30 Kasım 2014 Pazar

SULTAN ERDOĞAN’IN BÜYÜK PLANI

Bu söz bana ait değil ünlü Alman Dergisi FOCUS’un 27 Kasım günü internette yayınladığı uzman görüşlerini aktardığı yazısının başlığı.Geçtiğimiz hafta Recep Tayyip Erdoğan  İslam İşbirliği Teşkilatı’na bağlı İSEDAK’ın İstanbul’daki toplantısında batıyı kast ederek yaptığı konuşma nedeniyle bu başlık atıldı.

“…..(bölgeye) Dışarıdan gelenler İslam coğrafyasının petrolünü seviyorlar, altınlarını seviyorlar, elmaslarını seviyorlar; ucuz işgücünü, çatışmalarını, kavgalarını, anlaşmazlıklarını seviyorlar. İnanın bizi sevmiyorlar. Dışarıdan gelip yüzümüze dost gibi görünenler bizim, çocuklarımızın ölüsünü seviyorlar. Buna daha ne kadar tahammül edeceğiz?.....“Aynı konuşmasında Amerika’nın keşfine ilişkin iddiası hakkında da şunları söyledi.

"….Bilimsel gerçeklere dayanan bu tezi sadece tekrar ettiğim için Batı medyası tarafından, aynı zamanda maalesef içimizdeki yabancılaşmış kompleksliler tarafından hedef yapıldım….“RTE’nin, bunlara ilaveten, son zamanlarda kadın-erkek eşitsizliği hakkında söyledikleri, de gerçekten, Batı basın-yayın organları tarafından hayret, dehşetle ve biraz da alayla yansıtıldı.Ünlü Alman dergisi FOCUS, 27 Kasım günü internette yayınladığı ve uzmanların görüşlerini aktardığı “Sultan Erdoğan’ın Büyük Planı" başlıklı yazıda şunları yazdı:„---  Erdoğan'ın Avrupaya karşı düşmanca söylemleri artık sürpriz değil. Ancak, İSEDAK toplantısında yaptığı nefret konuşması ile birkaç basamak daha yukarılara tırmandı.--- Erdoğan’ın davranışları AB ile müzakere sürecini kesin olarak durdurmayı hedefliyor. AB’ye yakınlaşmayı artık istemiyor. Zira, yeni bir projesi var: ‘Yeni Türkiye’.--- Erdoğan’ın hayaline göre, Yeni Türkiye, İslam dünyasına öncülük edecektir ve İslam’ın dünyada daha çok önem kazanmasına yardımcı olacaktır”--- Ürkütücü olan, Erdoğan’ın buna gerçekten inanıyor olmasıdır.  Oysa,  osmanlı-türk yönetim iddiası bölgede hiçbir şekilde destek bulmuyor.--- Ancak, bu stratejisi Türkiye’de iyi çalışıyor. Ülkede Avrupa’ya karşı derin bir güvensizlik var.”
Alman dergisi çarpıcı noktaları öne çıkarmış ve durumu da  güzel tahlil etmiş. RTE, içeride bıkmadan usanmadan kullandığı , “laikler-anti laikler” “biz-onlar” ayrıştırıcı dilini artık dışarıya da taşıyor. “Biz”: Müslümanlar, “onlar”: Hıristiyan Batı!RTE’nin kafasındaki plân özetle şudur: Batı toplumlarını ve Türk halkını birbirlerine karşı düşmanlaştırarak ve birbirlerinden nefret eder hale getirerek, eskiden gelen ve Cumhuriyet ile ete kemiğe bürünen Türkiye’nin çağdaşlaşma projesine noktayı koymak ve böylece de aynı zamanda, Kemalizm’i bitirerek Atatürk’ten ve Cumhuriyetten öç almaktır.İktidarının başlarında AB üyeliği yanlısı gibi görünmesinin bir aldatmaca olduğu artık duraksamaya yer vermeyecek şekilde orta çıkmış durumdadır.  Batı dünyasına karşı böyle bir nefret söylemi kullanan şahsın ülkesini o dünyanın parçası yapacağına hala inananlar varsa, onların akıl sağlıklarından kuşkulanmak gerekir.Batı’ya daha fazla tahammül edemeyeceğini zaten açıkça söylüyor.Kendisini yurt içinde eleştirenleri de  “içimizdeki yabancılaşmış kompleksliler” olarak karşısındaki Müslüman ülkelerden gelen topluluğa şikâyet ediyor.Durum bu kadar netken, AB Bakanlığı son günlerde halkı kandırırcasına  TV'lerde bir Kamu Spotu döndürüyor. "AB'nin Türkiye'nin çağdaşlaşma projesi" olduğunu iddia eden yayında konuşturulan bazı vatandaşlar "Yeni Avrupa Birliği Stratejisi"ni desteklediklerini söylüyorlar.Zamanlama, şaka gibi!RTE'nin tavır ve söylemleri ortada dururken, o "yeni strateji"nin ne olduğu bazı saflarca merak konusu oluyor.Yeni Stratejinin  ne olduğunu biz söyleyelim: Cumhuriyetle ete kemiği bürünen Atatürk’ün çağdaşlaşma projesine son noktayı koyup, bitirmek.Böylece aslında gene batıya hizmet ediyor. Zira batı bu coğrafyada ortadan kaldırılması, unutturulması gerekenin, Türk ulusu ve Kemalizm  olduğunu yıllardır söylüyor ve yapmaya çalışıyor. 

26 Kasım 2014 Çarşamba

ZAVALLILAR


Haftalardır “Dersim” konuşuyoruz. Türkiye’nin başka sorunu yok, sade bu konuşuluyor.
İktidar zaaflarını örtmek için ortaya bir laf atıyor, hep beraber bunun üstüne atlıyoruz.
Bırakın bu konuyu artık, Türkiye’nin gerçek gündemine dönün, AKP iktidarı Anayasayı ihlal ederek, bu ülkede resmen savaş ilan edilmemiş bir ülkeye karşı, ABD istiyor diye, hasma ne tavır içinde asker eğitiyor.
İşsizlik çift hanelere çıkmış,  çoluk çocuk sokakta kaçakçıya hizmet ediyor, bunlara bakın
Tabii Dersim’de konuşulsun, konuşulsun ama insaflı olununsun, gündem saptırmak İçin değil, tarihi gerçekler ortaya çıksın diye.
 Kırk bin kişinin katili ile “açılım” diye masaya oturanlara tek kelime söylemeyeceksin, yetmiş üç yıl evvel olmuş bir olayı bugün temcit pilavı gibi gündeme getireceksin.
Fransa’nın Cezayir de öldürdüğü 850.000 kişi için “ Fransa’nın ulusal güvenliği bunu gerektiriyordu” diyenlere tek kelime etmeğe cesaret edemeyeceksin.
Teslim olmak üzere olan Japonların kafasına atom bombası yağdıran ağ babana tek kelime söyleyemeyeceksin, ama olay kendini savunan genç Cumhuriyete gelince saldır gitsin.
Dört yıl süreyle Japon kökenlileri kamplara kapatan binlercesinin orda ölmesine sessiz kalan ABD’yi eleştirebiliyor musunuz?
Hiçbir gün dönüp o insanlara da yazık olmuş dediniz mi?
İktidarın gündem değiştirmek için açtığı “Dersim’in”  üstüne atlamanızın tek nedeni, sevmediğiniz, nefret ettiğiniz Atatürk’e katliamcı, katil demek. Sebebi de Laik Cumhuriyete, ulus devlete duyduğunuz kin ve nefret.
Tarih dedikoduyla, kulaktan dolma bilgilerle yazılmaz.
Tarihi tarihçiler yazar.
Belgeleri inceleyerek yazar ve hem de tek taraflı belgeleri inceleyerek değil, yerli yabancı bütün belgeleri inceleyerek yazar.
Türk, İngiliz, Fransız,Alman, Rus arşivlerini inceleyerek yazar.
Bu coğrafya da yaşayan, hangi etnik kökenden gelirse gelsin, kendini “Türk” kabul edenlere duyduğunuz kin ve nefretin sebebi ne?
Hangi kompleksin esirisiniz.
Hayatınızda hiç Balkanlarda, Kafkaslarda öldürülen insanlar  aklınıza geldi mi?
Herkes bir diğerinin değerlerine saygı duyacak, seversiniz, sevmesiniz ama bu devletin kurucusuna saygı göstereceksiniz.
O, katil, katliamcı olarak nitelenen insanlar, hakikaten söylendiği gibi bir katil, katliamcı olsaydı, faşizmin zulmünden kaçan Museviler’e  kucak açar mıydı?
Onu bırakın, Kurtuluş savaşı karşıtı, İngiliz yanlısı Ali Kemal’in oğlunu Türk Dışişlerine meslek memuru yaparlar mıydı?
Bunu yapanlara , kendi halkına katliam yaptığını söyleyebilmek için hakikaten vicdansızi olmak  lazım.
O tarihte Türk Silahlı Kuvvetlerinde zehirli gaz bombası yokken, insanları zehirlediler diye yazmak hangi vicdana sığıyor.
Keşke böyle bir ayaklanma olmasaydı da  bir kişinin bile burnu kanamasaydı.
Ama bunun tek sorumlusunu devlet gibi göstermek, isyan edenlerin hiç suçu yokmuş gibi davranmak vicdani mi?
Öyle görürsen şimdi yapıldığı gibi kırk bin kişinin katili ile “açılım” diye silahların gölgesinde  masaya oturmayı da içine sindirirsin.
Pusuya düşürülerek öldürülen askerler için kim özür dileyecek.
Senin vicdanın hiç sızlamıyor mu, olmamış bir olayı, olmuş gibi gösterip insanların “zehirlendiğini” söylemeye.
O bu konuda dayandığınız İhsan Sabri Çağlayangil, hatıralarında buna hiç yer vermemiş.
Neden acaba?
Yalan olduğunu yüzüne vururlar diye mi?
Orada hiç acı yaşanmamış diyen var mı?
Acının tek sebebi devlet mi?
Bak çok açık bir şekilde bir tarih komisyonu kurulsun bu konu incelensin ve Türkiye’nin gündeminden çıksın deyince niye birileri bir yerlerine bir şeyler batmış gibi rahatsız oluyorlar.
Çünkü belge incelemesi demek gerçeğe ulaşmak demek, sizin istediğiniz dedikodu üstüne tarih üretmek.
Hepinizin sorunu, Cumhuriyete bağlı Alevileri Cumhuriyet’ten soğutmak.
Var mı bilmiyorum ama varsa elini vicdanına koy, bu bir katliam olsaydı, öldürülmüş askerinin bakkala olan borcunu devlet öder miydi.
Bu katliam olsaydı, o fakir devlet oraya okul, yol yapar mıydı?
Ama bu ülkede o yapılan yolu bile “asayiş” için diyen “vicdansızlarda” var.


 



23 Kasım 2014 Pazar

KILIÇDAROĞLU’NA AÇIK MEKTUP


Sayın Kılıçdaroğlu, geçtiğimiz günlerde bir gazeteye verdiğiniz demeçte, MİT’in içindeki bir grubun CHP’yi takip ettiğini bunların parti içinde “CHP Kürt Alevi Partisi oldu” diye karışıklık çıkartacaklarını, parti içindeki ulusalcıların bu konuda dikkatli olmaları gerektiğini söylemişsiniz.
Sayın Kılıçdaroğlu, sizin “Ulusalcılar” diye nitelediğiniz grup, bu partinin ana gövdesini oluşturan, Türkiye Cumhuriyeti’nin ülkesiyle Milletiyle bir bütün olduğunu benimsemiş, Atatürk ilke ve devrimlerine bağlı, Cumhuriyetin temel değerlerine inanan, Türklüğü, bir etnik köken milliyetçiliği olarak nitelemeyen, bir tarih, dil ve kültür birliği olarak kabul eden milyonlardır.
Bunların MİT’le ya da bir başka istihbarat örgütüyle ilişkilerinin olacağını düşünmek bile “abesle iştigaldir”
Biran da böyle bir açıklama yapmanız, herkesin kafasında soru işaretleri oluşturdu.
Bu partinin ana gövdesini oluşturanlar, sizin “ulusalcı” diye aşağılayarak ötekileştirmeye çalıştırdıklarınız, bir kaset operasyonuyla partiyi ele geçirmiş değillerdir ki, MİT’in oyununa gelsinler.
Bu açıklamanız akıllara şu soruları getiriyor.
Bir: Sayın Baykal’a yapılan kaset operasyonun arkasındakilerin ortaya çıkma ihtimali mi sizi rahatsız etti de böyle bir açıklama ile ön almaya çalışıyorsunuz?
İki: Tayyip Erdoğan’ın bir dönem sosyal medyaya da düşen, Sayın Baykal’ın kasetini izlerken ki görüntüleri, önce size mi getirildi?
Getirildi ise bunu size kim veya kimler getirdi?
Hangi cesaretle yasadışı elde edildiği anlaşılan bu kaseti size getirebildiler?
Sizin bu kaseti açıklayıp açıklamama konusunda kimseyle bir temasınız oldu mu?
Eğer oldu ise, yasadışı olması nedeniyle reddedildiğiniz için mi, kamuoyuna açılamadınız?
Üç: Partinin ana gövdesini oluşturan bu geniş kitleyi töhmet altında bırakan “partiyi Kürt ve Alevi Partisi oldu diye suçlayacaklar” demenizin altında, 29 Kasım da Diyarbakır’da yapacağınız açılımda ülkenin üniter yapısını tehlikeye sokacak, söylemler varda, buna oluşabilecek tepkileri mi engellemeye çalışıyorsunuz?
Akla gelen bu soruların tarafınızdan aydınlatılması gerektiği kanısındayım.
Bütün bu cevaplanması gereken sorular ortada dururken, böyle tehlikeli bir açıklama yapmanız biraz manidar değil mi?
Basına yaptığınız açıklamanızda önce yardımcınız Sezgin Tanrıkulu’nun Dersim’de yaşananlardan dolayı CHP adına “af dilemesini” partinin görüşü olarak niteledikten sonra, “Ben bir tarih komisyonu kurulmasını önermiştim” demeniz, bir çelişki değil mi?
Bir tarih komisyonu kurulmasını istediğinize göre anlatımlara dayalı değerlendirmeleri ciddi bulmadığınız anlamı çıkmıyor mu?
Nitekim 2008 yılında yaptığınız bir açıklama da, “Dersim Olayları” ile ilgili çok farklı şeyler söylediğiniz arşivlerde dururken bu değişikliğin sebebi nedir?
İhsan Sabri Çağlayangil’in sizinle yaptığı röportajda “Dersimde zehirli gazla insanlar öldürüldü derken, hatıralarında buna yer vermemesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bunun sebebi bunun gerçek olmaması olabilir mi?
Ayrıca “Dersim olaylarından ötürü özür dilenmesi” CHP’nin Kurultay’dan geçmiş olan programında bir değişiklik yapılmasını gerektirmez mi?
Kurultay kararı olmadan böyle bir açıklamayı nasıl yapabiliyorsunuz?
CHP’nin tarihinin reddi miras anlamına gelebilecek böyle bir açıklamayı partinin asıl sahibi olan Kurultay’a sunmadan yapmanız parti iç hukuku açısından doğru mu?
Bu “Dersim olaylarından dolayı özür dilenmesi” arzusu, geçmiş yazılarımdan da birinde de sözünü ettiğim gibi, Ermeni diasporasına taviz niteliğinde olacak, 1915 tehçir olayları nedeniyle “Özür dilenmesinin” bir ön hazırlığı mı?

Sayın Kılıçdaroğlu, Siz bu partiyi, partinin ana gövdesini oluşturan, ülkenin milletiyle bölünmez bütünlüğünden yana, Türklüğü, bir etnik köken milliyetçiliği olarak nitelemeyen, bir tarih, dil ve kültür birliği olarak kabul edenlerden değil, partiye devşirerek aldığınız çok yakınınızda görev verdiğiniz etnik köken milliyetçilerinden ve tavsiye mektuplarıyla milletvekili yaptıklarınızdan koruyun.     

19 Kasım 2014 Çarşamba

AĞZI OLAN KONUŞUYOR


Çarşamba sabahı Tv dinlerken, bir gazeteci beyefendi, Tayyip Erdoğan’ın Amerika kıtasının Müslümanlar tarafından keşfedildiği söylemi ile ilgili olarak, bunun da bir görüş olduğunu, ama bu konuları bilim adamlarının tartışması gerektiği şeklinde, bana göre çok doğru bir açıklamada bulundu.
Elbette her aklı selim sahibi Tayyip Bey’in bu açıklamayı gündem değiştirmek için yaptığını biliyor.
Bu söylemi pek gündemi değiştirmedi ama sayesinde dünya aleme alay mevzu olduk.
Sade bu konuda değil, her alanda bilim adamlarının tartışması gereken konuları, siyasiler kendi meşreplerine uygun şekilde yorumluyorlar.
Elbette siyasetçi tartıştığı her konunun uzmanı olmak zorunda olmadığı gibi, buna imkân da yoktur.
İmkan yoktur ama, siyasetçi konuşmalarını bilimsel verilere dayandırmalıdır.
Yoksa dedikoduya dayalı, “birileri demişti”, “şunun filiminde böyle anlatılıyor” diyerek açıklamalarda bulunmamalıdır.
Hakkındaki hükmü tarihin vereceği veya verdiği konular hakkında sırf siyasal çıkar sağlamak için kaşırsak bundan yarar elde edilemez.
Tarihi tarihçiler yazar ve yorumlar.
Tarihi inceleyenler elbette “tarihin tanığı olan gazetecinin” yazdıklarından da istifade ederler.
Zira gazeteci sadece o anda olanları yazar ve yorumlar.
O olayları yıllar sonra inceleyecek olan tarihçi hem ilgili devletlerin arşivlerini  ve hem de aynı tarihteki gazeteleri  inceleyerek tarihi gerçeklere ulaşır.
Ama hiçbir arşiv incelemesi yapmadan, dedikoduya dayalı açıklamalar ve yorumlar toplumları gerer ve ayrıştırır.
Nitekim, sözde Ermeni soykırım iddiaları, Dersim olayı da böyle istismar konusu yapılıyor.
Bırakın bu konuyu tarihçiler konuşsun ve bir sonuca vardıklarında  siyaset kurumu o zaman gereğini yapsın.
Yani Ağzı olan konuşmasın, maalesef bizde ağzı olan konuşuyor.
ÇUVAL GEÇİRME OLAYI
Bir grup TGB’ li genç İstanbul’da sivil dolaşmakta olan birkaç ABD’li denizcinin kafasına çuval geçirdi.
Süleymaniye’de Türk askeri’nin kafasına geçirilen çuvalla ulusal onurumuz kırılmıştı.
Ciddi bir devletin yapması gereken, askerlerimizin kafasına çuval geçirilmesi küstahlığına, kendisinse saygısı olan her devletin yapması gerektiği gibi derhal uygun karşılık verilmekti.
Nota verildi mi? Verilecek mi? diye soran gazetecilere üstün espri yeteneği ile “müzik notası mı bu” cevabı ile geçiştirilecek bir konu değildi.
Devlet ulusal onurumuzu kıran bu davranışa, uygun bir karşılık verseydi, elbette sivil kıyafetli ve savunmasız Amerikalı askerlere böyle bir saldırı eleştirilirdi.
Ama Süleymaniye pespayeliğini AKP iktidarı bir güzel yalayıp yuttu, yani hesap açık kaldı.
Hesap açık kalınca da gençler aynen Bursa nutkunda kendilerne verilen talimat doğrultusunda DURUMDAN VAZİFE ÇIKARTTI.  
VOLKAN DEMİREL OLAYI
Doğrudur, Volkan Demirel’in sahayı terk etmesi birçok kişi tarafından eleştiri konusu yapıldı.
Bir sporcu hem de üzerinde Milli takım forması varken, kendi ülkesinde oynayacağı bir maçtan önce, anasına, karısına , BEBEĞİNE, küfredilmeyi hak ediyor mu?
Etmiyor, görevini yapan gazeteciler saldırıyı hak ediyor mu?
Elbette hayır.
Zaman zaman sahada uygunsuz davranışlarda bulunan Volkan Demirel haksız da, her maçtan evvel seyircileri tahrik eden kulüp yöneticilerinin bu olaylar da hiç mi günahı yok?
Kulüp yöneticilerinin bu seyirciyi tahrik eden açıklamalarına, aynen siyasilerin toplumu bölmeye yönelik açıklamalarında olduğu gibi,  çarşaf çarşaf yer veren basının hiç mi suçu yok?
Maç seyretmek için sahaya gelen insanlar böyle yaparak “deşarj oluyorlar” sözü bu ülkenin okuryazarlarına ait değil mi?
Bir kişiyi veya kurumu eleştirirken, herkesin önce bir aynaya bakması lazım.


  

    

16 Kasım 2014 Pazar

AKP’NİN YENİ “DERSİM” OYUNU


AKP, CHP’yi parçalamak için yeni bir senaryo peşinde.
AKP’nin Tunceli’nin adını tekrar “Dersim” yapmak ve Devlet adına özür dilemek için bir yasa önerisi getireceği Ankara kulislerinde çokça konuşuluyor.
Bunu yaparak bir taşla birden fazla  kuş vuracak. Hem Atatürk ve onun yakınlarını katliamcılıkla suçlayacak, aynı zamanda  Alevileri Cumhuriyetten koparacak, sözde Ermeni soykırım iddiasını tanımanın önünü açacak ve asıl önemlisi de, laik Cumhuriyeti savunan Atatürkçülerin,  CHP’den ayrılmasını sağlayacak.
AKP bu konuda akıllı, CHP Genel Başkan Yardımcısı, partinin yetkili kurullarında alınmış bir karar olmamasına rağmen GERÇEK DIŞI BEYANDA bulunarak   “CHP ADINA ÖZÜR DİLİYORUM” demesini kullanacak.
Böyle bir söylem CHP’nin Atatürk ile bağlarını koparması ve onu katliamcı ilan edilmesidir.
Bugüne kadar, CHP’nin hiçbir Genel Başkanı, yöneticisi böyle çirkin bir söylemde bulunmamış, bunu düşünmemiştir dahi.
Bu söyleme destek verenler, AKP’liler, HDP’liler ile bir kısım etnik bölücüler, CHP’lileri “vicdanlılar”, “vicdansızlar” diye ayıran, On Kasım saat 9’u 5 geçe ayağa kalkmamayı kişilik gösterisi zannedenlerdir.
Hiçbir yetkili CHP adına böyle bir söylemde bulunamaz. Atatürk ile CHP’ni bağlarını koparmaya kimsenin gücü yetmez.
Bu bir siyasetçinin tarihi istismar etmesi olayıdır. Bu tarihten ders çıkartmak yerine husumet yaratmak çabasıdır.
Tarihin, siyasetçilerin  istismar alanı olmadığını söyleyen bir Genel Başkan, bu söyleminde samimi ise, aynı zamanda parti suçu da oluşturan  bu gerçek dışı beyana  tepki vermesi gerekirdi.
AKP getireceği bu yasa ile CHP’de büyük bölünmelere, ayrışmalara neden olacağını hesap etmektedir.
Böylece bölünmüş, ayrışmış bir CHP’den,  APO’ya af çıkartma hazırlıklarında olan AKP ve HDP’ye,  bir kısım “vicdan sahibi !”, gerçek dışı beyanda bulunmakta ahlaki  sakınca görmeyen, CHP’lilerden de  sayısal  destek sağlanacağı hesap edilmektedir.
CHP Genel Başkan yardımcısı, Kemal Kılıçdaroğlu’nun Dersim olaylarının mağduru olduğunu da söyledi.
Avrupa  Adalet Divanı, siyasi nitelik taşıyan parlamento kararlarının hukuk alanında hiçbir geçerliliğinin olmadığına karar verdiğine göre, Kılıçdaroğlu eğer gerçekten Dersim olaylarından dolayı mağdur olduğunu  düşünüyorsa, yapacağı  tek şey, hiç zaman geçirmeden mağduriyetinin giderilmesi için Türkiye’de  yargıya başvurmak ve olayı gerekirse AHİM’e kadar taşımaktır.
TBMM den çıkacak bir Dersim olayları nedeniyle “özür dileme”  kararının hukuki bir değeri olmadığı uluslararası yargı kararları ile sabitken, böyle bir yasa çıkartmanın, bu yasaya destek vermenin  tek amacı, Atatürk’ü ve onun kurduğu laik Cumhuriyeti siyasi bir kararla mahkûm etme çabasıdır.
Vurulacak bir diğer kuşta, yüzüncü yılına girilen sözde Ermeni soykırımının  tanınmasının önünü açmaktır.
Sözde Ermeni soy kırımı iddiaları hakkında bir komisyon kurulması istemini ret eden Kılıçdaroğlu, Ermeni diasporası ile aynı  görüşümü paylaşmaktadır.
Yoksa bu da, Ekmeleddin İhsanoğlu’nun kendisine kimin tarafından telkin edildiği gibi açıklanmaması gereken bir sır mıdır?
Ama asıl vurulmak istenen kuş, Alevilerin Cumhuriyete bağlılığıdır.
Dersim olaylarını tarihçiler enine boyuna incelemelidir, incelemelidir ki, bu olayın bir “Alevi kıyamı”  yapmak için olmadığı  ortaya çıksın.
Bu olayı “Alevilere karşı bir kıyam” gibi gösterenlerin bütün amacı Türkiye Cumhuriyetine bağlılıkları tartışmasız olan Alevilerin, bu inançlarını örselemek, onları bölücülerin yanına çekmektir.
O olay Alevilere karşı yapılmış olsaydı, Türkiye’nin başka yerlerindeki  Alevilere de saldırılar olurdu, ama o tarihte hiç böyle bir olay yaşanmamıştır.
Olay Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin ülkenin bölünmesine yönelik, İngiltere ve Fransa’nın kışkırtmasıyla başlatılan  bir ayaklanmaya karşı takındığı tavırdır.
 Her iç ayaklanma da olduğu gibi o zamanda acılar yaşanmıştır.
Ama bu acıların yaşanmasının yaratıcısı, devlet değil, orada halkı isyana teşvik edenlerdir.


  

12 Kasım 2014 Çarşamba

CHP’NİN TARİHİNDE UTANILACAK HİÇBİR ŞEY YOKTUR.


Sözde  Başbakan Ahmet Davutoğlu, Tayyip Erdoğan’ın izinden giderek, doğrudan Atatürk ve onun silah arkadaşlarına saldırma yürekliliğini gösteremediği için o da dolaylı olarak  saldırmaktadır.
Davutoğlu Dersim olaylarını “Kerbela’ya” benzetti. Bunu yaparken Atatürk’e “yezid” demek cesaretini gösteremediği için “Kerbela” dedi.
Bu çirkin ve haksız saldırıya Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan’ı tepki verdi, CHP Genel Başkan’ı ve diğer yöneticilerinden tek bir tepki gelmedi.
Kılıçdaroğlu’nun buna tepki vermesini gerçekten beklemiyordum. Zira; Cumhuriyet’e, daha açıkçası, Atatürk’e  meydan okurcasına “Ben Dersimli Kemal’im”   diyen bir insanın Atatürk’e doğrudan ve dolaylı olarak yapılan saldırılara tepki vermesini beklemek saflık olur.
Kılıçdaroğlu’nun ve partiye devşirdiklerinin bilmesi gereken bir şey vardır. O da CHP’nin tarihinde utanılacak hiçbir şey yoktur.
CHP  feodaliteye ve emperyalizme karşı çıkarak bu Cumhuriyeti kurmuş ve kollamıştır.
Emperyalistler  her yerde feodalleri kullanmışlardır. Aynen Dersimde, Seyit Rıza’nın İngilizler tarafından kullanıldığı gibi.
O yıllar genç Türkiye Cumhuriyeti’nin Hatay meselesi ile uğraştığı bir dönemdir.
O tarihteki yabancı basına baktığınız zaman olayın bir Kürt ayaklanması olduğunu görürsünüz.
Sade yabancı basına baktığınız da değil, yabancı ülke arşivleri de aynı şeyleri söylemektedir.
İngiliz Ajanı Seyit Rıza’nın 3 Ocak 1936 tarihli İngiliz Belgesinde “Sayılarının 1500’ün üstünde olduğu söylenen Kürt asilerin Türk Kuvvetlerine  ciddi kayıplar verdirmeye devam ettiği ve ellerine düşen subayların vücutlarını vahşice parçaladıkları söylenmektedir” şeklinde bir beyan vardır(Rıza Zelyut Dersim İsyanları Seyit Rıza Gerçeği sayfa 303 den aktarım)
Eğer Davutoğlu Atatürk ve arkadaşlarına böyle bir iftira da bulunmasaydı, tarihten husumet çıkarırcasına bunlara burada yer vermeye gerek kalmazdı.
Hatta Cumhuriyet Halk Partisi yöneticileri, bugün koltuğunda oturdukları ardıllarına saygı gösterip tepki verselerdi buna cevap vermek gereği yinede kalmazdı.
Ama maalesef, anlayabildiğim kadarıyla, ellerini ovuşturarak doyumsuz bir haz aldıkları bu iftiraya biz cevap vermek zorunluluğunu duyuyoruz.
Türkiye ne zaman bir tehlikeyle karşı karşıya kalsa, o tarihte emperyalistler ve feodaller, bugünde küreselciler ve onların yurt içindeki işbirlikçileri kimi zaman eylemli kimi zamanda susarak Türkiye aleyhine davranışlara destek veririler
Böyle çirkin bir iftiraya sadece CHP’nin şimdiki yöneticileri değil tüm CHP’lilerin tepki  vermesi gerekir.
Siz iki monarşi, beş Cumhuriyet, iki diktatörlük yaşamış Fransa da, Fransız devriminin bizim Aydınlanma devrimimiz kadar acımasızca eleştiriliğini duydunuz mu?
Tek adam rejimi kurup parlamentoyu bile altı ay işlevsiz bırakıp Fransa’yı kararnamelerle yönetme yetkisi alan Charles de Gaulle’ün bile  Atatürk ve silah arkadaşlarına yapıldığı kadar haksız şekilde saldırıldığını hiç duydunuz mu?
Bu partiye Atatürk ve İnönü’den sonra en uzun süre Genel Başkanlık yapmış Deniz Baykal’ın bu tür yalanlara, iftiralara  tepki vermesi gerekir.
En uzun süre Genel Sekreterlik yapmış olan Önder Sav’ın, gene bu partiye Genel Başkanlık yapmış, Hikmet Çeti’nin, Altan Öymen’in, Murat Karayalçın’ın da tepki vermeleri gerekir.
Bu partide görev almış herkesin bu saldırıya ve bu saldırıyı sessizce seyrederek destek veren CHP yöneticilerine de tepki vermeleri gerekir.
Bu  yalanlara sessiz kalındığı sürece hani halk dilinde ki yaygın söylemle “sükut ikrardan gelir” anlayışı egemen olur.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun ruh halini anlayabiliyorum, ama yukarda ki, kişilerin  bu iftiraları benimsemediklerine adım gibi eminim, o zaman sessiz kalma hakları yoktur, tepki vermeleri gerekir.
Uzaktan başkaları söylesin bende arkadan “Bravo capitano” diyeyim diye düşünmek, ülkesini seven bir aydının davranışı değildir.
Gerçek CHP’liler zamanında bu iftiralara tepki vermedikleri sürece Bekaroğlu gibi sırf başı sonu bilinmeyen Kürt açılımına destek versin diye partiye monte edilen devşirmeler de, ulusalcılar bu partiden gitsinler demek küstahlığında bile bulunurlar.           




  

9 Kasım 2014 Pazar

İLAHİ KILIÇDAROĞLU


CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, önceki Perşembe akşamı Halk Tv de Uğur Dündar’ın sunduğu Halk Arenası programında, “Ben sokağa çıktığım zaman milyonlarda sokağa çıkmalı” dedi.
Sokağa çıktığınız zaman halkın sizinle beraber sokağa çıkması için önce lider olmak, HALKTA UMUT YARATMAK sonra da tutarlı olup konjoktüre göre değil, ülke yararına ve hukuka uygun konuşmak gerekir.
Diyarbakır’da başka, Ankara’da başka, İzmir’de başka konuşmamak gerekir
Bu ülke halkının çok büyük bir çoğunluğunun en büyük hassasiyeti, Anayasanın amir hükmü olan ülkesiyle milletiyle bölünmezliği ilkesidir.
Daha çok yakın bir tarihte,  siz değil miydiniz, aynen bölücüler gibi, ülkeyi bölünmeye götürecek Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na, Türkiye’nin koyduğu çekinceleri kaldıracağım diyen.
Siz değil miydiniz İçişler Bakanının ve Başbakanının Baş Danışmanın “Bölgede PKK egemendir” açıklamalarına gereken sertlikte tepki vermeden, bir arkadaşınızı basının önüne çıkartıp ortaokul müsameresi kıvamında açıklamalar yaptıran.
İsrail Başbakanı Netenyahu’nun, Orta Doğu projesinin sonucu olan, “Kürdistan Devleti kurulursa ilk tanıyan biz oluruz” açıklamasına, ABD Dışişleri Bakanı John Kerry “Kürdistan’ın kurulmasının henüz zamanı değil” dediğinde,  bunları sessizce dinleyen siz değil misiniz?
Gene John Kerry’nin “Türkiye İŞİD ile mücadele de Suriye’de ön cephede olacaktır” dediği zaman, “Dur bakalım efendi, benim vatan evladımın üstünden politikalar yürütmek hakkına sahip değilsin” diyebildiniz mi?
Diyemezsiniz, zira uluslararası hukukun aradığı meşruiyet şartları var mı, yok mu bakmadan “Kobani” tezkeresi çıkartalım diyen sizsiniz.
Bu söyleminizle “Yurtta sulh Cihanda Sulh” ilkemizi çiğnediğinizin farkında değilsiniz
Eğer biraz tarih okusaydınız, Atatürk’ün ilk işlerinden birinin daha Kurtuluş Savaşı devam ederken, Harbiye Nezaretini adını “Müdafaa-i Milliye Vekaletine çevirdiğini bilirdiniz.
Faşist olmakla suçladığınız İsmet Paşa’nın da 1945 de bakanlığın adını Savunma Bakanlığı’na çevirdiğini öğrenirdiniz.
Yani CHP’nin geçmişinde vatan savunması gerekmediği zaman savaşın bir cinayet olduğu inancının varlığını bilir, bölücü Kürtlere ve ABD’ye sempatik gözükmek için “Kobani” tezkeresi çıkartalım demezdiniz.
Kuzey Irak Kürt Yönetiminin silahlı unsuru Peşmerge’nin “Habur’dan girip Suruç’tan gösteriler yaparak çıkmasına” oy kaygısı sebebiyle sessiz kalmazdınız.
Başını sonun bilmediğiniz, ülkeyi bölünmeye götüren bir açılıma destek veren siz değil misiniz?
Açılıma zarar verilmesin, açılıma destek verilsin diyenlere, Milletin büyük bir çoğunluğunun artık tahammülü kalmadığının farkında değil misiniz?
Bugüne kadar hiç halka çıkıp “eşe dosta peşkeş çekilen, ya da altında rüşvet olduğunu ispat edeceğim bütün özelleştirmeleri  iptal edip satılanları geri alacağım” diyebiliyor musunuz?
Kaçak Ak-Saray’daki hukuksuzluğa karşı o binayı yıkıp parasını bütün sorumlulardan, başta Tayyip Erdoğan’dan alacağım diyebiliyor musunuz?
Diyemediğiniz gibi, bir hukuksuzluğu bir başka hukuksuzlukla taçlandırıp Orta Doğu Teknik Üniversitesine vereceğim diyorsunuz.
İlahi Sayın Kılıçdaroğlu, kimin malını kime veriyorsunuz, orası büyük Atanın Türk Milleti’ne armağınıdır.
Ben sokağa çıktığım zaman milyonlarda sokağa çıkmalı” buyurdunuz, Türkiye’de arkasından milyonların sokağa çıkacağı liderler, ABD’nin, bölücülerin değil, Milletin sesini dinleyen liderlerdir.
Yeni bir Dünya kurulur, Türkiye orada yerini alır”, “Türkiye’nin afyon üretimine, Türkiye karar verir”, ya da Kıbrıslı soydaşlarımızın mal ve can güvenliğini korumak için uluslararası antlaşmalardan kaynaklanan uluslararası meşruiyeti olan bir hakkımızı kullanmamızı engellemeye çalışan o tarihteki ABD Dışişleri  Bakanı Kissenger’in temsilcisine “Görüşme bitti çıkabilirsiniz”  diyebilen liderler milyonları arkalarından sokağa dökerler.
Siz bu davranışlarınızla milyonları sokağa dökemezsiniz ama, CHP Genel Başkanlığından istifa ederek, hem CHP’nin ve hem de Türkiye’nin kurtuluşunun önünü açabilirsiniz, o zaman milyonlar sizi “Erdem sahibi adammış, yapamadığını anlayınca bıraktı gitti” diye anarlar.



     

5 Kasım 2014 Çarşamba

AMEDSPOR


Hayatının kırk yılını aşkın bir süresini devlete adamış bir dostum, acı gerçekleri gözler önüne serdiği bir mektup yazmış onu sizlerle paylaşmak istiyorum.
Değerli dostum diyor ki:
“Diyarbakırspor, ismini ‘Amedespor’ olarak, renklerini de PKK renklerine uyduracak şekilde değiştirmiş. Bu değişiklere yetkili makamlar izin vermiş.
En yetkili ağızlar(mesela 11. Cumhurbaşkanı) yerlerin isimleri yerine, tarihte kalmış, halk dilinde bile artık kullanılmayan adları kullanırsa, bu gidişe karşı çıkması gereken CHP’nin Genel Başkanı ‘Dersimli’ olmakla övünürse olacağı budur.
Anayasa’da ‘Devletin dili Türkçedir’ hükmü dururken, Türkçeden başka bir dil devlet kurumları tarafından (mesela belediyeler) kullanır ve yaygınlaştırılırsa, Anayasa’nın böylece açıkça ihlal edilmesine seyirci kalınırsa da olacağı budur.
Konun dışı boyutu da var.
Her devlet, siyasi sınırları içindeki yer isimlerini kendisi belirler ve bu isimlere başka devletlerin saygı göstermesini bekler.
Yaşı uygun olanlar anımsar, 50’li, 60’lı yıllarda batılılar ‘İstanbul’ demekte çok isteksiz davranırlardı. ‘Konstantinapolis’ adını tercih ederlerdi. Bunun sebeplerinden birisi, I. Dünya Savaşından sonra İstanbul’u ‘Türklerden kurtarmanın’ tam eşiğine gelmişken, Cumhuriyet mucizesinin bu planı bozmasına duyulan tepki idi.
O zamanlar Cumhuriyet’in kurucu ilkelerinin altı şimdiki gibi henüz oyulmamıştı. Devletimiz kararlı davrandı. Nerede ‘Konstantinapolis’  adını görse tepki verdi. Bu haklı tepkiler Ertha Kitt isimlibir ABD’li şarkıcının bile dikkatini çekti. ‘İstanbul not Konstantinapolis’ isimli bir şarkı yaparak meşhur etti ve tepkilere destek çıktı.
Komşumuz Suriye’de, kendi siyasal sınırları içindeki bir yerleşim yerine  ‘Ayn Al-Arap’ adını vermiş. Yabancıların o yerleşim yerine resmi ismiyle atıf yapmaları gerekir. Başkaları bizi ilgilendirmez, bizim bu konuda duyarlı olmamız ve o yerleşim yerine atıf yaparken resmi ismini kullanmaya dikkat göstermemiz gerekir.Öyle olmuyor, Suriye’yi bölmek isteyenlerin kullandığı ‘Kobane’ ismi devletimizi yönetenlerin, muhalefetin, medyanın dillerinden düşmüyor.
İçerdeki ve dışarıdaki yer isimleri bakımından bunları yaparsak, yabancılar, Türkiye’deki yer isimlerini kendi siyasi amaçlarına uygun olarak değiştirip kullanırlarsa ne yapacağız?

Hergün yeni bir aymazlıkla karşılaşıyoruz. Bu kadarına pes doğrusu” diye yazmış.
Bu kırk yılını devlete harcamış, dünyayı çok iyi tanıyan dostumun yazdıklarının tek satırına itiraz edebilir misiniz?
Bu ülkenin Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturmuş Abdullah Gül değil miydi, Bitlis’in Güroymak ilçesinden söz ederken, şirinlik yaptığını zannederek, artık halkın bile kullanmadığı “Norşin” ismini kullanan.
Allah’tan da Ermenilere şirin gözükmek içinde Ağrı’ya Ararat demedi. Ne farkı Güroymak’a ‘Norşin’ demekle, Ağrı’ya ‘Ararat’ demek arasında.
Devletin resmi kurumları olan belediyeler, devletin resmi dilinin Türkçe olduğunu görmezden gelip, hatta argo tabiriyle “sallamayıp” her tarafa Kürtçe tabelalar asarken, adam kulübün adını 1867 den beri kullanılmayan “Amed” yapmış az bile yapmış.
Bu ülkede adamın biride Cumhuriyete meydan okurcasına etkili olduğu kulübün adını “Osmanlıspor” yapmadı mı?
Atatürk’ün kurduğu partinin Genel Başkanı, onun kurduğu Cumhuriyete meydan okurcasın “Ben Dersimli Kemal’im” demedi mi?
Amerikalı şarkıcı Ertha Kitt’in bu ülkenin resmi hassasiyetine gösterdiği saygıyı bile göstermeyen siyasiler, kamu görevlileri tarih bunu bir gün sizin yüzünüze en ağır şekilde vurur.
Uluslararası ilişkilerde muhataplarına gösterdiğin saygı kadar saygı görürsün.
Egemen bir ülkenin, kendi coğrafyasında kullandığı bir ismi, sen dilediğin şekilde değiştirerek kullanamazsın.
Birileri de kalkar İzmir’e ‘Smirne’, Samsun’a ‘Amisos’, Ağrı’ya ‘Ararat’ derse nasıl tepki göstereceksin.
Böyle diyenlere tepki göstermeye kalktığında  sen önce kendine bak derlerse  ne diyeceksin? 
Ülkende, sen kendi değerlerine saygı göstermiyorsan, kimseden de sana saygı göstermesini bekleyemezsin. 

2 Kasım 2014 Pazar

KÜRDİSTAN’A ADIM ADIM


Kürdistan adlı bir devletin kurulması Türkiye’yi  bölme çabaları geçmişte İngiltere’nin şimdide ABD’nin Orta Doğuya yerleşme planlarının önemli bir bölümünü oluşturmaktadır.
Amaç Musul, Kerkük petrol ve doğalgaz yataklarını  koruyacak, ABD’nin güdümünde kukla bir Kürt devleti kurdurmaktır.
Yoksa kimsenin o bölgeye demokrasi getirmek gibi bir istek ve endişesi yoktur.
Bu sadece Irak ve Suriye için değil Türkiye içinde aynı şey söz konusu, iktidarı ve muhalefeti boşu boşuna mı şekillendirdiler.
Bunun alt yapısı AKP iktidarı döneminde, “Kürt açılımı” söyleminden bile önce adım adım hazırlanmaya başlamıştı.
Hatırlanacağı üzere 17 Ocak 2007 de AKP’lilerin oylarıyla TBMM de kabul edilen Petrol yasası ile, Türkiye’de çıkarılacak petrolde devletin payını düşürüp yabancı petrol şirketlerinin önünü açan, yabancı petrol şirketlerinin önünü açmakla kalmayan, federasyon sistemini anımsatan, devlete bırakılacak payın yarısının İl Özel İdarelerine (yerel yönetimlere) aktarılmasını öngörülmüş idi.
O tarihte Cumhurbaşkanı Sayın Ahmet Necdet Sezer’di de bu yasanın bazı maddelerinin “Ulusal çıkarların göz ardı edildiği” gerekçesiyle veto etmişti.
Aynı tarihlerde Irak parlamentosunda da benzer bir yasanın görüşülmeye başlanması elbette ki tesadüf değildi.
Petrol yasalarında yapılmak istenen değişiklikler ile sorunun Musul Kerkük petrol ve doğalgaz yataklarına egemen olmak için, ABD güdümünde kukla bir Kürt devleti kurdurulması çabası olduğu açıkça görülüyor, artık bunu kimse de saklamak gereğini bile duymuyor.
Demokrasi getiriyoruz adı altında Kuzey Irak’ta ABD güdümünde  kurdurulan sözde Kürt Devleti’nin  askeri gücü olan “Peşmerge” denen güruhun omzunda ABD bayrağı var. Bunun bir anlamı yok mu?
Bu yaşanırken, Öcalan sınırların yeniden tartışılması için “Bir Missak-ı Milli Komisyonu” kurulmasını öneriyor.
PKK’nın Avrupa’daki temsilcisi Zübeyir Aydar “….sadece Türkiye içinde değil bölgedeki tüm Kürtlerle Avrupa Birliği benzeri sınırların ortadan kalktığı demokratik birlik modeli olsun istiyoruz..” diyor.
Peki AKP iktidarı ne diyor?
Davutoğlu’nun 62. Hükümet programında bu söylenenlere çanak tutulduğunu görüyoruz.
Hükümet programında “sınırları geçişken kıldıklarını” övünerek ilan ediyor.
19 Ekim günü akil adamlar toplantısında Davutoğlu’nun söyledikleri çok daha vahim “….Kürtlerin devleti Türkiye Cumhuriyeti’dir, Ya bu sınırlar barışçıl yöntemlerle  anlamsızlaştırılacak ya da acımasız çatışmalar yaşanacak”
Aslında AKP iktidarı sayesinde hudutlar hakikaten anlamsızlaştı, yol geçen hanına döndü, kevgir gibi.
Gelen geçen belli değil.
Bunları, Öcalan ve Zübeyir Aydar’ın söyledikleri ile birlikte okuduğunuz zaman AKP İktidarının da ABD güdümünde Kukla bir Kürt devletinin oluşması konusunda  uzlaştığı anlamı bile çıkar.
Bir de buna, Ana Muhalefet Partisinin, biz iktidar olduğumuz zaman,   Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na Türkiye’nin koyduğu bütün çekinceleri kaldıracağız dediği, Öcalan, Aydar ve Davutoğlu’nun söylediklerine en ufak bir tepki vermedikleri düşünülürse, ülkenin bölünmez bütünlüğünün  ne kadar tehlikede olduğu ortaya çıkmaktadır.
Kukla Kürt devletinin Kuzey Irak bölümü gerçekleşti, Türkiye’nin de katkılarıyla Kuzey Suriye ayağı tamamlanacak, kala kala önemli ve en büyük parça olan Türkiye ayağı kalacak.
Oda aslında fiilen kuruldu, baksanıza Başbakan’ın çiçeği burnunda başdanışmanı Etyen Mahçupyan bölgede  “Kamu Düzeni PKK’nın elinde” diyor.
Mahçupyan, açılım destekçilerinin ne kadar aymaz olduklarını açıklaması ile ortaya koyuyor, diyor ki “PKK çözüm sürecinde çok şey kazandı. Gücünü perçinledi. Öyle ki, bölgede kamu düzeni şu anda devletin değil PKK’nın elinde” 
Bölgede kamu düzeni bölücü terör örgütünün elinde olduğuna göre iş bitmiş.
Şimdi bundan sonra, iktidarı ve muhalefeti ile  acze düşürülmüş Türkiye Cumhuriyeti Devleti, gözlerimizin önünde adım adım kurulan kukla Kürt Devletindeki Barzani ve Apo arasında yaşanacak iktidar kavgasını seyredecek.