AKP/MHP bloğunun önümüzdeki kısa dönemde,
Türkiye'yi totalitarizm batağına tamamen sokacağından kaygı duyulan yasal
düzenlemeleri TBMM'den geçireceği haberleri medyaya yansıdı. Bu düzenlemeler arasında
bekçiler, barolar, meslek kuruluşları, İş Bankasındaki CHP hisseleri, siyasi ve
seçim yasalarında değişiklikler gibi düzenlemelerden söz ediliyor.
Bunlara ilaveten, aniden gündeme
getirilerek sonuçlandırılan bir hamleyle üç milletvekili hapse gönderildi.
CHP yönetiminin geçmiş muhalefet
performansı, önümüzdeki kısa dönem için hiç ümit vermiyor.
CHP yönetiminin 10 yıldır aldığı not
kocaman bir "sıfır"dan ibarettir. Muhalefet adına bütün yaptıkları,
laf üretmek ve çıkarılan yasaları Anayasa Mahkemesi'ne taşımaktan
ibarettir.
CHP yönetiminin 10 yıllık karnesindeki
başlıkların bazılarına hızla bakalım..
Girdikleri her seçimden ve halk oylamasından
yenilerek çıktılar.
Eğitim sisteminin defalarca değiştirilmesi ile
ilgilenmediler. Devrim yasalarından olan ve Anayasa'nın koruması altında
bulunan Eğitimin Birleştirilmesi yasasının delinmesine, orta öğretimde
öğrencilerin yaygınlaştırılan imam eğitimine zorla yönlendirilmesine seyirci
kaldılar. Mağdur velilerle birlikte hareket ederek engelleme yapmak akıllarına
gelmedi.
TSK'nın vatansever, Cumhuriyet'in kurucu
değerlerine bağlı kadrolarının balyoz, Ergenekon gibi "davalarla" yok
edilmesine etkin ve eylemli muhalefetle engel olmadılar. 15 Temmuz darbe
girişimi sonrası harp okullarının kapatılması, TSK'nin komuta bütünlüğünün
tamamen dağıtılması, yüzlerce yıllık geleneği olan askeri tıp kuruluşlarının
ortadan kaldırılması ile ilgileri laf üretmek ötesine geçmedi.
Seçimler ve halk oylamaları öncesinde ve
sırasında yapılan bütün hileleri ve anti-demokratik uygulamaları sineye
çektiler ve böylece bunlara meşruiyet kazandırdılar.
Otoriter rejimi de aşarak, totaliter bir
rejimin adım adım tesis edilmesi heveslerine engel olamadılar.
Cumhuriyetin on yıllar içinde
biriktirdiği varlıklar ve fabrikaların satılıp savrulmasına ve elde edilen
paraların yandaşların cebine hortumlanmasına engel olmadılar.
Ülkenin kıt kaynaklarının, betona
gömülmek yerine, üretime ve verimli yatırıma kanalize edilmesi için sonuç alıcı
hiçbir eylem ve politika geliştirmediler.
Bir toplumsal demokratik tepki
örgütleyerek, anayasal laiklik ilkesine eğitimde ve bütün kamusal alanlarda
harfiyen uyulmasını sağlamadılar, sağlayamadılar. Bu sayede Diyanet
İşleri başkanının devlet işlerine laikliğe aykırı müdahalelerinin önünü açmış
oldular.
Fetullah'çı cemaatin devletin kılcal
damarlarına kadar sızmasını seyrettiler. Kendi kadrolarını bile cemaatçi
sızmalara karşı korumadılar.
Yoksulluğun "sadaka düzeni"
yerleştirilerek vakıflar ve cemaatler üzerinden "yönetilmesi" yerine,
anayasal sosyal devlet ilkesine uygun olarak, yoksulluğun devlet öncülüğünde
ortadan kaldırılması için gayret göstermediler.
Bir siyasal ve ekonomik felaketle
sonuçlanabilecek olan Suriye (ve daha sonra Libya) macerasına AKP'nin balıklama
dalmasına mani olmadılar. Sınırların elek haline getirilip dünyanın eli kanlı
bütün cihatçı teröristlerin Suriye'ye geçmesine karşı halkı bilinçlendirerek
etkili muhalefet yapmadılar. Toplumsal yapımıza tehdit oluşturacak milyonlarca
Arap Suriyelinin ülkemize dolmasını seyrettiler. Silahlı müdahalenin kılıfı
olarak TBMM'ne getirilen tezkerelere, aldatmayı göremeden, "evet" oyu
verdiler.
Dış politikanın ABD ve Rusya arasında
savrularak itibar kaybedilmesi CHP yönetiminin ilgi alanına ancak
"lafta" girebildi.
Bütün bu gelişmeler olurken CHP genel
başkanı ve yöneticilerinin ağızlarından düşürmedikleri bir söz var: "Demokrasi
içinde mücadeleyi sürdüreceğiz".
Bu, içi boş bir sözdür. Mücadele elbette
"demokrasi içinde" yapılmalıdır.
Ve
de öyle olması gerekir ama sorun, o "mücadele"nin hangi meşru siyaset
yöntemleri ile yapılacağı sorunudur.
Merhum Süleyman Demirel'e ait olan güzel
sözlerden birisi mealen şöyledir:
"Ne
yapılabileceğini anlamak için, nelerin yapılamayacağını görmek
gerekir"
CHP yönetimi, muhalefet
etmek için onca yıldır uyguladığı siyasi yöntemlerin hiçbir etkisinin
olmadığını, yani, nelerin yapılmaması gerektiğini artık
görmüş olmalıdır. "Demokratik mücadele"nin hangi etkili
değişik yöntemlerle yapılabileceğini hala anlamıyorlarsa, Türkiye'nin geleceği
için ümitli olmak maalesef çok zordur.