28 Eylül 2014 Pazar

ELBİRLİĞİ İLE CUMHURİYETİ YIKMAYA ÇALIŞIYORLAR


Son üç dört yıldır yaşananlara bakın, Cumhuriyetle sorunu olanlar, bu Cumhuriyeti yıkmaya çalışıyorlar.
Atatürk Cumhuriyeti’nin yıkılması büyük ölçüde bu ülke insanın arzusu değildir. Atatürk’ün adının ve değerlerinin bu ülkeden silinmesini isteyenler, onun resimlerinin,  “her yerde ne işi var” demek küstahlığını gösteren CİA ajanları ve onların içerdeki uşaklarıdır.
İşte yavaş yavaş, kendilerince sona yaklaştılar.
Evvela siyaset arenasını istedikleri şekilde, kaset operasyonları ile düzenlediler. Kendilerine ters gelecek, büyük Ortadoğu projesine karşı çıkacak bütün kadroları tasfiye ettiler.
Böylelikle,  Sevr’i yırtıp Lozan’ı yapanlardan rövanş alıyorlar.
Ülkenin güneydoğusunda devlet otoritesi kalmamış, eşkıya kolluk kurup, hüviyet tespiti yapıyor.
Bununla da kalmıyor, mahkeme kurup yargılama yapmaya başlıyor.
Sıra da para basıp, hutbe okutmak var.
Devletin okullarını yakıyorlar, kapısına kilit vurup, kendi bildikleri gibi Kürtçe eğitim yapacak okullar açıyorlar.
Ülkenin Güneydoğusunda hudutlar yol geçen hanına dönmüş. Ne hudut kalmış ve ne de hudut ihlaline dur diyebilen devlet otoritesi.
Üç beş çapulcu o kadar fütursuzlaşmış ki, hudut tellerini yıkıp Suriye topraklarına geçerken “Lozan’ın çizdiği hudutlar yok artık, burası Kürdistan” diyebilmektedirler.
Hudutları korumakla görevli Silahlı Kuvvetler olayları, “açılıma zarar vermeyin diyen siyasi irade” nedeniyle sadece seyrediyor.
Bu ülkenin bayrağı parçalanıyor, kurucusu Atatürk’ün heykelleri gaz dökülüp yakılıyor, kimsenin buna sesi çıkmıyor.
Hatta kurucusu ve ebedi Genel Başkanı olduğu CHP’den bile.
Üç buçuk bölücü ülkeyi esir aldı, her türlü küstahlığı, terbiyesizliği yapıyor kimsenin çıtı çıkmıyor.
İktidar partisi açılım dediği, aslında ülkenin bölünmesini sağlayacak operasyon için yargıya da tek başına egemen olmak istiyor.
Sadece bunun için değil, ileride kendilerinden her türlü yolsuzluğun,  hukuksuzluğun ve ihanetin hesabının sorulmasını önlemek için.
O kadar küstahlar ki; HSYK seçimleri istedikleri gibi sonuçlanmaz ise, “Gayrimeşru sayarız” diyecek kadar işi azıttılar.
Türban ilk okula kadar indi.
Bütün bu olaylara en sert tepkiyi vermesi gerekenler, muhalefet partileri olmak gerekirken, onlar da sessiz.
Muhalefetten sadece “dostlar alışverişte görsün” misali bir açıklama.
Buna sessiz kalınmasının tek nedeni aman “mütedeyyinlerden oy alamayız” endişesi.
Laik Cumhuriyet yıkılıyormuş, bu onların umurunda bile değil.
Kaset operasyonlarıyla, bu tür, ülkenin bölünmesine, ılımlı İslam’a geçişe  sessiz kalıp “Büyük Kürdistan’ın” kurulmasına yardımcı olmak için getirildiklerinden, bu sessizliği parti üst kademeleri açısından anlamak mümkün, ama sadece milletvekili olmak için bu olanlara susanları tarih affetmeyecektir.
Çocuklarının yüzüne bakamayacak hale geleceklerdir.
Türkiye’nin içinde ve dışında bunca önemli gelişmeler olurken muhalefet partilerinin genel başkanlarının ortada görünmemesi, “bekleyin ileride “Balkabağı Festivali” nde ortaya çıkarlar” diye  sosyal medyada espri  konusu oluyor.
Bu durumun tek sebebi 30 Mart yerel seçimlerinde sandığa gitmeyen milyonları doğru algılayamamalarıdır.
 Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarının bütün bu olup bitenler ses çıkartmasını beklemek zaten abesle uğraşmak olur.
Ama bu ülkenin aydınlarının da büyük bir çoğunluğunun sesi, “Türkiye aydınlarının ihanetine uğramıştır” diyen Hollandalıyı haklı çıkartırcasına, çıkmamaktadır.
Sadece bu grup mu sessizdir?
Bu ülkenin yönetiminde çeşitli dönemlerde görev üstlenmiş, siyasetçiler de susmaktadırlar.
Hepsi bir dönem o görevlere gelmek için üyesi oldukları parlamentoda Anayasaya bağlılık yemini ettiler. Bu yemin sadece milletvekillikleri süresiyle sınırlı değildir.Bir ömür o yemine bağlı kalmak zorundadırlar.
Ey bu ülkenin aydın geçinenleri ve bu ülkede bir dönem sorumluluk üstlenmiş “Devlet Adamları !” bir grup serdengeçti elbirliği ile Atatürk Cumhuriyeti’ni yıkmaya çalışıyor, kendiniz gelin.

   



  

24 Eylül 2014 Çarşamba

ELEŞTİRİNCE KIZMAYIN

Zaman zaman CHP’yi eleştirince kendini herkesten fazla CHP li zannedenlerle, CHP’ye devşirilerek getirilmiş bazı kişiler bizi, kendi geçmişlerine bakmadan eleştiriyorlar.
Bizi terbiye sınırlarını zorlayarak eleştirenler, öyle şeylere sessiz kalıyorlar ki, bunlar acaba gizli AKP’li mi? Ya da bunlara sessiz kalanlar AKP’ye veya HDP’ye geçseler daha çok yakışmazlar mı? diye düşünmekten kendimi alamıyorum.
Gölge Başbakan  Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanlığı sırasında kendi hatası ile İŞİD denen caniler çetesine teslim edilen 46 kendi insanımız ile 3 yerel görevlinin, ne karşılığında serbest bırakıldığı henüz tam olarak bilinmezken, yüz gün sonra Türkiye’ye teslim ediliyorlar.
Rehinelerin serbest bırakıldığı gün Kılıçdaroğlu “..Rehinelerimizin kayıpsız ve  sağlıklı  KURTARILMIŞ olmalarından büyük bir mutluluk duydum….kurtarma operasyonunun düşünülmesi, planlanması, uygulanması ve tam istediğimiz gibi sonuçlanmasında payı, katkısı, emeği olan herkese teşekkür ediyor, sevgilerimi saygılarımı sunuyorum” şeklinde özensiz bir açıklama yapıyor.
Özensiz diyorum, söylenmesi gereken sadece ve sadece rehinelerin yurda salimen getirilmiş olmasından duyulan mutluluk olmalıydı.
Konsolosluğun önceden işgal edileceği bilinmesine rağmen gereğini yapmayan Davutoğlu’nun ağır  kusurlu davranışı sonucu, bu insanlarımız teröristlere adeta kendi ellerimizle teslim edilmemişler miydi.
Kendi ağır kusurlu davranış ile bu insanların yüz gündür canilerin elinde esir kalmalarına neden olan Davutoğlu’na neyin teşekkürü bu?
Kimse kendi kusurlu davranışından ötürü, siyaseten  bir şey elde edemez, bu bir teşekkür bile olsa.
Ama CHP Genel başkanı, gereksiz yere teşekkür ederek Davutoğlu’nu siyaseten hak etmediği şekilde “onurlandırdı”.
Laik eğitimin rafa kaldırılmasının son adımı da olan, orta öğretimde türban yasağı kaldırıldı, temel değerleri altı ok’tan biri laiklik olan CHP’den çıt yok.
Yobazlığı eğitime taşıyorlar, CHP’den işin esasına yönelik ciddi bir açıklama gelmiyor
Nedeni ,”dindarlar” kızmasın değil. Laiklikten vaz geçmek.
Altı Oku yeniden yorumlayacağız kisvesi altına sığınmasınlar, açık ve dürüst bir şekilde  “Laikliğin artık günü doldu, bitti. Artık laik olmak istemiyoruz”  desinler. Tabii onu söylemeye yürekleri yetiyorsa.
PKK okul yakıyor, devletin okulunun kapısına kilit vuruyor, Kürtçe okul açıyor.
Bir HDP milletvekili devletin askerine, polisine kaya parçasıyla saldırıyor.
PKK’lılara dolaylı af getirecek “açılım yasası” TBMM’den geçiyor, CHP destek veriyor.
Suriye hududu kevgire dönmüş, hudut değil, otoban, yol geçen hanı.
Bir KCK lı “Lozan’da çizilen hududun bir anlamı kalmamıştır” demek cesaretini gösterebiliyor.
CHP’ye egemen olan, “aman susun ses çıkartmayın, Kürtçüleri kızdırmayın seçim de işbirliği yapabiliriz” düşüncesi.
Ülke bölünecekmiş, umurlarında bile değil.
Dış politika da ufkun ötesini görmeden, açılım yanlısı, daha doğrusu “Bölünme şakşakçısı” zevatın söylemlerine uyup, sığ açıklamalar yapılıyor.
Yargının saygınlığı ayaklar altında, Dünyanın hiçbir uygar ülkesinde görülmemiş bir şekilde sadece hakimleri ilgilendirmesi gereken bir seçim görsel ve yazılı basında tartışma konusu.
Ama tartışma, seçilmesi gereken kişilerin mesleki nitelikleri üzerinden yürümüyor, kim hangi gruba mensup, siyasi iktidar kime, hangi gruba destek veriyor, tartışma bu boyutta ve çirkinlikte sürerken ana muhalefet partisinin bu konuda çıtı çıkmıyor.
Eleştirince kızmayın, ben ve benim gibi düşünenler, Cumhuriyet-laiklik-Demokrasi altın üçgenini korumaya CHP li olduğumuz için yeminliyiz. Bu bizim görevimiz.

Bu uyarılarımızı, Türkiye yarın tatsız bir noktaya gelmesin diye, Cumhuriyetin kurucusu ve onun teminatı olan CHP’nin bugünkü yönetimine değil, bu partiyi, laik, demokratik Cumhuriyetin teminatı olarak gören  milyonları uyarmak için yapıyoruz.  Biz uyarımızı önceden yapıyoruz. Bunu “ben söylemiştim” demek için değil, tekerlek kırıldıktan sonra yol gösteren çok olur, biz bunu tekerlek kırılmadan yapmak istiyoruz. 

21 Eylül 2014 Pazar

STRATEJİK ORTAK

Tayyip Erdoğan iktidarından beri Türkiye itilse kakılsa, hatta zaman zaman, beyzbol sopası, ayakkabının tabanı gösterilerek istiskal edilse (aşağılansa) bile,” biz Amerika Birleşik Devletleri’nin stratejik ortağıyız” diye ortaya çıkarlar, bunu bir prestij göstergesi olarak kullanırlar.
Oysa, Amerika  çeşitli alanlarda stratejik çıkarların örtüştüğünden söz etmekle beraber, “stratejik ortaklık” tanımını kullanmaz, daha ziyade en son da Başkan Obama’nın kullandığı model ortaklık tanımını kullanır.
Amerika Birleşik Devletleri’nin iki tane gerçek stratejik ortağı vardır. Bunlardan biri İngiltere diğeri ise İsrail’dir.
Amerika-İngiltere Stratejik ortaklığı   Ortadoğu petrolleri üzerinde Amerikan-İngiliz uzlaşması ile başlamıştır.
Diğeri hiç tartışmasız kurulduğu andan itibaren İsrail’dir.
Türkiye, ABD’nin NATO ittifakı içindeki müttefikidir. O kadar.
Amerikan-İngiliz Stratejik ortaklığı dün oluşmuş bir durum değildir.
Daha Lozan Anlaşmasının görüşmeleri devam ederken Mezopotamya petrollerinin %40’ına  sahip olan Musul Türkiye sınırları içinde  bırakılmaması için Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere ve Fransa  tarafından büyük çaba sarf edilmiş ve bunda da başarılı olunmuştur.
Amerika ve İngiltere’nin bu bölgede egemenlik kurma istemelerinin sebebi, Irak’ın, Suudi Arabistan’dan sonra dünyanın en büyük petrol ve yine dünya doğal gaz rezervlerinin %30’una sahip ülke olmasıdır.
Bir noktaya işaret etmekte fayda var, İster İŞİD  ister IS (İslam Devleti) deyin, bu çete Petrol bölgelerine, yani Musul’a gelinceye kadar Amerika’nın umurunda değil idi, ne zaman ki petrol yatakları tehlikeye girdi, Amerika İŞİD terörün lanetlenmesi, bu terör örgütüne karşı mücadele edilmesi gerektiğine karar verdi.
Halbuki yıllarca Kuzey Irak’tan Türkiye’ye terör ihraç edilirken, Türkiye’nin uluslararası hukuktan kaynaklanan sıcak takip hakkını kullanmasını, yaklaşma yolları üstünde bir tampon bölge kurmasına hep karşı çıkmıştı.
ABD, Türkiye’ye karşı tam bir çifte Standard uyguluyor olmasına rağmen, gırtlağa kadar dış borç batağında, muhalefeti etkisizleştirilmiş olan Türkiye buna sessiz kalmaktadır.
Irak,  demokrasi getiriyoruz diye 2003 yılında Amerika ve İngiltere tarafından işgal edildi ve  fiilen üçe bölünerek Kuzey Irak’ta kendilerine bağlı  bir Kürt devleti kurduruldu.
Şimdi aynı senaryonun değişik bir biçimi Suriye’de sahneye konuyor.
Irak operasyonu bitirildikten sonra, bir anda Esad yönetiminin kıyıcı olduğunu anladılar ve insan haklarını koruma adına, Suriye’ye demokrasi getireceğiz kisvesi altında, bir Federe Kürt Devleti kurdurma çabasına girdiler.
Türkiye’nin askeri güçle içinde yer alacağı, derinliği ve genişliği henüz bilinmeyen bir tampon bölgeden bahis ediliyor.
Bu Birleşmiş Milletler kararı olmadan mümkün olmadığı gibi, PKK’nın  bu fikre karşı olduğu, Karayılan’ın çok yakın bir dönemde söylediği “Türkler tampon bölgede asker bulundurursa, açılım ortadan kalkar” sözüyle de dile getirilmişti.
Kürtlerin istediği aynen Irak’ta olduğu gibi Peşmerge ve PKK’nın silahlandırılarak o koridoru, Türkiye dışındaki koalisyon ülkeleri ile kurması.
Bilindiği gibi PKK’nın Suriye Kanadını teşkil eden PYD ABD Hukukuna göre terör örgütü olmadığı gibi ve onlardan destek de görüyorlar.
ABD’nin Türkiye’den istediği sadece sınır güvenliğinin sağlanması, yani PYD ve PKK ile savaşan İŞİD veya diğer İslami örgütlerin desteklerinin kesilmesi.
Bu sağlandıktan ve bölgeden İŞİD ve diğer İslami örgütlerin temizlenmesinden sonra Kuzey Suriye’de de Kuzey Irak’takine benzer bir Özerk Kürdistan kurulacak.
Türkiye’deki gelişmelerde göz önüne alındığında, dört parçanın üçü bir araya getirilecek, ondan sonra dördüncü parça olan İran’a sıra gelecek.
Böylelikle Musul petrol ve doğal gazı kurdurulacak bir Federe Kürt devleti üzerinden Akdeniz’e taşınacak.
Yani “stratejik ortağın” katkılarıyla Kürt koridoru açılacak. 

17 Eylül 2014 Çarşamba

CHP KURULTAY’I

       
CHP’nin 5-6 Eylül’de gerçekleşen 18.Olağanüstü  kurultayında yeni Parti Meclisi seçildi. Seçim sonuçları incelendiği  zaman ortaya çok çarpıcı bir sonuç çıkıyor.
Seçilen Parti Meclisi üyelerinin oy ortalamasına bakarsanız delege desteği yüzde otuz beş civarındadır.Yani delegenin yüzde altmış beşinin  bu Parti Meclisine desteği yoktur.
Parti Meclisi yasal mıdır? Elbette yasaldır.
Peki çoğunluğa dayanmayan bu Parti Meclisi meşruumudur. En azından şimdilik meşruudur, ama partinin gerçek sahibi olan Kurultay’ın güvenine sahip midir?
O güvene sahip olmadığı da gerçektir.
Parti Meclisi’nin meşruiyeti, olaylar ve Kılıçdaroğlu ekibinin dayatmalarına, ya da Ekmeleddin İhsanoğlu’nun adaylığının belirlenmesinde olduğu gibi, karşı karşıya kalacağı oldu bittilere vereceği tepkiye göre belirlenecektir.
Kurultay delegelerinin  bir bölü üçünün desteği ile seçilmiş bulunan Parti Meclisi içinden atanan yeni MYK beklenildiği şekilde, açılımdan yana, daha net bir söylemle “Kürt açılımına” açıkça destek verenler ile, ikbal peşinde koştukları için bu politikaya hiç ses çıkartmayanlardan oluşuyor.
Partiye, kurultay’a bir hafta kala davet edilip MYK’ya taşınanlar, sağa açılım falan değildir.
Kabul etmesek bile sağa açılım, kişilerle ilgili değil program ve projelerle ilgili olan başka şeydir, ülkenin bölünmesine giden yolda, CHP’yi etkisizleştirerek Atatürk’ün partisinde Kılıçdaroğlu’nun yaptığı gibi yol temizliği yapmak başka şeydir.
Kılıçdaroğlu, merkez sağdan bile gelmiş olsa “millici, ulusal bütünlükten yana olanlara”  tahammül edememişken, adam devşirerek sağa açılmaktan söz edilemez.
Bu operasyon bir sağa açılma değil, tüm millicilerin en son kalıntılarının da tasfiyesi işlemi yani bölünmeye verilecek destek yolundaki son çakıl taşlarının temizlenmesidir.
Her kim yerel seçimlerden başlayarak, bölücü yerel yönetim adaylarına karşı çıkmış, açılım politikalarını eleştirmişse hepsi tasfiye edilmiştir.
Delege partideki bu eksen kaymasının farkındadır ve rahatsızdır.
Muharrem İnce’nin ne konuşmasında ve ne  de listesinde bu eksen kaymasına tepki oluşturacak  ideolojik bir netlik olmamasına rağmen delege ona beklenenden fazla oy vermiştir.
  Bu nedenledir ki, Muharrem İnce’nin aldığı dörtyüz onbeş oy, onun şahsına verilmiş oy değildir. Kılıçdaroğlu’nun partiyi ekseninden kaydırmasına  sokakta duyulan tepkinin delegeye yansımasıdır.
Nitekim aynı delege, bir gün sonra Muharrem İnce’nin listesine, “partinin ana gövdesinin ihtiyaç duyduğu millici  açılımı karşılamadığı” için destek vermemiştir.
 18. Olağanüstü Kurultay’da  CHP’de bugüne kadar yaşanmamış olaylar yaşanmıştır, bir hafta önce partiye kayıt olanlar,sanki partide adam yokmuşçasına bir hafta sonra partinin en üst kademesine getirilerek partili aşağılanmıştır.
Bu getirilenlere bir bakın bunların tamamı, “Kürt açılımını, özerkliği savunan” kişilerdir.
MYK’nın  içinde bir tane millici var mıdır?
Gösteremezsiniz.
Millici olmayı, ulus devletten  yana olmayı gericilik sayan bir grup entel.
Ya diğerleri, ikbal peşinde koştuğu için olup bitene sessiz kalmayı siyaset yapmak zanneden bir grup…….
Bu kişilerin hepsi değişik gerekçelerle  eleştirilebilinirler, ama asıl, kişilik zafiyeti gösterdikleri için kınanması gerekenler, kısa yoldan, terlemeden milletvekili olur muyuz diye, inanmadıkları bir tüzüğü ve programı okuyup benimsediğini imzasıyla tasdik edenlerdir.
Bu kişiler CHP’ye  üye olurken,  partinin tüzük ve programını okudum, kabul ediyorum diyerek bir beyanname imzalarlar.
CHP’nin tüzük ve programı, üniter devlet ve ulusun tekliğine dayanır.
Açılımdan yana, özerklikten yana  olmak demek, ülkenin bütünlüğünden, ulusal birliğinden  yana, olmamak  demektir.O zaman nasıl oluyor da böyle bir beyannameyi hiç sıkılmadan imzalıya biliyorlar? 
Peki,  inanmadığı bir şeyin altına, çıkar uğruna imza atan bir kişiye inanılması, ona saygı duyulması istenebilir mi?










14 Eylül 2014 Pazar

VAHİM BİR DIŞ POLİTİKA HATASI


Başkan Obama,  7 Eylül günü  Amerika’nın NBC Televizyonuna verdiği demeçte İŞİD’e karşı yapılacak operasyonun daha çok bölge ülkelerini ilgilendirdiğini ifade etti.
Bu konuyu aynen “ Sünni devletlerin daha fazla çabasına ihtiyacımız olacak. Yalnızca Suudi Arabistan yetmez. Ürdün, Birleşik Arap Emirlikleri, Türkiye gibi ortaklarımızda dahil olmalıdır. Onların mahallesidir. Ortaya çıkan tehlike halen bizden çok onlara yönelmiştir…” diyerek açıkladı.
Bu açıklamayı iki değişik açıdan incelemek lazımdır.
Bunlardan ilki terör Amerika’nın çıkarlarına dokunuyorsa yok edilmesi, bitirtilmesi gereken bir hukuksuzluktur, ama eğer onun menfaatleri ile uyumlu ise sadece uzaktan dostlar alış verişte görsün diye terörü lanetler.
İŞİD’e karşı çıkışı da aynen böyle oldu. İŞİD petrol sahalarına yaklaşıncaya kadar, yani Amerika’nın menfaatleri tehlikeye girinceye kadar, bir müdahaleyi ağzına bile almıyordu.
Terör, savunmasız insanların can ve mal güvenliğine yönelik bir propaganda yönetimidir.
Bu nedenle barıştan yana olduğunu iddia eden devletlerin, kime karşı olursa olsun, çifte standard uygulamadan  bütün terör faaliyetlerine karşı çıkmaları gerekir.
Türkiye yıllardır, Kuzey Irak’tan Türkiye’ye ihraç edilen PKK terörü belasıyla boğuşurken, PKK terörünü sözde lanetledi ama, Türkiye’nin uluslar arası hukuktan kaynaklanan askeri sıcak takip hakkını kullanmasına hep karşı durdu.
İŞİD’e karşı yapılacak bir mücadeleyi de, tarlanın taşıyla, tarlanın kuşunu vurma haline getirdi.
Hatırlanacağı üzere, son NATO zirvesinde, bu amaçla, Türkiye’nin de aralarında bulunduğu 9 NATO  ülkesi ve bir de Avustralya’dan oluşan bir koalisyon kuruldu.
NATO zirvesinden hemen sonra ABD Savunma Bakanı Türkiye’ye geldi, Türk mevkidaşını yok kabul ederek, diğer yetkililerle görüştü.
Amerikan basının verdiği bilgilere göre, Türkiye’den:
-Yabancı militanların Suriye’ye geçişlerine engel olunmasını,
-Saldırı amacı dahil, Türk üstlerinin kullanılmasına izin verilmesini istedi.
Düşünebiliyor musunuz daha geçen hafta, hudutlarımızdaki “geçişkenliği” hükümet programında övünerek anlatan bir siyasi iktidara  birileri, hudutlarına sahip çık, üstlerini kullanmama izin ver diyor.
Yurt içinde gözü dönmüş İŞİD militanlarının varlığı bir yandan, kırkdokuz rehine bir yandan, yani iktidar çok zor bir durumda iken imdadına Kemal Kılıçdaroğlu yetişiyor ve aynen PKK açılımına destek verdiği şekilde ayrıntılarını bilmediği bir “uluslararası operasyona”, “…Ortadoğu’da İŞİD’e karşı yapılacak uluslararası bir operasyonda Türkiye’nin yer almasına karşı çıkmayız. Çünkü, Türkiye savunma açısından batı ittifakının bir parçası” diyerek destek veriyor.
Terörden çok çekmiş bir ülkenin ana muhalefet partisi genel başkanı, Amerika’ya öncelikle, “Terör belası ile mücadelede seçicilik olmaz, Bir yandan Türkiye’nin  PKK terörüne karşı mücadelesine engel olacaksınız, diğer yandan İŞİD’e karşı destek isteyeceksiniz. Bu bir çifte Standard değil mi?”  diye sorulmasını istemeliydi.
Zira Amerika karada Irak ve Kürt birlikleri savaşacak, bende onlara hava desteği vereceğim diyor. Bu karada savaşacak Kürt birliklerinin içinde PKK unsurlarının olmayacağının garantisi var mı?
Ne Amerika ve ne de Kuzey Irak Kürt yönetimi böyle bir garanti vermiyor.
HDP’lilerin PKK’ya silah verilmesini istediği bir ortamda, bu nasıl bir aymazlıktır.
Bu operasyona CHP’den başka doğrudan, içeriğini ve kapsamını bilmeden  kim destek veriyor? HDP veriyor.
Onların  uzun vadeli planları içinde PKK yı yasallaştırıp “Ordu” haline getirmek var. Bu nedenle bu onların işine gelir.
Bu destek, İŞİD’in intikam için o kırk dokuz vatandaşımızı katletmesine, ya da Türkiye’de  bombalı eylemler yapmasına neden olursa bunun sorumlusu  kim olacaktır?
Siyasetçi sadece ufku değil ufkun ötesini de görmesi gereken kişidir.
Bu nedenle açıklamanın iyi niyetli olduğunu  düşünsek bile, vahim bir dış politika hatası olduğu tartışmasızdır.







 

   






      


10 Eylül 2014 Çarşamba

TARİHLE YÜZLEŞMEK


Son yıllarda Atatürk ve Cumhuriyetin temel değerleriyle, ülkenin bölünmez bütünlüğü ile  sorunu olanlar devamlı olarak CHP’yi, onun kurucu kadrolarını Dersim’de katliam yapmakla suçluyorlar.
Cumhuriyetin değerleri ile sorunu olduğu artık kamunun genel kanısı olan Tayyip Erdoğan önce çıkıyor, Dersimde 1937-38 de yaşanan olaylar için “özür” diliyor, bu fırsatı kaçırmayan Kılıçdaroğlu, “Özür yetmez, tazminat da ödenmelidir” diyor.
Kendisini, Cumhuriyetimizin kurucularına meydan okurcasına,   öç alırcasına “Dersimli Kemal” olarak niteliyor
Elbette gerek ülkeler ve gerekse ülkeleri yönetenler geçmişleri ile yapılan ithamlar karşısında suskun kalamazlar, kalmamalıdırlar.
Yalnız tarihle yüzleşmek dediğimiz olay çok ciddi bir çalışmayı gerektirir. Dedikoduya dayalı, sadece kulaktan kulağa anlatılan hikayelerle tarihle yüzleşmek mümkün değildir.
Tanık, sosyal bilimlerde en zayıf halkadır. İnsan aklı unutmaya eğilimlidir.
Bunun için ciddi devletler, vesikaları toplarlar, tasnif ederek unutkanlıkların önüne geçerler.
Ayrıca bir tarihi olay incelemesinde gerçeğe ulaşabilmek için, incelemesi yapılan olayı sadece olayın yaşandığı ülkenin kayıtları ile de incelerseniz tarihi gerçeklere varamazsınız, ya da tam gerçeğe erişemezsiniz.
O bakımdan yaşanan olayla doğrudan veya dolaylı ilişkisi olan, ya da yaşanan olaydan menfaati olan ülkelerinde arşivlerini karşılıklı olarak incelemek gerekir.
Atatürk’ün ve Cumhuriyet’in kurucu babalarını katliam yapmakla suçlandığı Dersim olaylarını ciddi tarihçiler, bilim adamı hassasiyeti ile muhakkak inceleyip gerçekleri ortaya çıkartmalıdırlar.
Bu olay bir tabu olmaktan çıkartılmalı, konun uzmanı olmayan, ehliyetsiz, bilgisiz kişilerce, gündemde yer bulmak, siyaseten çıkar sağlamak gibi amaçlarla gündeme getirilmesi herkes için çok vahim sonuçlar doğurur.
Bu incelemeyi  yaparken tarihten bir husumet çıkartmak için değil varsa yanlışlar aynı yanlışları tekrarlamamak için yapalım.
Nitekim ünlü tarihçi İlber Ortaylı; 27 Kasım 2011 tarihli Milliyet Gazetesinin Pazar ilavesindeki köşesinde “Dersim üzerine yapılacak araştırmaların genişletilmesi isabetlidir. Basınımızdaki dünyadan habersiz bazı sütunların ise ‘Tebrik ederiz ama’ üslubuyla hem iktidara hem muhalefete saldırısına herkesin dikkatini çekmek benim görevimdir.Tabu delmek dünyadan habersiz acemilerin işi değildir. Herkes için çok tatsız neticeler doğurur” demiştir.
Bu olayı incelerken, olayın yaşandığı dönemin iç ve dış politik gelişmelerini de göz önüne alarak incelemek, değerlendirmek gerekir.
Bu yıllar Türkiye’nin Hatay Meselesi ile hemhal olduğu bir dönemdir.  Bu olaylarda Fransızların ve İngilizlerin katkısı var mıdır?
 Varsa nedir ne değildir?
Bölgedeki Kürtçülük faaliyetlerinin arkasında hangi ülkeler vardı?
Bölgedeki Kürtçülük faaliyetlerini başta İngiltere, Rusya, Amerika ve Fransa’nın açık ve güçlü bir şekilde destekledikleri bugünün bilinen bir gerçeğidir.
O zaman İlber Hoca’nın değimiyle  “dünyadan habersiz acemilerden” kurulu bir komisyon değil, tarihi yapan kadar yazanlarında önemli olduğu göz önüne alınarak, ciddi bir bilim kurulu kurularak, Dersim olaylarının sonuna kadar, Türk, Rus, Fransız, İngiliz ve Amerikan arşivlerinde de  araştırılmalar yapılarak incelenmesi gerekir.
 Bunda başı çekmek CHP’nin görevidir. Tartışılan, yalan yanlış kulaktan dolma dedikodulara dayalı değil bilimselliği tartışılmaz bir incelemeye ihtiyaç vardır.
Aslında bu konuda belki de geç bile kalındı. Böyle ciddi bir araştırma  zamanında yaptırılsa idi, bölücü faaliyetlerin önüne çok daha bilimsel söylemlerle geçilebilirdi.
Böyle bir komisyonun kurulup çalışmaya başlamasına CHP ön ayak olmalıdır, ama ilk önce buna Dersim üzerinden Atatürk’e ve onun silah arkadaşlarına saldırmayı ilericilik zanneden parti içindeki bazı kişiler karşı çıkacaktır.   
Zira; onlar karanlıklar prensleridirler, aydınlık onları korkutur.
Bu nedenle CHP tarihi ile yüzleşmek zorundadır.


     

3 Eylül 2014 Çarşamba

BİZDE BİAT KÜLTÜRÜ YOKTUR

     
Kemal bey, kurultaydan sonra, "partinin yetkili organlarının aldığı kararların aleyhine açıklamalar yapanlara acımayacağım" demiş
Bu söylem, demokrasiyi içine sindirmiş bir insanın söylemi olamaz.
İstediğiniz, özlemini duyduğunuz partili, görmeyen, duymayan, konuşmayan insan topluluğu mudur?
Bu benim söylediğim herşey en doğrudur hastalığıdır. Korku imparatorluğunu yıkacağım diye koltuğuna oturduğunuz Deniz Baykal’ın ağzından,  böyle bir tehdit cümlesinin çıktığını hiç duydunuz mu?
Kemal Bey siz, partinin yetkili organlarında, içeriğini bilmediğiniz bir açılım politikasına destek vereceksiniz, bizler bunu eleştirmeyeceğiz,  öyle mi?
Siz partinin yetkili organlarında, “Partiyi Vakıf yapalım” diyen 10 Aralık hareketi mensuplarıyla Altı Ok’u yeniden yorumluyoruz diye partiyi köklerinden saptıracaksınız, bizler de buna sessiz kalacağız; öyle mi?
 Sayın Kılıçdaroğlu, bu sizin CHP tabanını hiç tanımadığınızı gösteriyor.
Bizler kapıkulu değiliz. Bugüne kadar da hiç olmadık.
Açın okuyun  o faşist olmakla suçladığınız 1930’ların CHP grup toplantılarını. Parti yönetimlerinin nasıl, en sert şekilde eleştirildiğini görürsünüz.
O tarihte bile, bu en sert,  en acımasız eleştiriler karşısında sizin sarf ettiğiniz cümleye benzer bir cümle o tarihteki lider kadroların ağzından çıkmamıştır.
Hani siz “Korku imparatorluğunu” yıkmak için gelmiştiniz? Tehdit ederek bizleri mi korkutacaksınız?
Biz Allahtan başka kimseden korkmayız.
Sinirli haliniz korumalarınıza da yansımış, size soru soran gazetecileri tekmelemeye başlamışlar.
Hani özgür basındı? Sorulan soruya tahammül edemiyorsunuz.
Soruya tahammül edemediğinize göre, eleştirilere tahammül etmenizi beklemek hayalperestlik olur.
Bu partinin üyesinin uyması gereken tek şey Kurultay’dan geçmiş tüzük ve programına bağlı olmaktır.
Bakın o Kurultay’dan geçmiş programın tarihsel kaynağı ve gücü, Ulusal Bağımsızlık Mücadelesinin  birikimleri ve Atatürk devrimleri ile bu eşsiz sürecin felsefesi ve ahlaki değerlerinin özünü oluşturan Altı Ok ilkeleri, bir bütün olarak gerçek CHP lilerin kimliğini oluşturur.
Biz onun için tehditlerden yılmayız.
Zira; bağımsızlık bizlerin şiarıdır.
Altı Ok’u yeniden yorumluyoruz derken,  çağdaşlaşma hedefinden vaz geçerseniz ne yapacağız?.
Başbakan’ın orta çağ özlemi kokan açıklamasına tek kelimeyle karşı çıkmadınız.
Laikliğin belirleyici olmadığı yeni bir rejim mi arıyorsunuz?
Cumhuriyet gücünü, oluşturduğu ulusun insanlarının  eşitliğinden alır.
Siz bir etnik kökeni, kökenler arasında tercih ve ayırım sebebi yapar herkesten daha üstün konuma getirecek bir söylemi benimserseniz, biz buna sessiz mi kalacağız?
Siz, Lozan Antlaşmasına aykırı olarak, bu ülkede yeni azınlıklar yaratılmasına hoş görüyle bakarsanız, bu yöndeki hükümet politikalarına destek kararı alırsanız, biz buna sesiz mi kalacağız?
Siz sırf düşmanımın düşmanı dostumdur diyerek, bu ülkenin aydınlarını, gazetecilerini, askerlerini hapseden zihniyete destek veriyorsunuz diye bizim buna sessiz kalmamızı mı bekliyorsunuz?
"Partinin yetkili organlarının aldığı kararların aleyhine açıklamalar yapanlara acımayacağım” şeklindeki açıklamanız, en az “sandığa tıpış tıpış gideceksiniz” sözünüz kadar sakil.
Kemal Bey, yanlış bir karar aldığınıza inandığımız zaman, sizi hangi mekanizmayı çalıştırarak eleştireceğiz, iadeli taahhütlü mektup mu yazacağız.
Ruh dünyanızda Atatürkçülerden nefret ediyor olabilirsiniz, nitekim genç prenslerinizden biriside sizden bulduğu cesaretle “Bütün Kemalistleri CHP’den kovacağız” diyebilmektedir.
Ama unutmayın ki Atatürkçüler bu partinin ana gövdesidir, eğer sizi rahatsız ediyorsak, üzgünüm  daha çok rahatsız olacaksınız.
Kemal Bey, bir noktayı size hatırlatmama izin verin.
Bu tehdit ettiğiniz milyonlar, bir başka ülkenin istihbarat birimlerinin kadrolu elemanları değillerdir.
Bu nedenle de korkacakları bir şey olamaz.
Kemal Bey, bizde biat kültürü yoktur, biz hiç kapıkulu olmadık.