29 Haziran 2014 Pazar

VİCDANIM RAHAT

Ekmeleddin İhsanoğlu’nun Kılıçdaroğlu’nun önerisi ile CHP-MHP’nin ortak Cumhurbaşkanı adayı olarak gösterilmesinden sonra, bu adaya karşı görüşlerimi defalarca anlattım.
Değerli dostum, düşün adamı Nazım Güvenç’in söylemiyle  laik bir ülkenin Cumhurbaşkanından ziyade “Halife” olmaya yakışacak birini CHP Genel Başkanı’nı emri vakisiyle, PM’nin yetkilerini gasp ederek  önermesi, en başta Atatürkçü, laik kesimde  bir şok etkisi yarattı.
Bu şahsı  AKP aday göstermiş olsaydı, laik kesim buna yine tepki verir fakat şaşırmazdı, ama öneri  ciddi ciddi CHP Genel Başkanı’ndan geldiği için hayretler içinde kaldılar.
Bu hayretlerini birde Kılıçdaroğlu’nun “Ekmeledin beyi tanıdıkça seveceksiniz” sözü daha da arttırdı.
Bu söz daha çok ebeveyn zoruyla, görücü usulü evlendirilen çiftler için söylenir. “Yavrum takma kafanı bir birinizi tanıkça seveceksiniz”
İşte olay tam bu kıvamdadır.
Milletvekillerini köşe yazılarımda olsun, katıldığım  televizyon programlarında olsun uyarmaya çalıştım. Anlaşılıyor ki, bir kısım milletvekilleri imza vermese de CHP Ekmeleddin İhsanoğlu’nu aday gösterecek.
Ben bir CHP’li olarak üstüme düşen görevi partim açısından yaptım.
Ama Kılıçdaroğlu’nun ŞİMDİ, YERİ, ZAMANI DEĞİL korosu, “Ekmeleddin İhsanoğlu’na oy vermemek Tayyip Erdoğan’a yarar”, “Şimdi destek verelim sonra içerde hesaplaşırız gibi” aklımızla alay eden söylemleri gene bülbül gibi şakımağa başladılar.
Hele birde gücü, ağırlığı, derinliği kendinden menkul biri de çıkıp “Gerekirse disiplin hükümlerini uygularız” demedi mi; ört ki ölem.
3 Temmuzdan sonra Ekmeleddin İhsanoğlu hakkında tek satır yazmayacağım. Televizyon programlarında adını ağzıma almayacağım.
Ana sakın bunu hiç kimse hele gücü, ağırlığı, derinliği kendinden menkul zatı muhterem, onun tehdidinden korktuğumuzu falan zannetmesin.
Aklımızla alay eden bül bül korosunun mensupları da söylediklerini ciddiye aldığımızı zannetmesinler.
Susmamızın tek sebebi Kılıçdaroğlu’na kaybedilecek seçimin sorumluluğunu üstünden atmasına fırsat vermemek içindir.
Ey CHP’li Milletvekilleri, halife adaylığına daha çok yakışacak bir zatı muhteremi CHP Cumhurbaşkanı olarak aday göstermek için imza attınız ya tarih sizi affetmeyecek.
Hiç kimse çıkıp da  “içimize sindiremedik ama ne yapalım parti kararına uyduk” demesin.
Öncelikle alınan karar bir parti kararı değildir, zira partinin yetkili organlarının bir kararı değildir.
Kılıçdaroğlu’nun şahsi kararıdır.
Sizin İmza atma nedeniniz 2015 seçimlerinde adaylık tehlikeye girmesin diyedir.
 Ne olur aklımızla alay etmeyin.
Davranışınızı kabul etmek mümkün değildir. Bu davranış gerçek CHP’li bir milletvekilinin davranışı olamaz.
Bu sessizliğiniz ilk defa olmuyor.
Alıştık sizin bu davranışlarınıza.
Partimizden milletvekili yapılıp da “Ben CHP Milletvekiliyim ama CHP’li değilim” diyen devşirmelerin, Atatürk’e, İsmet Paşa’ya katil demelerine bile ses çıkartamadınız.
Niye ses çıkartamadınız çünkü bu devşirmeleri Kılıçdaroğlu getirmişti partiye, onu kızdırmamak için sustunuz.
Kılıçdaroğlu çıktı, Cumhuriyetin söylemi TUNCELİ yerine, feodalitenin söylemi olan “Dersim” dedi, oralı bile olmadınız.
Kılıçdaroğlu bugünkü CHP, 1930 ların CHP si değil dedi, aynı sözü devşirme bir Fetocu söyledi, yani şanla şerefle dolu CHP tarihine dil uzatıldı sesiniz çıkmadı.
Bu söylemi bir ilericilik zannetiniz.
Bundan sonraki yazımda 1930 larda neler yapıldığını yazacağım, belki yüzünüz kızarır.
Şimdi bir sözüm de sayıları az da olsa, yeni bir aday çıkartma çabasında olan iyi niyetli Milletvekillerine, görülüyor ki CHP-MHP’nin çatı adayı diye Türk halkına yutturulan Ekmeleddin İhsanoğlu’nun çekilmesi söz konusu olmayacak, o zaman sakın bir yeni aday çıkartmayın.
Bu Kılıçdaroğlu’nun işine yarar, Ekmeleddin Bey seçimi kaybedince, “İşte bu ulusalcılar aday çıkarttılar da biz seçim ondan kaybettik demesine” yardımcı olur.

Ben bugüne kadar bir CHP li olarak yazmam söylemem gereken her şeyi adaya imza atanlara da, buna essiz kalanlara da söyledim, yazdım o bakımdan vicdanım rahat.

25 Haziran 2014 Çarşamba

TARİHİ KARŞİSINDA SORUMLULUK


Geçmiş dönemlerde CHP’den  Milletvekilliği, Bakanlık yapmış siyaset adamları bir araya gelerek “Cumhuriyetin Çankaya’sı için….” diye bir bildiri kaleme aldık, kimi bu bildiriyi “yumuşak!” buldukları için, kimisi, bence kendi içlerinde daha tutarlı olarak, önümüzdeki seçim de milletvekilliği adaylığı için baş vurmayı düşündüklerini söyleyerek imza koymadılar.
Bu davranışları içimize sildiremesek bile, herkes aynı düşünceyi paylaşmak zorunda değil diye düşünerek kabullendik.
Bildiri basında bütün engellemelere rağmen bize göre ciddi yer buldu.
İşte o bildiri:
Cumhuriyetin Çankaya’sı için….
Cumhurbaşkanlığı için çatı aday olarak önerilen Ekmeleddin İhsanoğlu, laik, demokratik Türkiye Cumhuriyetinin temel değerlerine, Atatürk ilke ve devrimlerine duyarlı bir aday değildir. Çatı aday olarak önerilen bu isim kamuoyuna açıklandığı andan itibaren laik demokratik Türkiye Cumhuriyetinin temel değerlerini, Atatürk ilke ve devrimlerini benimsemiş toplum kesimlerinde hayal kırıklığı yaratmış, bu durum giderek büyük bir tepkiye dönüşmüştür. Başarılı olamayacağı açıktır.
Ülkede ve bölgede yaşanan olaylar da dikkate alındığında, bu aday ile seçime gidilmesi tarihi bir hata olacaktır. Henüz adaylığı kesinleşmemiştir. Vakit varken hatadan dönülmeli, Cumhuriyetten, Laiklikten, Atatürk Devrimlerinden, Demokrasiden yana; Hukuk Devleti ilkelerine, milli ve manevi değerlere bağlı, ülkemizin çıkarlarını kararlılıkla savunacak bir Cumhurbaşkanı adayı belirlenmelidir. AKSİ TAKDİRDE ORTAK ADAY OLARAK ÖNERENLER, ÖNERİNİN ALTINA İMZA ATANLAR TARİH KARŞISINDA SORUMLU OLACAKLARDIR.
Tarihe ve geleceğimize karşı sorumluluk duygusu ile kamuoyuna saygı ile duyururuz.
1-Kemal Anadol –İzmir 2-Mehmet Boztaş-3-Onur Öymen- Bursa 4-Ergün Aydoğan-Balıkesir 5-Mustafa Kemal Palaoğlu-Sıvas 6-Algan Hacaloğlu-İstanbul 7-Şahin Mengü-Manisa 8-Vedat Yücesan-Eskişehir 9-Cevdet Selvi-Kocaeli 10-Salih Gün-Kocaeli 11-İsmail Özay- Çanakkale 12-Ufuk Özkan-Manisa 13- İsa Ayhan Aydın 14-Abdürrezak Erten- İzmir 15-Kasım Parlar-Çorum-16-Orhan Eraslan-Niğde 17-Orhan Akbulut-Sıvas 18-Tuncay Ercenk-Antalya 19-Engin Ünsal-İstanbul 20-Hakkı Akalın- İzmir,  21-Tayfun İçli-Eskişehir  22-Prof. Dr Necla Arat-İstanbul, 23-Mehmet Neşşar-Denizli 24-Rahmi Güler-Ordu 25-Suat Binici- Samsun 26- Hulusi Güvel-Adana 27-Gökhan Durgun-Hatay 28-Fuat Çay – Hatay 29- Zekeriya Akıncı-30-Önay Alpago-Eski Bakan 31-Ali Rıza Bodur-İzmir 32-Salih Gün-Çanakkale  33-Bülent Baratalı-İzmir 34-Esfender Korkmaz- İstanbul 35-Enis Tütüncü- Tekirdağ 36-Hikmet Erenkaya-Kocaeli 37-Tacidar Seyhan-Adana 38-Mesut Değer-Diyarbakır 39-Şerif Ertuğrul-Muş  40-Mehmet Sevigen-İstanbul 41-Mahmut Yıldız-Şanlı Urfa 42-Adülaziz Yazar-Hatay -43 Canan Arıtman-İzmir  44-Suat Çağlayan-İzmir”
Bu imzacılar için  asıl olan, son kez, imza atacak Sayın Milletvekillerini  iyi niyetle uyarma çabasıdır.
Hiç kimse Cumhuriyet Halk Partisi tabanını siyasi İslam’ın tonları arasında bir tercih yapmaya mecbur  etme hakkına sahip değildir.
Ben bir tek şahsın, o şahıs ki Atatürk’ü ve onun en yakın arkadaşlarını “CHP 1930’ların CHP’si değildir diye suçlayan kişidir.”-tercihini, dayattığı siyasal İslamcı bir adayı, kabullenmek zorunda değilim.
Ülkenin ve özellikle CHP’nin bütünleşmeye en çok ihtiyacı olduğu bir dönemde, CHP’yi parçalamaya yönelik, bilerek ve isteyerek yapılmış bir hamleye destek vermeyi kabullenemiyorum.
Bir fiile sessiz kalarak da destek verilir, eylemsizlikte bir eylemdir, sessiz kalmak kimseyi tarih önündeki sorumluluktan geri koymaz.
Birbirinden farklı nedenlerle gelişmeleri sessice seyredenlerin de tarih karşısında sorumlulukları, en az bildiriyi imzalayanlar kadardır.   




22 Haziran 2014 Pazar

SUÇLU AYAĞA KALK


Batının tarihe gömmek istediği Atatürk Cumhuriyeti, bu ülke üstündeki projelerin adım adım hayata geçirilmesi ile gerçekleştiriliyor..
AKP iktidarı ile laik cumhuriyete karşı yürütülen karşı devrim,  bunun ilk adımı idi.
Ergenekon, Balyoz ve bunlar gibi davalarla yüzlerce ülke aydınını ve askerini susturmak ikinci adımdı, başarıyla hayata geçirildi.
Bu projenin en zor olan üçüncü adımı CHP’yi  “ehlileştirmek” ti, Baykal ve sonrasında ulusalcılara yapılan operasyonla bu da gerçekleştirildi.
Bu üçüncü adım sadece bir kaset operasyonu ile başlayıp,parti içinde kalan  diğer ulusalcıların tasfiyesi ile bitmiş bir hareket değildir.
CHP’yi “ehlileştirmek” operasyonu, İYİ NİYETLİ birçok kişi ve kurum kullanılarak uzun süren çabalarla gerçekleştirilmiştir.
Biraz geriye doğru gidelim,  CHP’yi ehlileştirmek için seçilen Kemal Kılıçdaroğlu’nu, Tuncay Özkan’ın Kanaltürk Televizyonun da, Tuncay Mollaveisoğlu ile program yapıncaya kadar   kim tanıyordu?
Kimse tanımıyordu.
Ama bu programlar sonrasında toplum tanımaya başlamıştı.
Sonra bir başka televizyonda üç ayrı  programda toplum nezdinde “dürüst” siyasetçi imajı kazandırıldı.
2010 yılında CHP’nin olağan Kurultay’ına günler kala o çirkin, ahlak dışı kaset olayı patlamış ve koskoca Cumhuriyet Halk Partisi büyük bir şaşkınlık ve panik yaşamıştı.
Bu büyük kriz sırasında, akla hemen o “dürüst” siyaset adamının adı  geldi.
Kılıçdaroğlu’nun böyle bir görev için parlatıldığını hiç birimiz göremedik.
CHP’yi kurtarmak, selamete çıkartmak gayretiyle, “parlatılan”, “gayri samimi” Kılıçdaroğlu’nu, kurtuluş savaşını yapmış Cumhuriyet halk Partisi’nin başına geçirmek için, kişiyi bile tam  tanımadan, önünü arkasını düşünmeden,  büyük bir çaba sarf ettik.
Başarılı da olduk!
Cumhuriyet Halk Partisi, Kılıçdaroğlu ve devşirme ekibinin çabalarıyla, tüzüğünde, programında yazan ideolojisini terk etti.
Hiç sesimiz çıkmadı, bunu yaparken de, ülkenin huzuru, iç barış, kardeşlik gibi kavramlar kullanıldı.
Sanki, ülkenin huzuru, iç barış, kardeşlik için Atatürk ve Atatürkçülükten vaz geçmek gerekirmiş gibi.
Kişi topluma, bizlere “dürüst” olarak algılatıldı.
Bu nedenle, herkes onun aday tespit çalışmaları sırasındaki çabalarını iyi niyetli, dürüst çabalar olarak gördü ve takip etti.
Ama aklında, daha doğrusu kulağına söylenen Cumhurbaşkanı adayını bilmesine rağmen, siyasi partileri, sivil toplum kuruluşlarını gezerken, orada söyledikleri ile kafasının içindeki çok farklı imiş.
Yani bu ülkenin insanları ile “kafa bulmuş”
Gerçeği onlardan saklamış. Bunu yaparken de, bazı insanların isimlerini ortaya atarak  o insanları tartışmanın odağına koymuş, haklı haksız eleştirilerin hedefi haline getirerek yıpratmıştır.
Bütün bu yapılanlar, iyi niyetli parlatmalar, Kemalizm’i Cumhuriyet Halk Partisi eli ile tarihe gömmek, onu tarihe gömerken de siyaseti, İslam sınırları içinde yapmaya alıştırmak.
Yani din bezirganlığında AKP ile yarışmak.
İşte Ekmeleddin İhsanoğlu’nun adaylığı Cumhuriyet Halk Partisi’nin ideolojisinden kopup kopamayacağının turnusol kağıdı olacaktır.
Ama artık hepimiz, Cumhuriyet Halk Partisi’nin bu hale gelmesinde sorumluyuz. Kemal Kılıçdaroğlu’nu Atatürk’ün koltuğuna oturtan herkes, büyük açıklıkla ben suçluyum demek zorundadırlar.
Siyasetçi öngörüsü olan, olması gereken insandır. Ben bugünleri göremedim demek hakkı/hakkımız yoktur.
Siyasetçi de insandır, o da hata yapar. Hatadan dönmek, hatasını kabul etmek bir erdemdir.
Ben bu konudaki günahlarım için kendi adıma, gerçek Cumhuriyet Halk Partilerden, bu ülkenin Cumhuriyetin temel değerleriyle sorunu olmayan herkesten, Cumhuriyet halk Partisi’nin dolayısıyla ülkenin bu hale gelmesinden  dolayı kendi adıma ÖZÜR DİLİYORUM.
Cumhuriyet Halk Partisini “ehlileştirme” operasyonuna, bilerek bilmeyerek, katkı veren herkes de özür dilemelidir.
Aksi halde tarih bizlere “suçlu ayağa kalk” diyecektir.       





 

 



  

18 Haziran 2014 Çarşamba

ATATÜRK’ÜN KEMİKLERİ SIZLIYOR

Okyanus ötesinin önermesiyle CHP, Atatürk’ün koltuğuna ılımlı İslamcı ve Osmanlıcı bir aday gösterilmesi üzerine, CHP tabanın büyük bölümü de buna tepki verdi.
“Korku imparatorluğu” nu yıkma iddiasıyla gelen Kemal Kılıçdaroğlu’nun,  bu davranışı hem usul ve hem de esas yönünden yanlıştır.
Usul yönünden yanlıştır, zira Kılıçdaroğlu, Parti Tüzüğünde yer alan“Partiyi Genel Başkan temsil eder”  hükmünü işine geldiği gibi, yetkili organların yetkilerini gasp eder diye yorumlamıştır.
Kurultaydan sonra partinin en yetkili organı olan  Parti Meclisi,Kılıçdaroğlu tarafından yok kabul edilmiştir.
CHP Parti Meclisi, partinin bir koalisyon ortamında hükümete katılıp katılmama, hükümetten çekilme, seçimlerde aday saptama yöntemlerini belirleme gibi çok hayati  konularda tek yetkilidir.
Cumhurbaşkanı adayı belirlenmesi konusu, her halde Parti Meclisinin yukarıda saydığımız yetkilerinden daha az önemli değildir.
Kılıçdaroğlu, Parti Meclisi’ni hiçe sayarak, emrivaki yaratarak “çatı adayı” belirlemiştir ve buna tepki veren, “bizde başka aday çıkartalım” diyenler hakkında yakın çevresine “bedelini öderler” diye tehditler savurmaktadır.
Çatı adayı olarak belirlenen  ılımlı İslamcı, Osmanlıcı aday partinin yetkili kurullarından geçerek, “partinin adayı” olarak ilan edilmediğine  ve Kılıçdaroğlu tarafından da “parti adayı olmadığı” defalarca vurgulandığına göre nasıl “bedel ödetecektir” 
Ekmeleddin B
eyin babası, “laik Türkiye’de yaşayamam” diye Türkiye’yi terk eden Mehmet Akif’in yakın dostudur. Akif ülkeyi terk ederken o da onunla beraber ülkeyi Terk etmiştir.
Akif 1936 da ülkesine dönmesine rağmen İhsan bey dönmemiştir; Ekmeleddin Bey’in Kahire de doğmasının sebebi, babasının görevi nedeniyle değil anlattığım nedenledir
Elbette babasının tutum ve davranışlarından evlatlar sorumlu değildir, ama yetiştiği iklimi anlamak açısından önemlidir.
Ama şu kadarını söylemek yeterlidir, Ekmeleddin Bey de babasını takip ederek kendini İslam’a adamıştır.
Yapılan emrivaki esas yönünden de yanlıştır.
CHP tabanına yapılan bu dayatma, Kılıçdaroğlu’nun parti tabanını hiç tanımadığını ortaya koymaktadır.
CHP tabanı, bir Cumhurbaşkanı adayında öncelikle gösterilen adayın, Cumhuriyet,laiklik,demokrasi üçgenini korumaya kararlı olup olmadığına bakar.
CHP tabanı, Cumhurbaşkanı adayının, Anayasanın 2. maddesinde belirtilen ilkeleri özümseyip özümsemediğini düşünecektir.
CHP tabanı, Cumhurbaşkanı adayının, Anayasanın 103. Maddesine göre içtiği andı içselleştirip içselleştirmediğine bakacaktır.
İddialara göre, 2007 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce, Ekmeleddin İhsanoğlu Tayyip Beyin kafasının arkasındaki Cumhurbaşkanı adayı imiş.
Eğer başka aday çıkmazsa, Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin  tabanına yaptığı emrivaki ile Cumhurbaşkanlığı yarışı iki laiklik karşıtı arasında olacaktır.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun  CHP’nin tarihiyle ve temel değerleri ile sorunu olduğu görülüyordu, şimdi de Atatürk’ün koltuğuna  kendisi gibi Cumhuriyetin temel değerleriyle sorunu olan ve ayrıca laiklik karşıtı ılımlı İslamcı, Osmanlıcı bir kişiyi aday göstermesi, o rövanşist  ruh halinin bir yansımasıdır.
Kurultay delegelerinin, PM, il, ilçe örgütü üyelerinin   bu emrivakiye tepkisiz kalmayacaklarını umut ediyorum.
Bu kişiler ve CHP tabanı bu emrivaki adaya sessiz kalırlarsa, önce Atatürk’ün iki büyük eserinden biri olan CHP yok olmaya, sonrada savunmasız kalan Türkiye Cumhuriyeti, Tayyip Erdoğan’ın elinde süratle parçalanmaya gidecektir.
Unutmayalım Türkiye’yi kurtarmak için önce CHP’nin kurtarılması gerekmektedir.
Tarih yazan, düveli muazzama ya kafa tutan, imparatorluğun küllerinden bir Cumhuriyet yaratan  CHP’yi, edilgen, dışarıdan alınan talimatlarla yönetilen bir parti haline getirdiler.
Bağımsızlık karakterimdir” diyen Atatürk’ün ve onun silah arkadaşlarının kemiklerini sızlatmaya hiç kimsenin  hakkı yoktur.

15 Haziran 2014 Pazar

SIFIR DOST

          
Kifayetsiz muhteris Davutoğu’nun sığlığına terk edilmiş, gerçeklikten uzak dış politika uygulamaları ülkeyi bir felaketin eşiğine getirdi.
Irak Şam İslam Devleti isimli aşırı Sünni/dinci örgüt körfez ülkelerinin özel ve resmi paraları ile desteklenirken, insan kaynağı da, dünyanın her tarafından gelerek Türkiye üzerinden Suriye’ye geçmelerine izin verilen militanlardan oluşuyor.
Suriye’de katliamların ISİD üyelerince gerçekleştirildiğine inan uluslararası  Af Örgütü Türk Hükümeti’nden de, “Suriye’de ciddi bir şekilde insancıl hukuk ihlali gerçekleştiren ISİD ve diğer silahlı gruplara, Türkiye üzerinden savaşçı ve silah akışının engellemesini” istemiştir.  
On gün öncesine kadar terör listemizde olmayan ve fakat Başbakanın hala terörist diyemediği ISİD, Suriye’de “Esed” ile savaşırken ,bir taraftan da Irak’ta  Şii Malikiye karşı, Sünni ayaklanmasını örgütlediği ortaya çıktı.     
1916 Sykes-Picot düzenin çizdiği sınırları yıkıp bir İslam devleti kurmayı amaçlayan örgüt, bu amacına ulaşmak içinde Irak-Suriye sınırını belli bölgede ortadan kaldırarak bu yolda önemli bir kazanım elde etti.
Türkiye, Suriye’de PYD kazanımlarına karşı  bir denge oluşturduğu düşüncesiyle, ISİD’e kol kanat gerdi.
ISİD’in Irak’ta başlattığı, Musul’u işgale kadar varan, Kerkük ve hatta Bağdat’a doğru yürüme ihtimaline karşı, şimdi uluslararası  bir askeri harekattan söz edilmeye başlandı.
Irak’a bir askeri müdahale gündemdeyken Obama, “Amerikan kara ordusunu kullanmayacağını” açıkladı.
Kara harekatı olmadan sonuç alınamayacağına göre, ABD’nin olmadığı yerde  müdahaleyi, “uluslararası toplum” kisvesi altında sadece orada Saddam sonrası oluşan, bölünmüş Irak’taki  düzeni tekrar tesis etmeye yarayacak böyle bir operasyona Türkiye karıştırılırsa, Türkiye bu felaketin altından nasıl kalkacaktır?
Yıllardır, Türkiye’ye terör ihraç eden PKK’nın Kuzey Irak’daki mevcudiyetine karşı, hem BM Güvenlik Konseyinin 1373 Sayılı Kararının ve hem de Irak Anayasasının 7. Maddesinin kendisine verdiği yetkiyi kullanmayan/kullanamayan Türkiye, palazlanmasına katkı sağladığı örgüte karşı Türk askerini nasıl kullanacak, bunu kamuoyuna nasıl izah edecektir.
Davutoğlu’na kadar Türk dış siyasetinin “Arapların iç işlerine karışmama ve kendi aralarındaki çatışmalarda tarafsız kalma” politikasından uzaklaşılması, Türkiye’yi bir felaketin eşiğine getirmiş durumdadır.
Beşar Esad Yurt Gazetesi’ne verdiği bir röportajda” Radikal İslam’ın ideolojisi, toplumu yakan bir alevdir. Bu alev genişler, yarın Türkiye’yi de ‘kafirler’den temizlemek için cihad başlatırlar. Yarın Suriye yanarken Türkiye rahat edemez. Sınırlarını bu teröristlere açmanın bedelini ağır öder” demişti. Gelinen nokta budur.
Irak ve Suriye’nin toprak bütünlüğü Türkiye için çok hayatiyken her iki ülke de parça parça oldular.
Suriye’de Esad’ı devirmek uğruna beslenen ISİD, tüm bağımsız ve laik devletler için tehdit ve tehlike haline geldi.
ISİD’in Türk Konsolosluğunu işgal edip vatandaşlarımızı rehin alması ve Şiilere karşı takındığı insanlık dışı düşmanca tavırlar, ülkemizde laikliği yeniden anlama fırsatı olursa bu bile bir kazanç olacaktır.
Türkiye, Büyük Ortadoğu Projesi’nin peşinden koşanların ham  hayallerine kapılıp bölgeyi karıştırmasaydı, ne Suriye bir iç savaşa sürüklenip parçalanır, ne İSID gibi terör örgütü dünyanın başına bela olurdu ve ne de Irak bir istikrarsızlık bölgesi olurdu.
Türk hükümeti, Türkiye’nin Davutoğlu’na kadar bölgede uyguladığı, “Arapların iç işlerine karışmama ve kendi aralarındaki çatışmalarda tarafsız kalma” politikasından uzaklaşılmış, uzaklaşılırken de mezhebe dayalı bir dış politika yürütülerek, vahim stratejik ve taktik hatalar yapılmış, Türkiye’nin iç ve dış güvenliği tehlikeye atılmıştır.
Bu tablo, yüzyıllara dayanan bir devlet geleneğinin varisi olan Türkiye Cumhuriyeti’ne yakışan bir tablo değildir.
Sonun da komşularımızla sıfır sorun değil, sıfır dostluk kalmıştır.
Türkiye’yi bu hale düşürenlerin ödemeleri gereken, hem hukuki ve hem de siyasi bir bedel olmalıdır.



11 Haziran 2014 Çarşamba

BAŞBAKAN İSTİFA ETMEK ZORUNDA MIDIR?


Cumhurbaşkanını ilk defa halk seçecek.Bu seçim “Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu” hükümlerine uygun olarak yapılacaktır..
Bu yasanın “Adayların Görevden Ayrılması ve Göreve Dönmesi” başlıklı 11.maddesi “MADDE 11 – (1) Cumhurbaşkanı adayı gösterilen hâkimler ve savcılar, yüksek yargı organları mensupları, yüksek öğretim kurumlarındaki öğretim elemanları, Yükseköğretim Kurulu, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu üyeleri, kamu kurumu ve kuruluşlarının memur statüsündeki görevlileri ile yaptıkları hizmet bakımından işçi niteliği taşımayan diğer kamu görevlileri, belediye başkanları ve subaylar ile astsubaylar, siyasi partilerin il ve ilçe yönetim kurulu başkan ve üyeleri ile belediye meclisi üyeleri, il genel meclisi üyeleri, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ile sendikalar, kamu bankaları ile üst birliklerin ve bunların üst kuruluşlarının ve katıldıkları teşebbüs veya ortaklıkların yönetim ve denetim kurullarında görev alanlar, aday listesinin kesinleştiği tarih itibarıyla görevlerinden ayrılmış sayılır.Bu durum Yüksek Seçim Kurulunca aday gösterilenin bağlı bulunduğu bakanlığa veya kuruma derhal bildirilir.
(2) Yüksek mahkeme üyeleri, hâkimler, savcılar ve bu meslekten sayılanlar ile subay ve astsubaylar hariç olmak üzere, Cumhurbaşkanı adayı gösterilen Devlet memurları ve diğer kamu görevlileri, adaylığı veya seçimi kaybetmeleri hâlinde, Yüksek Seçim Kurulunca Cumhurbaşkanının seçildiğinin ilân edilmesini takip eden bir ay içinde müracaat etmeleri kaydıyla eski görevlerine veya kazanılmış hak aylık derecelerindeki başka bir göreve dönebilirler.” Hükmünü getirmiştir.
Burada tartışılacak konu, Başbakan Tayyip Erdoğan veya herhangi bir bakanın aday olduğu takdirde görevlerinden ayrılmak zorunda olup olmadıkları hususudur.
O zaman tartışılması gereken, Başbakan ve bakanların hukuki statüsünün ne olduğudur.
3046 sayılı “Bakanlıkların Kuruluşu ve Görev ve Esasları Hakkında”  yasanın 21. Maddesine göre Bakanlar bakanlık kuruluşunun en üst amiri olarak en azından anayasanın 129. Maddesinde belirtilen “diğer kamu görevlisi” tarifi kapsamına girmektedir.
Bakan eğer kamu görevlisi ise Başbakan da evleviyetle kamu görevlisidir.Zira; Başbakan da bir bakandır.
Yargıtay Hukuk Genel kurulu, 2009 yılı sonlarında verdiği bir karar da Başbakanı ve bir Bakanı hakkında, verilen yargı kararlarını yerine getirmemekten şahsen sorumlu olduklarına dair karar verirken “…bu nedenle yargı kararlarının uygulanmamasından  doğan zararlardan İdari Yargılama Usul Kanunun 28. Maddesi uyarınca şahsen sorumlu olduklarına karar vermiştir.
İdari Yargılama Usul Kanunun 28. Maddesinin 4. Fıkrasının son cümlesinde de “…kararı yerine getirmeyen kamu görevlisi aleyhine de tazminat davası açılabilir” dendiğinden, başbakan da kamu görevlisidir.
.
Zimmet, irtikap, rüşvet alma, görevi kötüye kullanma, göreve ilişkin sırrın açıklanması, kamu görevlisinin ticareti gibi suçların işlenmesi durumunda, bakanlar  Türk Ceza Kanunun uygulanması bakımından memur sayılmaktadırlar.
Durum böyle olduğuna göre, Başbakan Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunun “Adayların görevden ayrılması ve göreve dönmesi” ni düzenleyen 11. Maddesine göre, görevden ayrılması gerektiği yasa hükmü olan kamu görevlilerinden, ismen belirtilmemiş “diğer kamu görevlileri” kapsamına girmektedir.
Başbakan’ın kendisin istifasına bile gerek yoktur, Cumhurbaşkanlığı aday listesinin kesinleştiği tarih itibariyle yasa gereği GÖREVİNDEN AYRILMIŞ SAYILIR.
Başbakanın görevinden ayrılması onun istifasına bağlı değildir, aday listesi kesinleştiği anda zaten görevinden ayrılmış sayılacaktır.
Etik olan, eğer başbakan aday olursa, listenin kesinleşmesini beklemeden istifa etmesi durumudur.
Başbakan, Cumhurbaşkanlığına aday olursa,aday listelerinin kesinleştiği gün yasal olarak görevinden ayrılmış sayılacağından, yani seçime zaten Başbakan olarak katılamayacağından,  listelerin kesinleşmesini beklemeden ETİK olarak istifa etmelidir.   











8 Haziran 2014 Pazar

“DİKTATÖR”E SAYGILAR.


AKP Hükümetinin bakanlarının İmralı’da oturan bebek katili ile gizli kapaklı görüşmeler yaparak ülkenin bölünmesinin yol haritasını çizdikleri artık ortaya çıktı.
Hükümetin bakanları, bebek katili bölücü başıyla  gizli kapaklı görüşme yapıp ona yalvarırlar, ricacı olurlarsa, aşağılık kompleksi içinde çırpınan biri de çıkar, onun kurduğu TBMM’nin  çatısı altında, cehaletini ve nefretini   ortaya koyan  “Kemalizm dediğiniz şey bir parça Hitler, bir parça Mussolini’dir” sözünü de sarf edebilir.
Bunlar hep iki yüzlü olmuşlardır. Biraz sıkıyı görünce “Barış Dili”nden bahis ederler, ortamı biraz müsait buldular mı da, küstahlaşmaya başlarlar.
Kurtuluş savaşının başlayıp sürdüğü ve Cumhuriyetin kurulduğu dönem, Dünyada parlamenter demokrasinin değil, komünist ve faşist diktatörlüklerin yaygılaştığı bir dönemdi.
Kuzeyimizde, Sovyetler Birliğinde komünist bir diktatörlük, İtalya’dan başlayarak da, Almanya’da,İspanya’da,  Portekiz’de faşist dikta rejimleri kurulmuştu.
Bugün, biraz Hitler, biraz Mussolini iftirasına uğrayan Mustafa Kemal, Avrupa’nın büyük bölümünde sağlı sollu dikta rejimlerinin  bulunduğu o dönemde, daha Kurtuluş Savaşı’nda, 23 Nisan 1920’de yani bundan tam 94 yıl önce parlamenter demokrasinin temellerini Anadolu’da atıyordu.
Savaşın en yoğun olduğu, aydını, okuryazarı çok az olan, yani eğitimsiz bir toplumu, ortaçağ karanlığından çıkartarak, ülkede parlamenter demokrasiyi oturtmaya çalışıyordu.
Bu sadece biz Türklerin yaptığı bir tespit değil, dünyaca ünlü Fransız siyaset bilimci Prof. Maurice Duverger’in de tespitiydi.
Ünlü bilim adamı, Kemalizm’i hak ettiği yere oturtuyor ve
“Kemalist tek partinin birinci özelliği, demokratik bir ideolojiye sahip bulunmasıydı.Tek partinin şefleri için ideal çoğulculuktu. Mustafa Kemal’in siyasal rejimi, çoğulculuğun üstün bir değer olduğunu kabul ediyor ve çoğulcu bir devlet felsefesi içinde işlevini yerine getiriyordu. Üstelik Türk tek partisinin, yapısal açıdan da totaliterlikle hiçbir ilgisi yoktur.” diyordu.
Bu açıklamasıyla ünlü bilim adamı, Kemalizm’in,  bir kısım cahillerin, ulus devlet düşmanı bölücülerin söylediği gibi totaliter bir ideoloji olmadığını, tam aksine, demokratik bir ideoloji olduğunun altını çiziyordu.
Bugün onu faşist olmakla suçlayan, emperyalizmin yurt içindeki uşakları, sırtlarının sıvazlanmasının nedeninin, petrol ve doğalgaz üretim ve dağıtımına egemen olmak isteği olduğunu anlamayacak kadar zavallıdırlar.
Atatürk’e yapılan bu çirkin ve haksız saldırıya, mecliste sadece  CHP Uşak Milletvekili Dilek Akagün Yılmaz tepki koymuş, maalesef ona da kendi partisi gereken desteği vermemiştir.
Bu ülke açısından çok vahim bir durumdur.
Değerli, yazdıklarından ötürü bedel ödemiş saygın bir gazeteci, katıldığı bir TV programında, CHP’yi kast ederek eleştirmeyelim, dedi.
Haklı olarak bunu Tayyip Erdoğan’dan, onun otoriter yönetiminden  kurtulmak için söyledi.
Belki de haklıydı da, ama devletin ve partinin kurucusuna, bir bölücü tarafından yapılan saldırıya dahi ses çıkartmayan bir CHP yönetimini eleştirmeyerek güçlü bir parti yönetim nasıl kurulabilinir.
Büyük ve güçlü parti olabilmek için önce halkına güven vermek gerekir. Geçmişine haksız ve çirkin şekilde saldırılırken buna sessiz kalan, çok hayati bir konu hakkındaki  çözüm önerileri sorulduğu zaman “cevabını unuttum” diyen bir genel başkan ve yönetim kimseye güven vermez.
Ülkenin  şu anda en çok ihtiyaç duyduğu  husus, güçlü bir Cumhuriyet Halk Partisi ve onun başında  ortak aklın temsilcisi, güçlü bir önderdir.
Sağ, sol liboşlarla, bölücüler tarafından  her türlü saldırıya uğrarken, iki büyük eserimden biri dediği Cumhuriyet Halk Partisi yöneticilerinin  bile savunmadığı o büyük adama, “diktatöre!” saygılar sunuyorum.



  



4 Haziran 2014 Çarşamba

KİM TUTUCU, KİM İLERİCİ?

                               
Siyaset bir algı yaratma sanatıdır. Olayların ve yaşananların ne olduğundan öte, bunun geniş halk kitlelerin tarafından nasıl anlaşılması istendiği önemlidir.
Bu ülkede son yıllarda, Büyük Orta Doğu Projesini hayata geçirip, Türkiye’nin bölünmesinden yana olanlar, bütün doğruları ters çevirerek, cumhuriyetin temel değerleri ile çelişen ve çatışan algı yaratma çabasına girmişlerdir.
Bunun  örnekleri ise;
Kültür, dil ve tarih birliğine dayalı Atatürk milliyetçisiysen “TUTUCU”, Ama etnik köken milliyetçiliği yapıyorsan “İLERİCİ”,
Cumhuriyetin temel değerlerine sahip çıkıp, devletin ülkesiyle milletiyle bölünmez bütünlüğünden yanaysan “TUTUCU”, Ülke bölünsün diyorsan “İLERİCİ”,
Emperyalizme “uşak olmayalım” diyorsan “TUTUCU”, Emperyalizmin maşası olup, ülkenin bölünmesine hizmet ediyorsan “İLERCİ”,
Atatürk’e İsmet Paşaya, Diyap ağalara  sahip çıkıyorsan “TUTUCU”.Ama Seyit Rıza’ya Bedirhanoğullarına, Şeyh Saitlere methiyeler düzüyorsan “İLERİCİ”,
 Lozan’ı savunuyorsan “TUTUCU”, Sevr’i savunuyorsan “İLERİCİ”,
Bu ülkede Lozan antlaşmasında belirtilen dini azınlıklardan başka azınlık yoktur, yeni azınlıklar yaratmayacağız dersen “TUTUCU”, etnik köken ve dile  dayalı azınlıklar kabul edilmeli dersen “İLERİCİ”
Hep Türkler (etnik Türkler değil, bu coğrafya da yaşayan kültür, dil ve tarih birliğinin Türkü) “KÖTÜDÜR”,  diğerleri hep arkadan hançerleseler, ihanet etseler  de  İYİDİRLER.
Döneksen “İLERİCİ”, tutarlı isen “TUTUCU”, 
Feodalitenin savunucusuysan “İLERİCİ”, Cumhuriyetin savunucusuysan “TUTUCU”,
Ülke bölünürken, “Bak şehit cenazesi gelmiyor” diyorsan “İLERİCİ”, Ülke bütünlüğü için bedel ödenir şehit Cenazesi de gelir diyorsan “TUTUCU”,
Terörle müzakere edilir diyorsan “İLERİCİ”, hayır terörle mücadele edilir diyorsan “TUTUCU”,
Atatürk’ün altı okunu savunuyorsan “TUTUCU”, bunun ikisini atalım dersen “İLERİCİ”,
Dince kutsal değerleri siyasete alet etmeyin diyorsan “TUTUCU”, din ticareti yapanlar için, “ne var bunda” diyorsan “İLERİCİ”.
12 Eylül askeri rejimi sırasında tüm cezaevlerinde işkence yapıldı dersen “TUTUCU”, hayır sadece Diyarbakır Cezaevinde işkence yapıldı dersen “İLERİCİ”,
12 Eylül askeri rejimi sırasında insanlar solcu-ülkücü oldukları  için işkenceye uğradılar  dersen “TUTUCU”, hayır sadece Kürt oldukları için işkence gördüler dersen İLERİCİ
Feodalitenin söylemi “Dersim” diyorsan İLERİCİ, Cumhuriyetin söylemi “Tunçeli” diyorsan “TUTUCU”,
Laikliğe karşı gevşek duruşu savunuyorsan “İLERİCİ”, laikliği belirleyici kabul edersen “TUTUCU”,
“ CHP susma” ülke bölünüyor dersen “TUTUCU”, CHP bilmediği açılıma destek versin dersen “İLERİCİ”,
Ülke bölünüyor dersen “TUTUCU”, bu bölünme söylemi paranoya dersen “İLERİCİ”.
Ana dilde eğitim, buna zorlanan çocukları çok uzun süre topluma, çağdaş dünyaya  entegre olmaktan alıkoyar diyorsan “TUTUCU”, bu çocukları etnik beyazlara, egemenlere bağlı kalmalarını sağlayacak ana dilde eğitime destek verirsen “İLERİCİ”
Özetlersek, liboşların, numaralı cumhuriyetçilerin, etnik köken ırkçılarının söyledikleri “İLERİCİLİK”, ülkesiyle milletiyle bölünmez bütünlüğünden yana olanların söyledikleri “TUTUCULUK”.
Ama maalesef, liboşlar, numaralı cumhuriyetçiler, etnik köken ırkçıları, işgal altındaki Anadolu’da yerel kimliklerden, ulusal kimliğe ve ulusal dayanışmaya ulaşmayı başarmış bir toplumu, tekrar yerel kimliklere döndürmeye, parçalamaya çalışmaktadırlar.
Bunu kimileri, maddi manevi kişisel menfaatleri uğruna, kimileri ırkçılık hastalıkları nedeniyle yapıyorlar.
Bir kısım siyasi parti yöneticileri de çapsızlıkları nedeniyle, çevrelerindeki görevlilerin telkinleri sebebiyle olayları görmezlikten geliyorlar.
Tabii kim, hangi nedenlerle olursa olsun, nasıl bir tavır takınırsa takınsın,  sonunda kararı, ortak dil, ortak kültür ve tarih bilinciyle ulus olmayı başarmış Türk halkı verecektir.

   

1 Haziran 2014 Pazar

SUSMAK HAKKINIZ YOK


Ülke adım adım bölünmeye gidiyor. Devleti kuran partinin, şimdi yönetiminde bulunan ve  kendilerini  “Y-CHP”  diye niteleyen parti yönetiminden buna tek kelime itiraz gelmiyor.
Çocukları kaçırıldığı iddiasında bulunan anneler, Diyarbakır Valisi’nden değil, Diyarbakır Belediye başkanından yardım istiyor, “Y-CHP”, yönetiminde bulunan bölücülerin telkinleriyle olsa gerek, buna tepki vermiyor.
Bu durum bölgede devletin  ciddiye alınmadığının, güç ve otoritenin kimin eline geçtiğinin işaretidir.
Eşkıya güneydoğu Anadolu’dan sonra İzmir’de yol kesiyor, bu konu da, “Y-CHP” yönetimini ilgilendirmiyor.
Başbakan astığı astık, kestiği kestik, ali kıran baş kesen gibi davranıyor, “Y-CHP” yönetimimden gene ses yok.
Başbakan, Türkiye’de devamlı yaptığı gibi, dince kutsal sayılan değerleri, ANAYASAYI ÇİĞNEYEREK bu kez de yabancı bir ülkede siyasete alet ediyor, Y-CHP’den, mütedeyyinlere değil, sadece din tacirlerine yaranmak için ses çıkmıyor.
Başbakan demokrasinin bütün kurum ve kurallarını ayaklar altına alıyor, “Y-CHP” den ses çıkmıyor.
En sonunda “Y-CHP” nin Genel Başkanı, üç saat süreyle, hangi gerekçeyle olursa olsun, uçağın içinde “özgürlüğünden” mahrum ediliyor, “Y-CHP” yönetimi buna bile tepki vermekte aciz kalıyor.
Bu davranış, aşağılamaktır, alay etmektir.
Kılıçdaroğlu bunu kişi olarak içine sindirebilir, ama kendisi hukuken CHP’nin Genel Başkanı olduğu için bu yapılan, CHP hükmü şahsiyetine karşı, yani sadece Y-CHP”lilere değil,  tüm CHP’lilere karşı yapılmış bir saldırıdır.
Y-CHP’nin Genel Başkanı, nasıl bir Cumhurbaşkanı istedikleri, hangi zihniyeti temsil ettikleri,  herkes tarafından bilinen MÜSİAD ve TUSKON kurumlarına gidiyor.
Ama bu arada gerçek CHP’lilerle de konuşmaktan özenle kaçınıyor.
Tutarsızlıklar, çelişkiler, Tunceli’de İzmir’ de, Ankara’da farklı, birbiriyle çelişen sözler söylenmesi halkta inançsızlık yaratıyor
Halk, hangi söylemi, hangi davranışı doğru kabul edeceğine karar veremyor.
Cumhuriyetin söylemi “Tunçeli” demekten vaz geçip, bölücülere yaranmak için  feodalitenin söylemi “Dersim” deyince oylar mı artıyor?
Hayır, tam aksine Tunceli’de yerel seçimi kayıp ediliyor.
Yalan yanlış, Sabahattin Aliyi CHP öldürttü, Nazım Hikmet CHP zamanında yurt dışına kaçtı diyerek, tarihle yüzleşildiğimi zannediliyor? Yoksa bir kısım liboşa sempatik görünme çabası mı sergileniyor?
Tarihle yüzleşmeyi tarihçiler, bilim insanları yapar, siyasetçiler değil
Sezgin Tanrıkulu ve benzerlerini inadına yönetimde tutmanın, Cumhuriyetin temel değerlerine bağlı parti tabanında infial yarattığı  görülemiyor mu?
Bunlara ısrarla yönetimde yer verince, Doğu ve güneydoğu Anadolu da oylar mı artıyor?
Tam aksine oylar düşüyor.
Çünkü bunları en iyi o bölge halkı tanıyor.
Bütün bu siyasal gerçekler yaşanırken, ülke maalesef süratle bölünmeye doğru giderken, ileride ülkenin başına büyük sorunlar çıkartacak, sözde Ermeni soy kırımına destek veren, “Ermenilerden özür dileyelim” diyen, CHP’nin  tarihi misyonunu tamamladığını bu nedenle vakıf olmasını öneren bir 10 Aralık hareketi mensubunu göreve getirerek ne yapılmak isteniyor.
Milyonlar ne yapılmak istediğini çok iyi anlıyor da, Türkiye Cumhuriyeti’nin din, dil, ırk ve etnik köken temelleri üzerinde değil siyasal bilinç ve ideal beraberliği zeminin de kurulduğuna inan gerçek CHP’liler buna izin veremeyecektir.
Cumhuriyeti, laikliği ve demokrasiyi korumak  parti programının gerçek CHP’lilere yüklediği bir görevdir.
Bu felsefeye inan gerçek CHP’ liler de artık konuşmaya başlamalıdırlar. Ülke uçuruma sürüklenirken, Türkiye’nin kurtuluşunun CHP’nin kurtuluşundan geçtiğine inanan herkes konuşmak zorundadır.
Bu zorunluluk, bu görev, herkesten çok, bu partide  en üst görevleri üstlenmek onurunu yaşamışlara düşmektedir.
Onların bu gelinen noktada SUSMAK HAKLARI YOKTUR.