayyip Bey, geçtiğimiz hafta başında “Ben hiç Anayasal Sınırlarımın dışına çıkmadım” demişsiniz.
Aman Beyefendi bağlı kalacağınıza yemin ettiğiniz Anayasayı çiğnemediğiniz an mı oldu?
“Uygun bir savcı arıyoruz” cümlesi zatıâlinize ait değil mi?
Başbakanlar, ülkeyi yönetenler kendilerine uygun savcılar aramazlar. Suç olduklarına inandıkları konular varsa suç duyurusunda bulunurlar.
Kendilerine uygun savcı bulup, düzmece belgelerle dava açtırıp, “Ben bu davanın savcısıyım” cümleniz çok mu hukuka, Anayasaya  ve yasalara uygundu?
Yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını ortadan kaldırdıktan sonra, düzmece delillerle insanları zindanlarda çürütmek anayasal bir görev mi idi sizin için?
Başbakan olduğunuz dönemde bir TBMM oturumunda Başkanlık Kürsüsünde oturan ve TBMM manevi şahsiyetini temsi eden Meclis Başkanı’na, muhalefetin sataşmalarına kızarak “Sen mı susturacaksın, ben mi susturayım?” sözünüz adaba ve Meclis içtüzüğüne uygun muydu?
Atatürk’ün vasiyetini çiğneyerek, Atatürk orman çiftliği arazisi içinde, uygar ülkeler açısından bakarsanız, görüsüzce, hukuka aykırı bir binanın yaptırılmasına emir vermeniz, hukuka uygun mudur?
 Bir başka ülkenin içişlerine karışarak, Türkiye’nin ulusal çıkarlarına aykırı bir şekilde o ülkede anarşik bir ortamın doğmasına ve o ülkenin parçalanmasının önünü açmak, gerek uluslararası hukuka gerekse anayasa ve yasalara uygun mu?
Cumhurbaşkanı seçildiğiniz anda partinizle ilişkinizin kesilmesi bir anayasal zorunluluk iken, bunu hiçe sayarak, mazbatayı geç alıp o tarihe kadar hem de seçilmiş Cumhurbaşkanı olarak AKP’nin şekillendirilmesi uygulaması ile uğraşmanız Anayasaya uygun muydu?
Cumhuriyetin temel değerlerine savaş açmanız, hem milletvekili ve hem de Cumhurbaşkanı olarak koruyacağınıza yemin ettiğiniz Anayasaya uygun mudur?
Cumhurbaşkanı sıfatınızla “Ben alışılmış bir Cumhurbaşkanı olmayacağım” demek ne anlama geliyordu?
Sizden evvel bu makamı işgal eden zevat Anayasanın çizdiği sınırlar içinde kalarak hata mı etmişlerdi?
Cumhurbaşkanı olarak, tarafsızlığınızı çiğneyerek, devletin bütün imkanlarını kurucusu olduğunuz AKP’nin 2007 seçimlerinde sizin istediğiniz sonucu alıp, tek adamlığınızın önünü açması için olağan üstü çaba sarf etmediniz mi?
Tutum ve davranışınız bir Cumhurbaşkanının tutum ve davranışına hiç benziyor muydu?
Dört yüz millet vekilini kimin için istiyordunuz, CHP için mi? MHP için mi?
AKP lehine seçim çalışması yaparken düzenlediğiniz, insanların aklıyla alay edercesine, “Halkla Buluşma Toplantıları” diye nitelediğiniz mitingleri devletin kasasından yapmak siyasi etiğe ve yasalara uygun mudur?
Seçim çalışmaları sırasında muhalefet partilerini ve onların liderlerini şahsen hedef alıp suçlamak, ettiğiniz yemine uygun mudur?
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde iki  Cumhurbaşkanı destekledikleri siyasi partiler için açıktan oy istemişler ve fakat ikisi de sonunda hüsrana uğramışlardır.
Biri rahmetli Kenan Evrendir, biri de sizsiniz.
Hayat insana her gün bir şey öğretiyor, ta mezara kadar.
Yazımın başında da belirttiğim gibi “Ben hiç anayasal sınırlarımın dışına çıkmadım” demişsiniz ya, hakikaten çok güldüm.
Tayyip Bey siz beni güldürdünüz Allah’ta sizi güldürsün.

NOT: Değerli Aydınlık okuyucuları, yayın Yönetmenimizin de izniyle, bir hafta yokum. 27, 30 Temmuz ve 3 Ağustos yazılarımı yayınlayamayacağım. Esen kalın her şey gönlünüzce olsun 

15 Temmuz 2015 Çarşamba

TEŞEKKÜR EDERİM AMA YETERSİZ.

13 Temmuz günü CHP İstanbul İl başkanı Murat Karayalçın ile İlgezdiler, Kartal Adliyesine giderek kendileri hakkında suç duyurusunda bulunmuşlar.
Bunun üzerine görüştüğüm bir CHP yetkilisi, bu işlemi benim “Genel Başkan Ne Yapmalıdır” başlıklı yazım üzerine Kılıçdaroğlu’na benim yazımdan da söz ederek başlattıklarını söyledi.
Duyarlılıkları nedeniyle kendilerine teşekkür ederim.
Teşekkür ederim ama yapılan işlem yetersiz.
Öncelikle CHP Yönetiminin, bu Belediye Başkanı ve Milletvekili olan eşinin, haklarındaki soruşturmalar bitinceye kadar üyeliklerini  askıya alması gerekirdi.
Geçmişte CHP’de bunun iki örneği var. Gaziantep önceki Belediye Başkanlarından Celal Doğan ve Esenyurt Belediye Başkanı Gürbüz Çapan’ın üyelikleri askıya alınmıştı.
Onun için Milletvekili ve Belediye Başkanı hakkında öncelikle bu yöntemin uygulanması gerekir.
Vergilendirilmiş kazanç kutsaldır. Bu nedenle İlgezdi hangi yıl ne kadar vergi verdiğini açıklamak zorundadır.
Normal sıradan bir vatandaştan bu istenmeye bilinir, ama hakkında şaibe oluşmuş bir siyasetçinin bunu açıklaması temiz siyaset için şarttır.
Bayan İlgezdi, kartal Adliyesi çıkışında, 21 yaşından beri 657 sayılı yasaya tabii devlet memuru olduğunu, ama bu arada mesai saatleri dışında da mesleğini icra ettiğini söylemiştir.
Bu mesai dışı çalışmalarından elde ettiği paraları vergilendirmiş olması gerekmiyor mu?
Vergilendirdiyse hangi vergi dairesine ve kaç lira vergi vermiştir.
Basında yer alan haberlerde, bazı dairelerin Bayan İlgezdi’ye “HİBE” yoluyla devir edildiği yer almıştır.
Bunlar doğrumudur, yalan mıdır?
Bunun için İlgezdilerin kendileri ile ilgili  Savcılığa suç duyurusunda bulunmanın yanında, yazılanlar eğer gerçek dışı ise, gecikmeksizin bu yayın kuruluşları hakkında tazminat davaları açmaları gerekir.
Eğer haklarında yazılanlar gerçek dışı ise, yani kendilerinin söylemi ile “tertemiz” iseler yapılması gereken budur.
Geçtiğimiz günlerde facebook sayfamda Kemal Kılıçdaroğlu’nun kızının aldığı daire ile ilgili olarak aynen şunu yazdım. “Kılıçdaroğlu’nun kızının aldığı ev konusunda bağrışın çağrışın önünü kesmek çok kolay. 1-Niye İlgezdilerin rezidansından ev aldınız, 2-Hangi banka hesabından hangi hesaba kaç lira transfer ettiniz,3-Paranın kaynağı kalem kalem açıklanır olur biter” dedim.
Bir kısım yardakçı troller çirkin saldırılarda bulundular.
Benim yazdıklarıma benzer şeyleri Sözcü Gazetesi’nin deneyimli yazarı Necati Doğru, Hürriyet Gazetesinden Ahmet Hakan ve dünde Milliyet’te Melih Aşık da yazdılar.
Bir gazetede de, Kılıçdaroğlu’nun yine aynı kızının Bilgi Üniversitesinde “Burslu” okuduğu yazıldı.
Doğrumu değil mi bilinmez.
Biz yıllarca Tayyip Bey’in kızının iş adamı amcaları tarafından burslu okutulduğunu eleştiri konusu yaptığımıza göre, Kemal bey’in bu konuya da bir açıklık getirmesi gerekir.
Örneğin öğrenci sınavı burslu kazanmıştır. Buna sadece bravo denir, yok öyle değilse bunun nedeninin açıklanması gerekir.
Meclis araştırmasından önce, yukarıda belirttiğimiz basit açıklamalar yapılırsa, hem parti ve hem de Kılıçdaroğlu kendisi rahatlar.
Nasıl davranılmasına dair örnekler var.
İşte sadece iki tanesi.
İsmet Paşa, Cumhurbaşkanı iken Sümerbank’ın bir fabrikasından aldığı kumaş yıllarca sonra DP’liler tarafından eleştiri konusu yapılınca, arşivinden çıkarttığı kumaşın bedelinin ödendiğini gösterir faturasını Meclis’e sunmuştu.
10. Cumhurbaşkanı Sayın Ahmet Necdet Sezer, Cumhurbaşkanlığı görevinde bulunduğu sırada, Sadet Partisi Konya Milletvekili  Lütfi Yalman’ın, Sayın Sezer’in şimdi oturduğu evi ile ilgili  soru önergesi üstüne, banka hesaplarına kadar dökerek, kendisinin ve öğretmen olan eşinin gelirlerini son meteliğine kadar belirtip, kaç yıl kendi evinde ve lojmanda kira vermeden ve vergisi son meteliğine kadar ödenmiş kira gelirlerini tek tek anlatılarak, üç çocuğunun sadece bir tanesinin orta öğretim dönemi dışında devlet okullarında ve devlet üniversitelerinde okuduğunu belirten bir basın açıklaması yapmıştı.
İşte devlet adamları böyle davranır.
NOT: Bütün Müslümanların  ramazan bayramını en içten duygularla kutlarım. 

12 Temmuz 2015 Pazar

EFELER DİYARININ ÇOCUKLARI


Yılmaz Özdil Pazar günü Sözcü Gazetesinde Türk sporunun iki efsane  ismi, iki erdem sahibi yöre çocuğunu, rahmetli Metin Oktay ve Mustafa Denizliyi anlatmış.
İkisi de bu yapılan övgüye gerçekten layıktırlar. Bakın rahmetli Metin Oktay öleli kaç yıl oldu, hala  saygıyla anılıyor. Mustafa Denizli’de başarılı bir spor adamı olmanın yanında ciddi bir entelektüel olduğu onu tanıyanlar tarafından anlatılır.
Bende bugün sizlere bir başka İzmirliyi, bir başka efsane siyaset ve spor adamını anlatmaya çalışacağım.
Notları bana değerli bilim adamı dostum Prof. Dr Metin Kale gönderdi.
1923-1950 arasında tam 27 yıl Milletvekilliği yapmış, bu süre içinde, Maliye Milli Eğitim,Adalet,Dış işler Bakanlıkları, Başbakanlık ve iki yılda TBMM Başkanlığı yapmış Cumhuriyete kanat gerenlerden ve  Atatürk’ün devrim arkadaşlarından Şükrü Saraçoğlu.
Bu 27 yıl içinde, Ödemiş’te sadece bir yayla evi sahibi olabilmiş.
Siyasette emekli olduktan sonra Ankara’dan ayrılıp İstanbul’a yerleştiğinde Nişantaşı’nda bir kira evine taşınıyor.
Şimdikilerin İstanbul’da kendilerine saraylar yaptırdığı düşünülürse aradaki fark ortaya çıkı veriyor.
Koyu bir Fenerbahçeli ve futbol tutkunu olan Saraçoğlu, Başbakanlığı döneminde iki oğlunu ve kayın biraderini futbol maçlarına bilet alarak götürüyor veya gönderiyordu.
Emekli ve yaşlı halinde, Fenerbahçe’nin maçlarını seyretmek için, sade bir vatandaş nasıl Nişantaşı’ndan Kadköy’e gidiyorsa, o da öyle gidip, sıraya grip biletini alıp stada giriyordu.
Bu sıraya grip bilet alarak maç seyir ettiği  stadyumu, Fenerbahçe’ye 17 yıllık Başkanlığı  dönemde  armağan etmiş insandır.
Adı, Fenerbahçe stadyumuna, ölümünden kırk beş yıl sonra 22 Temmuz 1998 tarihinde bir vefa borcu olarak verilmiştir.
Hakkında yolsuzluk yaptığına, rüşvet yediğine dair, bugüne kadar  en küçük bir söylenti olmamıştır.
Başbakanlığı döneminde Hukuk Fakültesinde okuyan oğluna geçmez not veren ünlü Prof. Hirch’e Lozan’ın diplomatik zaferinin kutlandığı bir 24 Temmuz günü, Ankara Hukuk Fakültesinde düzenlenen ve devlet ileri gelenlerinin katıldığı bir törende, gözünün takıldığı Prof. Hirche gidip, -dikkat edin yanına çağırmıyor-, o hocanın yanına gidip “Çok teşekkürler, Sayın Profesör, oğluma ne yapması gerektiğini en nihayet gösterdiğiniz için. Sonbahardaki ikmal sınavında sizi hayal kırıklığına uğratmayacak, emin olabilirsiniz. Bir kere daha yürekten teşekkürler” der.
Tören bittikten sonra Dekan Profesör Hirch’e ne olduğunu sorar. Hoca, Dekan’a “Başbakan benim kendisinden beklediğim tepkiyi gösterdi. Çünkü beni buraya getiren kendisidir ve bunu belli bir amaçla yapmıştır. Ve benim davranış biçimimden, Türkiye Cumhuriyetini çağdaş uygarlık seviyesine çıkarma çabalarını son derece ciddiye aldığını anladım” dediği anlatılır.
Bu anekdotun önemi, faşist olmakla suçlanan Saraçoğlu hakkındaki yorumun İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazilerin ırkçı şerrinden kaçıp Türkiye’ye sığınan Alman Yahudisi olan Profesör Hirch tarafından yapılmasıdır.
O dönemin siyasetçilerine bakın, haklarında kendilerine ve yakınlarına çıkar sağladığı iddiası hiç olmamıştır. 
Cumhuriyet, bu insanların omuzlarında yükselmiştir. Onun için namus, onur, ahlak gibi kavramların aşınmaması için en büyük çabayı sarf etmesi gereken kişiler Cumhuriyet Halk Partilerdir.
Bizleri en çok rahatsız eden konu, buralardan geldikten sonra, Türk siyasetindeki yozlaşmadan ve kirlenmeden ötürü, batılı siyasetçilere imrenir hale gelmemizdir.
Nitekim rahmetli Saraçoğlu ile aynı dönemin, aynı idealin savunucusu olan, büyük hukuk devrimcisi  Mahmut Esad Bozkurt öldüğü zaman cebinden 5 “yazı ile de beş” lira çıkmıştır.
Şimdikilerden biri, Allah geçinden versin ölürse, mirasçıları veraset intikal vergisini ödemek için çok çaba sarf ederler.
Bu yazılanlardan ötürü aynaya bakıp da yüzü kızaranlar olur mu?
Hiç zannetmiyorum.





8 Temmuz 2015 Çarşamba

GENEL BAŞKAN NE YAPMALIDIR?


CHP gibi geçmişinde kendi belediye başkanları hakkında inceleme başlatmış ve partiden ihraç etmiş, İSKİ olayında olduğu gibi bir belediye üst düzey görevlisini kendisi yargıya teslim etmiş bir partidir.
Bu nedenle Ataşehir  Belediye Başkanı ve onun Milletvekili olan eşinin mal varlığı ile ilgili dedikodulara sessiz kalamaz.
Şimdi bir kısım aklı evvel çıkıp, sanki yolsuzluğun, hukuksuzluğun üstünü örtmenin nedeni olabilirmiş gibi, “Canım AKP’li Belediyelerde neler oluyor” diyeceklerdir.
Bu CHP’nin kirletilmesinin, pisliğe batmasının gerekçesi olamaz.
İstanbul 1. Bölge 1. Sıradan Milletvekili seçilen, seçilmeden önce  devlet memuru olan Gamze İlgezdi’nin servetini yandaş medya diline dolamış durumda.
Hatta ima yoluyla da olsa, Genel başkanın bu yolsuzluk iddialarının üstüne gitmemesinin gerekçesi olarak da, kendisinin ve eşinin akrabalarının Ataşehir Belediyesinde işe alınmış olmaları, damadının ve Özel Kalem Müdürünün de bu tartışma konusu yapılan binalarda daire sahibi oldukları konusundaki  söylentiler gösteriliyor.
CHP geçmişinde kendi partisinin Belediye Başkanını hakkındaki iddialar üstüne, partililerden müfettiş heyeti oluşturarak soruşturmuş, sonunda ihraç etmiş bir partidir.
Ondan daha evvelde,  şimdi yapılan yolsuzlukların yanında, söylenen paralarla mukayese edildiğinde “çerez parası” olarak nitelenebilecek bir meblağ için,kendi tayin ettiği İSKİ Genel Müdürü’nü hapse girinceye kadar  işin peşini bırakmamış bir partidir.
Hani şimdilerde bazı küstah ve şımarık gazetecilerin ekranlarda, köşelerinde ve sosyal medyada yerden yere vurmaya çalıştıkları Deniz Baykal, kendisi ve yakınları hakkında bu tip yapılan haberlerle ilgili olarak, önce halkın önüne çıkar, kamuoyunu tatmin edici açıklamalar yapar, müfterileri ispata davet eder ve  “geciktirmeksizin” de yargıya başvururdu.
Tabii bunu kendinden emin olduğu için yapardı.
Hemen bu arada şunun da altını çizelim CHP servet ve mülkiyet düşmanı değildir.
Hakkıyla vergilendirilmiş kazancın kutsal olduğuna inanır. Onun için alın teri ile çalışılıp kazanılmış zenginliğe de saygı duyar.
Ama ölçüsü, kazanılan paranın temiz olmasıdır.
O bakımdan şimdi yapılması gereken, bu imar pisliklerine hiç bulaşmamış, geçmişinde şaibe, mahkemelerde bekleyen dosyası olmayan, dürüst insanlardan oluşan üç kişilik bir parti heyeti kurarak İlgezdi’lerle ilgili tüm iddiaları soruşturmaktır.
Kılıçdaroğlu’nun kendisinin, damadının ve özel kalem müdürünün kendilerin zan altında bırakan haberlerle ilgili olarak kamuoyunu tatmin edecek açıklamalar yapmaları gerekmektedir.
Damad bey ve Özel Kalem Müdürü o gayrimenkulleri aldılar ise; nasıl aldıklarını, ne kazanıp ne kadar vergi ödediklerini, miras kaldıysa onu, eşlerinin ailesi mi zenginmiş bunu açıklamaları lazımdır.
Piyango, loto da çıkmış olabilir, ama yanlış hatırlamıyorsam bir eski Başbakan’ın yaptığı gibi “Annemin çıkınından çıkan altınlardan aldık” demesinler, inandırıcı olmadığı gibi komikte oluyor.
Kamuoyunu tatmin edici açıklamalar yapılmazsa, insanlar seçim öncesi “Devri sabık yaratmayacağız” sözünün  sebebinin bu tür olaylar olduğunu düşünmeye başlarlar.
Bilindiği üzere siyasette ve kamu yönetiminde kirlenme toplumuzun kanayan bir yarasıdır.
Yolsuzluk, rüşvet, görevi ihmal ve kötüye kullanma , kayırmalar (eşi dostu, hısım ve akrabayı işe yerleştirme) ile mücadele CHP’nin genlerinde vardır.
Bu nedenle Genel Başkan kendisinden önceki Genel Başkanın yaptığı gibi, iddialarla ilgili soruşturma açtırmalı ve iddiaların gerçek olmadığına inanıyorsa yargıya taşımalıdır. Eğer bu iddiaları yargıya taşımıyorsa/taşıyamıyorsa kendisi de şaibe altında kalır.
Bunu yapmak zorundadır. Zira; temiz siyaset ilkeleri eksiksiz yaşama geçirilmediği sürece dürüst yönetim sağlanamaz.
İddialar vahimdir,muhatapları tarafından  basit açıklamalarla geçiştirilemeyecek boyutlardadır.
17-25 Aralık yolsuzluk olaylarında dillendirilen rakamlar burada konuşulanlardan çok daha büyük olabilir. Bu hiç önemli değildir. Bu iddialar, kamuoyunda, yarın ellerine imkan geçtiğinde çok daha büyüğünü yaparlar düşüncesini yaratır.
Bu nedenle, önce “kendi devri sabıkımızı yaratacağız ki; toplum bize inansın ve saygı duysun.






  

5 Temmuz 2015 Pazar

KİM, KİMİN KOLTUK DEĞNEĞİ?


Siyasi partiler, siyasi iktidarı demokratik yoldan ele geçirip, belli bir programı uygulayarak, toplumu yönetmek üzere örgütlenmiş, demokratik siyasal hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır.
Yani siyasi partilerin hedefi programını uygulayabilmek için iktidar olmaktır.
Parti seçmenleri de seçimlerde sandığa gidip oy kullanırken, partisini iktidar yapmak için oy verir.
Son seçimlerde bunun tek istisnası HDP idi. O etnik siyaseti ön plana çıkartan bir parti olduğu ve her ne kadar “Türkiye Partisiyiz” deseler de, büyük kitleleri buna inandıramadıkları ve terör örgütüyle de ilişkilerini kesemedikleri için onların hedefi barajı aşmaktı. Bunda da başarılı oldular.
Ama diğer partilerin hedeflerinin iktidar olması gerekirdi.
Bu anlamda baktığınız zaman iktidar hedefi olması gerekirken böyle bir hedefi olmayan tek partinin CHP olduğu görüldü.
CHP Genel Başkanı, Sözcü Gazetesi yazarları ile seçim öncesinde bir araya geldiğinde, kendisine yöneltilen iktidar beklentisi olup  olmadığı şeklindeki soruya verdiği cevapta, iktidar beklemediğini söylemişti.
Son dönemlerde Türkiye’de hiçbir siyasi parti böyle yolsuzluk pisliğine batmış, liderinin diktatörleşme arzusu nedeniyle yıpranmış, toplumun tepkisini çeken bir iktidarla yarışma şansına sahip olmamıştı.
Ama buna rağmen 7 Haziran seçimlerinden sonra CHP Genel Merkezi önünde çok trajikomik bir olay yaşandı.
 HDP’nin  barajı geçmesi nedeniyle,  AKP’nin Mecliste mutlak çoğunluğu kaybetmesinin sevinci kutlandı.
Yani bir başka partinin başarısı kutlandı.
Hedefi iktidara gelmek olması gereken bir ana muhalefet partisinin içine düştüğü bu durum gerçekten trajikomiktir.
Şartların bu kadar lehte olmasına rağmen, Y-CHP yöneticilerinin oyun kurma ve ufkun ötesini görme yeteneklerinin  olmadığı açıktır.
Cumhurbaşkanlığı seçiminde bile basit bir matematik hesap yapıp, ilk tura kendi adayı ile girmeyi düşünmekten aciz kadrolara parti yönettirilir mi?
Günlük gazeteyi okuyup anlayabilen herkes, iki turlu seçimlerde ilk tura partilerin kendi adayları ile girmesi gerektiğini bilir.
Bunu yapmayıp,  toplumun hiç tanımadığı, Cumhuriyet Halk Partisi’ne hiç yakışmayan bir adayı, hiç kimseye danışmadan, yetkili kurullarından geçirmeden, emrivaki ile çatı adayı olarak açıkladıktan sonra, birde üzerine   “Tıpış Tıpış gidip oy vereceksiniz” diyerek, milyonlarca CHP’liyi rencide edenlerin CHP’yi yönetmeye hakları yoktur.
Böylece üç milyona yakın CHP’linin sandığa gitmemesini de sağlayarak Tayyip Erdoğan’ın ilk turda seçilmesinin önünü açanların, o koltuklarda oturmaya hakları olabilir mi?
Siz bunları yaparak Tayyip Erdoğan’a koltuk değneği olmadınız mı?
Şimdi siz, MHP’yi Meclis Başkalığı seçiminde Deniz Baykal’a son turda oy vermediği için AKP’ye koltuk değneği/ stepne olmakla nasıl suçlayacaksınız?
Bu kadar olumlu şartlara rağmen partinizi seçimlerden birinci parti olarak çıkartamayacaksınız, sonrada siyasal yetersizliğinizin faturasını başkalarına çıkartacaksınız.
Partinizi seçimlerde birinci parti yapamayacaksınız, Meclis Başkanlığı seçiminde MHP’den ve HDP’den medet umacaksınız.
Onlardan umduğunu bulamadığınız zaman da MHP’yi suçlayarak “AKP’ye çok yakıştınız” diyeceksiniz.
Siz MHP’nin çatı adayının üstüne atladığınız zaman MHP’nin stepnesi olmamış mıydınız? Tayyip Erdoğan’ı ilk turda seçtirmemiş miydiniz?
Siz, Partinin Genel başkan Yardımcısı “Ben ve yakın çevrem HDP’ye oy verdik” dediği zaman, Amerika alınır, rahatsız olur diye işlem yapamayacaksınız, sonra başka bir partinin sizin adayınızı desteklememesini eleştiri konusu yapacaksınız.
Seçim sonuçları ortaya çıkınca HDP’lilere gidip, “Beraberce hallettik” diyen hanımefendiyi onurlandırmak için Meclis Başkan Vekilliğine aday göstereceksiniz.
 Sonra da MHP’yi suçlayacaksınız.
Maazallah ya  doğrudan yada  dolaylı AKP-HDP koalisyonu kurulursa o zaman ne diyeceksiniz.
MHP’liler de çıkıp “Kürt siyasal hareketine destek vermek size çok yakıştı , etnik ve dinsel bölünmeler demokratik çok partili sistemin arkasına gizlenir, siz bunu bile bilemiyorsunuz” derlese, ne diyeceksiniz?



1 Temmuz 2015 Çarşamba

LÜBNANLAŞMA


  Kulağa hoş ve zararsız gelen “Türkiye’nin renkleri”, “farklılıklar zenginliğimizdir”,”Türkiye’nin etnik ve mezhepsel mozaiği” gibi sözler, emperyalistlerin parçalamak istedikleri ülkelerde, bilerek veya bilmeyerek kendilerine hizmet edenlerin kullandıkları sözcüklerdir.
Bu sözcükler Türkiye’de Büyük Kürdistan Projesinin daha doğru bir söylemle Sevr’in hayata geçirilmesi için düğmeye basılmasından sonra özellikle de numaralı Cumhuriyetçiler ve bölücüler tarafından kullanılmaya başlanmıştır.
Yeni dönem TBMM’nin oluşumu için de benzer değerlendirmeler siyasiler ve basının içinde yer alan numaralı Cumhuriyetçiler ve bölücüler tarafından da sıkça dile getiriliyor. Milletvekili seçilenlerin liyakati değil, adayların “Ermeni”, “Roman” nitelikleri ile kamuoyuna sunuluyor.
Sadece bu nitelikleri ön plana çıkartıldığına göre, bu kişiler “Ermeni” veya “Roman” olmasalardı, milletvekili olmaya layık değiller miydi?
AKP bir adım daha ileri giderek seçim beyannamesinde “……..Milletimizin teveccühüyle hazırlayacağımız özgürlükçü ve insan odaklı yeni anayasa ile…….toplumsal farklılıkların siyasal temelinin sağlandığı….yeni bir siyasal sisteme geçebiliriz” e yer verdi.
Beyanname, mevcut anayasanın çizdiği siyasal sistemin değiştirileceğini açıkça söylüyor. Bu yeni sistemde,  toplumsal farklılıkların “siyasal temsili” sağlanacakmış.
Bu neyi getirir hiç düşündünüz mü?
Bu, ulus devletin Lübnanlaşmasını, yani kültürün kültüre,ırkın ırka karşı geldiği bir gerilim ve çatışma ortamını yaratır. 
Temel talepleri bu yönde olduğu için buna elbette HDP’den bir tepki gelmesi beklenemezdi, ama diğer partilerden de bir tepki gelmedi.
Böyle bir yapılanma derin bölünmelere neden olur. Bu durum emperyalist güçlerin müdahalesine açık,  toplumsal ayrışmayı getirir.
Anayasanın, “Milletin bölünmezliği” ilkesini görmezden gelerek seçim öncesinde, “Kürt siyasal hareketinin parlamentoda temsili önemlidir” diyenler, bu söylemleriyle etnik temelde  siyaset yapılmasına yeşil ışık yakarak, bilerek veya bilmeyerek AKP’ye, ayrılıkçılara ve Sevr beklentisi içinde yaşayanlara destek vermiş oldular.
Diğer bir söylemle Lübnanlaşmaya, Balkanlaşmaya bilmeden de olsa destek vermiş oluyorlar.
Demokratik sistemlerin parlamentolarında temsil, etnik, mezhepsel, dinsel farklılıklar zemininde değil, siyasal fikirler zeminin de oluşur. Din, mezhep, etnisite gibi toplumsal farklılıklar etrafında   siyasi temsil teşvik edilirse, öyle bir düzene demokrasi denemez. Böyle ayrıştırılan bir ulus barış içinde yaşayamaz.
İşte bu Lübnanlaşmayı getirir.
Lübnan parlamentosundaki sandalyeler, Hıristiyanlar ve Müslümanlar arasında eşit olarak bölünmüştür.Hıristiyanların ve Müslümanların içindeki alt inanç gruplarına da (toplam 18 dinsel/mezhepsel grup) sabit sayılarda sandalye kotaları ayrılmıştır. Keza bazı üst düzey siyasi görevler de belli inanç gruplarına tahsis edilmiştir.
Bu kadar bölünmüşlük Lübnan’ı, 1975-1990 arasında  15 yıl süren bir iç savaşa sürükledi. Her dinsel/mezhepsel topluluk kendi dar çıkarları peşinde olduğundan, yapılan seçimler sonrası hükümet kurulması bile aylarca  süren çabaları gerekli kılıyor. Bazı dinsel gruplar kendilerini savunabilmek için silahlı  milisler oluşturmuş durumda. Ülkedeki iç barış bıçak sırtında duruyor. Mevcut yapı, Lübnan’a yabancı müdahalesini de davet ediyor.
Bu Orta Doğu coğrafyasında karışık etnik, dinsel, mezhepsel yapıyı ve  bunun ortaya çıkardığı sonuçları görünce, Cumhuriyeti kuranların “Laik Ulus Devlet” modelini neden benimsediklerini anlamak kolaylaşıyor.
Türkiye elbette yarın Lübnan olmayacaktır.
Ancak Lübnan, ulus devlet ve laiklik temellerinin zayıflatılarak “farklılıklarının” altının çizilmesi aymazlığının sürdürülmesi halinde varılacak yeri gösteren canlı örneklerden birisidir.
Bu sonuç bizi, etnik-dinsel, mezhepsel ölçeklerde bölünmüş toplum tiplerinde, laik, liberal siyasal ve toplumsal temsil sisteminin ve ulusal ölçekli devlet modelinin gerisine götürür.




,