17 Ağustos 2018 Cuma

TÜRKİYE’DE NELER OLDUĞUNUN FARKINDA DEĞİLMİSİNİZ?



CHP'li yöneticilerin ağzında bir "iktidar", "hükümet" lafıdır gidiyor. Yeni düzende bu tanımların bir manası kaldı mı?
Yeni rejim tesis edilmeden önce başbakan ve bakanlardan oluşan hükümet Türkçe adıyla bakanlar kurulu) bütünüyle olduğu gibi, bakanlar da tek tek TBMM'ne karşı sorumlu durumdaydı. Zaten, Bakanlar Kurulu TBMM'de çoğunluğu oluşturan partinin (veya partilerin) içinden oluşturulur ve güvenoyu alarak işe başlardı. Böylece oluşan yönetime "iktidar", ilgili partiye (veya partilere) "iktidar partisi" denirdi. Yeni düzende bunların hiçbirisi yok. Dolayısıyla "iktidar" ve "iktidar partisi" de yok. Bunlar olmayınca, "muhalefet partileri" de yok. "Ana muhalefet" de yok
Eleştirince kızıyorsunuz, aylardır susuyoruz ne zaman uyanacaklar diye bekliyoruz. Ama maalesef  siz uyanamıyorsunuz.
16 Nisan 2017 anayasa değişikliği ile gerçekleşen Anayasa darbesi yapılıncaya kadar yürürlükte ve 24 Haziran Seçimlerinin kesin sonuçlarının açıklanmasından ve Cumhurbaşkanının göreve başlamasından  sonra yürürlükten kalkan Anayasamızın   Yürütme yetkisi ve görevi” başlıklı 8. Maddesi  Yürütme yetkisi ve görevi, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir.” Hükümlerini taşıyordu.
Yani bu madde yürürlükte iken, bakanlar kurulunun bir hükmi şahsiyeti vardı. Cumhurbaşkanının onayına bağlı olarak, bazı kararların alınması, kimi atamaların yapılması, TBMM'nin uygun gördüğü uluslararası anlaşmaların yürürlüğe konulması gibi yetkiler sadece bakanlar kurulu tarafından kullanılırdı.
Yeni düzende hükümetin hükmi şahsiyeti ortadan kalktı. Artık, tek tek bakanlar var. Müştereken alabilecekleri bir karar, ya da yapabilecekleri bir atama yok. Bütün yetkiler -dolayısıyla sorumluluk- cumhurbaşkanına geçti.
Nedeni ise 24 Haziran seçimleri sonucunda Recep Tayyip Erdoğan’ın göreve başlamasıyla yürürlüğe giren “Yürütme Yetkisi ve görevi” başlıklı 8. Maddesi “Yürütme yetkisi ve görevi, Cumhurbaşkanı tarafından, Anayasa ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir”  hükmü getirilmiş, bu değişiklikle ucube bir ne olduğu Anayasa hukukçuları tarafından bile bilimsel olarak açıklanamayan, bir sisteme geçilmiştir.
Benim kişisel kanaatim bu değişiklik ile yürütme üzerinde parlamentonun yani TBMM hiçbir denetim yetkisi olmayan, adı konmamış bir tek adam yönetimi kurulmuştur.
Ülke rejimi, tek adamın iknasını kolay olması nedeniyle  Amerikalıların baştan beri istediği ucube tek adam rejimine dönmüştür. 
Yürütme de, yasama da ve de en önemlisi Yargı tek adama bağlanmıştır
O nedenle, hala "hükümet"ten veya "İktidar Patisi”nden bahsetmek abestir. Sorumlu ve sorunlu  olan makamı doğru işaret etmek gerekir.
Sorumlu ve sorunlu olan tek adam Recep Tayyip Erdoğandır.
O zaman çıkıp ne yapılması ve nasıl yapılması gerektiğini halka anlatmanız lazım. Dolar kurundaki oynamanın yani devalüasyonun  gerçek sorumlusunun, ülkeyi dışa bağımlı hale getiren Recep Tayyip Erdoğan olduğunu anlatmanız gerekiyor.
Israrla kurdaki sert iniş çıkışlardan kimlerin büyük paralar kazandığının peşine düşüp kimlerin büyük paralar kazandığını yani “keriz silkelediğini” açıklamanız lazım.
Maalesef CHP bu işlerle meşgul değil, sonra halkın CHP’ye  inanmasını istiyoruz.
AKP iktidarına, bu toplumun okur yazarının, görece daha münevveri, kentlilerinin meydanlarda gösterdiği tepkiyi şahsımıza duyulan güven zannettik.
O kalabalıkları bile doğru tahlil edemedik
 Bana öyle geliyor ki, CHP’yi yöneten kadrolar, ya da yönetmeye talip olanlar, Türkiye'de neler olup bittiğinin hala farkına varamamışlar.





13 Ağustos 2018 Pazartesi

EKONOMİK KRİZ GÖZ GÖRE GÖRE GELDİ.



Yıllardır yapılan ekonomik yanlışların sonunda buralara geldik. Önce bir gemi dolusu tarım ürünü satıp bir tane makine alıyoruz, sanayi ülkesi olmalıyız diyen Turgut Özal tarımı ve hayvancılığı bitirdi, sanki sanayi ülkesi olmak için bunları bitirmek şartmış gibi.
16 Yıllık AKP iktidarınızın 2002-2008 yılları arası Maliye Bakanlığını yapan işçi düşmanı, patron dostu, oğullarının zenginleşmesiyle gündemden düşmeyen Kemal Unakıtan “Ne banka bırakacağız ne fabrika ne de işletme, limanda bırakmayacağız. Hepsini satacağız. Stratejik bölgeymiş falan hiç önemli değil. Önemli olan müşteri bulmak parayı veren düdüğü çalar” demişti.
Dediğinin tümü de 16 yıllık İktidarlarınızda yapıldı, ülkenin ne kadar üreten fabrikası varsa özelleştirip yandaşlarınıza ya da yabancı sermayeye peşkeş çekildi.
Aslında Unakıtan’ın bu açıklaması ve  yaptıklarınız öngörüsüzlüğün, açgözlülüğün,patavatsızlığın en tipik örneğiydi.
Bu öngörüsüzlüğün ülkeyi sıkıntıya sokacağını söyleyenleri ,uyaranları, tehlikeyi ,işaret edenleri de vatan hainliği ile suçladınız, yandaş kalemşorlarınızda, bu uyaranları dünyanın geldiği noktayı anlamamakla, tutucu olmakla suçladılar.
Bu paragözlüğünüzün, açgözlülüğünüzün sonuçları sıcak paranın dünya ekonomisinde bol ve ucuz olduğu günlerde anlaşılmadı. Ne zaman ki dünya piyasalarında bol para dolaşımı bitti, sıkıntılarda başladı. Sata sata elde avuçta bir şey kalmadı, hemen yalan makinası devreye girdi ve “Dış güçlerin” oyunu dendi. Ama hakkınızı yememek lazım, size oy veren geniş kitleyi bu yalanlarınıza da inandırıyorsunuz.
Dar gelirli mütedeyyinin “ kefen param” dediği birikimine göz diktiniz. Yastık altındaki altınların, dövizlerin bozdurulmasını istemeye başladınız..
İktisatçılar bunların toplamı yirmi milyar doları geçmez diyorlar. Yani Türkiye’nin şuanda acil olarak ihtiyaç duyduğu paranın çok küçük bir miktarı
Tüm fedakarlıklar dar gelirliden isteniyor. Ama Man adasına giden dolarcıklardan, onların sahipleri tosuncuklardan  hiç ses yok.
Devlet ekonomiden çıksın diye fetva verenlerin ülkeyi din bezirganlığı yaparak bu hale getirenlerin tutumu Kenya’nın İlk Başbakanı Jomo Kenyata’nı “Batılılar geldiğinde ellerinde İncil, bizim ellerimizde topraklarımız vardı. Bize gözlerimizi kapayarak dua etmeyi öğrettiler, Gözümüzü açtığımızda bizim elimizde İncil, onların ellerinde topraklarımız vardı.” Açıklamasını anımsattı.
Dini kullanarak iktidara gelenler, emperyalist sömürü düzeninin şakşakcıları bugünlere gelmemizin tek sorumlusudurlar.
Ülkeyi hem ekonomik olarak ve hem de dış politika yanlışları ile uçurumun kenarına getirenler sizler olduğunuza göre, ilk fedakarlığı da sizlerin yapması gerekiyor.
İstenilen fedakarlıklarda ellerindeki avuçlarındakini vermeleri değil, kamuya ödettikleri masraflarını, batılı uygar ülke mevkidaşları  ile aynı seviyeye indirmeleri. Örneğin görgüsüzlük işareti sarayın ışıklarını söndürüverin, makam aracı sayısını azaltın, Özel uçak sayısını azaltın hatta satın elden çıkartın Türk Hava Yolları size istediğiniz zaman uçak tahsis eder, yer sofrasından kalkıp lüks saraylarda yaşamayı verin. Yazlık saray inşaatını durdurun, koruma sayınızı, lüks makam araçlarınızı makul sayıya indirin.
Aslında yapmanız gerekenleri saymak yerine söylenmesi gereken tek şey, lütfedip  zengin batılı ülkelerdeki mevkidaşlarınız gibi yaşayın, demektir.
Bugün geldiğimiz nokta üretmeden tükettiğimiz içindir. Bakın her şeyi Atatürk’e bağlıyoruz. Bunu yapmaya mecburuz onun 95 sene evvel söylediklerini bile bugün göremiyorsunuz. Ne demişti Atatürk, “ üretmeden, tüketen milletler, önce haysiyetlerin, sonra hürriyetlerini kaybederler.”
Sizin yüzünüzden bir Amerikalı emlakçi bizleri de rencide ediyor, haysiyetimizle oynuyor.
Bütün üretim alanlarından çıktık, her şeyi ithal ediyoruz. Bugünkü noktaya işte böyle geldik. Bırakın artık halka “dış güçlerin oyunu” yalanını söylemeyi. Hata bizde deme erdemini gösterin.
Bundan kurtulmanın tek yolu üretmek, üretmek, üretmektir.



10 Ağustos 2018 Cuma

CAHİL BİLGİCİ



ABD'nin iki bakanımız hakkında aldığı karara Türkiye'de benzer bir şekilde yanıt verdi. 
ABD, yaptırım kararı hakkında yaptığı açıklamada, kararı sadece rahip Brunson'un tutukluluğu ile ilişkilendirmedi. Yaptırımları, "her iki yetkilinin Türkiye'deki ciddi insan hakları ihlallerinin sorumlusu olan hükümet kuruluşlarının başındaki kişiler" olmaları ile açıkladı. Bu açıklamada Brunson salıverilse bile, yaptırımların süreceğinin işaretini verdı.
Aslında sorun, iki bakana yaptırım uygulamasından ibaret değildi. Sorun, ABD'nin Türkiye'ye aşiret devleti muamelesi yapıyor olmasıydı. Maalesef bu muameleye gerekli bir yanıt verilemedi.
Onun yerine apar topar bir heyet Vaşington'a gönderildi. Heyetin ülkemiz lehine bir sonuç alamadı apar topar döndüler.Deneyimli ve de dürüst diplomatlar, “Türkiye her alanda sıkışmış durumdayken, ABD hiçbir mevzide geri adım atmaz!” diyorlar.
Dış politikada yaşanan son gelişmeler "İsmet İnönü'nün ünlü sözlerinden birisini anımsattı...
"Büyük devletlerle ilişkiler, ayı ile yatağa girmeye benzer" 
Maalesef ABD ve Rusya ile ilişkilerimizde geldiğimiz nokta tam da o, büyük devlet adamının tarif ettiği tabloyu yansıtıyor: AKP'nin hayalci, beceriksiz politikaları sonucu, artık üstelik bir değil, iki "ayı" ile aynı yataktayız. Ağır yaralar almadan oradan kurtulmamızın imkanı da bulunmuyor.
Marifet, büyük devletler ile ilişkileri "yatağa girilecek" aşamaya getirmeden düzenleyebilmekti. Tersi yapıldı, yatak aşamasına geçiş kolaylaştırıldı.
Türkiye gibi orta ölçekli gücü olan ülkelerin yöneticileri, akıllı iseler, ülkelerinin çıkarlarını büyük devletlerin çıkarları ile çatışır noktaya getirmekten özenle kaçınırlar. Sorunları, o noktaya gelmeden çözmeye çalışırlar. Çıkar çatışması halinde, büyük devletlerin vereceği zararın, kendi ülkelerinin karşılık olarak verebileceği zarardan çok daha büyük olacağını bilirler.
Deneyimli diplomatlar o diplomatik nezaket ve zarafet içinde “Maalesef ülkemizin yöneticileri hem ABD, hem Rusya ile ilişkilerde bu temel dış politika kuralını gözardı ettiler.” derler. Derler ama işin aslı “gözardı” etmek değil, cahil bilgici  olmalarıdır
1 Mart (2003) tezkeresi TBMM'de kabul edilseydi, onbinlerce ABD askeri zaman bakımından ucu açık şekilde Türkiye'nin en duyarlı bölgesine yerleşecek ve kısa süre içinde çıkar çatışması (belki sıcak çatışma) daha o vakit kaçınılmaz hale gelecekti. O zamanki CHP yönetiminin basireti ve öngörülü yönetimi böyle bir gelişmeyi TBMM'de engelledi.
Ancak, iktidar ve TBMM böyle bir basiretli davranışı Suriye olayında sergileyemedi. Çünkü o tarihte CHP’nin başında artık o basiretli ve öngörülü kadrolar yoktu. Aksine, Arap Baharı'nın ve ABD'nin dolduruşuna gelerek, Şam'da bir Müslüman Kardeşler iktidarı kurabileceğini hayal ettiler. ABD'nin asıl amacının, Kürt koridorunu oluşturabilmek için  Suriye'nin bölünmesi ve Irak'da başlatılmış olan Kürdistan projesinin Suriye'ye de ilerletilmesi olduğunu, bunun bir aşamada kaçınılmaz şekilde Türkiye ile ABD arasında derin bir çıkar çatışmasına neden olacağını görmediler.
2011 yılında Suriye olayları başlayana kadar ABD ile ilişkilerimizde esaslı bir sorun yoktu.
Olaylar başladıktan sonra Suriye, ABD ile aramızdaki sorunların anası haline geldi.
Türkiye ilerletilmekte olan Kürdistan projesine direndikçe, ABD, Zarrab  Halkbank, İran ambargosu gibi Suriye dışı baskı vasıtalarını devreye soktu. Suriyeli sığınmacılara yok canından 40 milyar dolar harcayan Türkiye'nin içine düştüğü ekonomik çöküntü ABD'nin işini kolaylaştırdı.
İktidarın ABD baskısına karşı Rusya ile ilişkilere yönelmesi çözüm olmadı; aksine, ilişkileri daha da karmaşık hale getirdiği gibi, Rusya'ya da bağımlılık oluşturdu.
Türkiye şimdi ABD ve Rusya'nın birbirleriyle çelişen çıkarları arasında çaresiz durumda. Rusya'ya yaklaşsa ABD'nin gazabını, ABD'ne yanaşsa Rusya'nın gazabını üzerine çekecek, çekiyor.
Türkiye çok zorda..



6 Ağustos 2018 Pazartesi

SUÇLULARIN TELAŞI İÇİNDESİNİZ



24 Haziran seçimlerinde AKP sözcüleri, Cumhurbaşkanı Cumhuriyet Halk Partisi’ni PKK ile işbirliği yapmakla suçladılar.Hatta daha da ileri giderek seçimden sonra da Tayyip Erdoğan, HDP’yi kast ederek “Parlamentoya girsinler diye onlara destek verenler bunun hesabını verecekler” diye tehdit etti.
Bu itham tam bir suçluların telaşı içinde söylenmiş bir sözdür.
Türkçemizde böyle saçmalamalar karşısında söylenecek çok söz vardır. “Örneğin aynaya bak” ,”Dinime küfreden bari Müslüman olsa” gibi.
Sosyal medyayı, gazete arşivlerini, birazcık  tararsanız çok kolaylıkla PKK’nın yakın zamana kadar kimlerin himayesinde olduğunu görürsünüz.
Örneğin Şimdiki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Başbakan iken “PKK ile görüşen arkadaşı ben gönderdim. Sıkıntısı olan varsa bana söylesin,
Tayyip Bey Başbakan iken yardımcısı olan Yalçın Akdoğan “Öcalan’ın olayları okuma kabiliyeti ve tecrübesi var. O bölgenin yeni aktörüdür.”
Eski başbakan yardımcısı ve AKP içinde özgül ağırlık sahibi olduğu  içinde oğlu AKP’den milletvekili yapılan Bülent Arınç, “ ‘Sayın Öcalan’ demeyi ve PKK bayrağı açmayı suç olmaktan biz çıkardık”
Tayyip Beyin eski gözdelerinden, Eski Devlet Bakanı Beşir Atalay “ Abdullah Öcalan, Kürtler’in lideridir.Onun mesajları bizim de düşüncemizdir. (Burada saygısızlık yapmış, ‘Sayın’ dememiş)”
Bir milletvekili, tahmin ediyorum şuanda sıfatlı bir görevi de olan Yasin Aktay “ Abdullah Öcalan dünyanın geleceğini  iyi okuyor. Çok değerli şeyler söylüyor”
Yandaş yazar Bengisu Karaca “ Bebek katili denilen  Öcalan bize geleceği gösteriyor”
Yandaş yazar Cem Küçük “Öcalan olmasaydı şuan çoktan kan gövdeyi götürmüştü” demişlerdir.
AKP iktidarının sorumluları, yandaşları bunları söylemiş, Diyarbakır meydanın da AKP’nin himayesinde Abdullah Öcal’ın mektubu okunmuşken, bugün kalkıp CHP’yi PKK terör örgütü yandaşı göstermek pişkinliktir.
Cumhuriyet Halk Partisi’nin bugünkü yönetimi dahil, bütün yönetimleri teröre karşı olmuşlardır.
Cumhuriyet Halk Partisi’nin gelmiş geçmiş bütün yönetimleri, Büyük Orta Doğu Projesinin bir Büyük İsrail Projesi olduğunu bildikleri için ve bunun Türkiye’nin de içinde olduğu Ortadoğu ülkelerinin ülke bütünlüklerine karşı bir plan olduğunu dile getirmişlerdi.
O nedenledir ki ABD’nin bu coğrafyadaki askeri varlığına karşı çıkmışlardır. Bunun en güzel örneği 1 Mart tezkeresinin Cumhuriyet Halk Partili ve bir kısım AKP milletvekilinin çabalarıyla  reddedilmiş olmasıdır.
ABD’nin yandaşı İsrail’in en büyük arzusu İran, Irak, Suriye ve Türkiye’den koparılacak topraklarda, ABD ve İsrail’in güdümünde                                  uydu bir Kürt devleti kurdurmaktır.
Tayyip Erdoğan ve şürekasının göremediği bu gerçeği yüz yılın büyük siyasi dehası Atatürk,  güney koşularımızda kurulacak “Kürt Devleti’nin”, “Özerk Kürt Bölgeleri’nin” yüzyıllardır beraber yaşadığımız Kürtler arasında bağımsızlık düşüncesini ateşleyeceğini gördüğü için güneyimizde ki komşularımızın toprak bütünlüğüne çok saygı göstermiştir.
Bugün ABD ve İsrail’in yapmak istediğini o tarihte Almanya ve İtalya’nın Orta Doğu’ya yayılmaya çalışmalarını görmeleri  üzerine sınırları güvenlik altına almak ve Ortadoğu’da barış ve güvenliği sağlamak için Sadabat Paktı’nı  hayata geçirmiş bir partidir.
Cumhuriyet Halk Partisi, doğu ve Güneydoğu komşularımızla olan ilişkilerimizin bozulmasında Türkiye’nin hiçbir yararı olmadığını, tam aksine kaybedeceği çok şeyin olduğunu  bilen bir partidir.  
Böyle bir tarihe sahip Cumhuriyet Halk Partisini PKK yandaşlığı ile suçlamak, haksızlıktır, bühtandır. Bunu yapan AKP  yetkililerinin önce bir aynaya bakmaları gerekmektedir, İsmet Paşa’nın değişiyle Suçluların Telaşı İçindedirler.






3 Ağustos 2018 Cuma

ŞİMDİ SIRASI MI?



AKP iktidarı tarafından, şaibeli Anayasa referandumu ve seçimler sonrası ülkede, anayasa ve  yasalar fütursuzca çiğneniyor; Devlet, parti devletine dönüştürülmüş, kuvvetler ayrılığı yok edilmiş; Seçim ve referandum kampanyalarında iktidar tarafından kaynağı belli olmayan sınırsız para harcanıyor; bürokrasi (sivil, askeri, güvenlik) tümüyle iktidara çalışıyor; Devletin bütün alt yapı, ulaştırma ve mali olanakları iktidar tarafından kampanyalarda kullanılıyor; medya rehin ve denetim altına alınmış vaziyette, medya mensupları sudan gerekçelerle hapse atılıyor; sizin benim yani halkın vergisiyle çalışan devlet radyo-televizyonu iktidar borazanına dönüşmüş; OHAL ortamında siyasi şahsiyetler "terörist" olarak suçlanıp hapse atılıyor; toplumda en zayıf muhalif ses bile şiddetle bastırılıyor.
Anayasal gösteri (dolayısıyla propaganda) hakkı yok edilmiş; mülkiyet güvencesi kaldırılmış, KHK'larla, mahkeme kararı aranmaksızın  insanların mal varlıkların el konuluyor.
KHK'larla ve TBMM'de yapılan düzenlemelerle, iktidarın seçimi kaybetmesini imkansız kılacak yasal, idari, toplumsal tedbirler alınmış (seçmen kütükleri, sandık kurulları ve güvenliğinden, eli sopalı güruhlara yasal korumaya kadar çok çeşitli düzenlemeler); demokratik bir seçim ortamının oluşmasını sağlaması gereken yargı tümüyle yanlı ve bağımlı hale getirilmiş, Anayasa Mahkemesi, kendi içtihatlarını yok sayıyor, İmam hatipli olduğu için itildiğini kakıldığını söyleyebilen Yüksek Seçim Kurulu başkanı  açıkça kanunsuz karar alabiliyor.
Durum tam da bu haldeyken devleti kuran Cumhuriyet Halk Partisi ne yapıyor. Sen git ben oturayım kavgası yapıyor.
Parti içi iktidara talip olanlar, parti yönetiminin hangi tutum ve davranışını eleştirdiklerini kimse bilmiyor.
Yahut yukarı da saydığımız olumsuzluklar hakkında parti içi iktidarı ele geçirirlerse ne yapacakları ile tek kelime  söylemiyorlar. Onların bu durumu insanın aklına “Köy yanarken….” diye başlayan söylemi hatırlatıyor.
Bu partiye oy vermiş insanlarda aynen öyle düşünüyor ve lanetliyor.
Olay sen git ben geleyim kavgasından öteye gitmiyor. Cumhuriyet Halk Partisinde Lozan kahramanı İsmet Paşa bile Genel başkanlıktan ayrılmak zorunda kaldı. Ama o zaman kendisine muhalefet edenler, sen git ben geleyimden başka şeyler söylediler. Örneğin “CHP’de biat kültürü yoktur, CHP’liler kapıkulu değildir” “ Ne ezen ne ezilen, hakça bir düzen”, “toprak işleyenin su kullananın” gibi üstünden yıllar geçmesine rağmen hala bugün kullanılan bu sloganları ürettiler.
Bugün parti içi iktidar için mücadele edenler, sizin hiç böyle toplumda iz bırakan bir sözünüz var mı?

Maalesef yok.
Sizler mütedeyyin insanları da tanımıyorsunuz. Onların sizden istediği, kendilerine sempatik görünmek için “ Benim anam bacımda türbanlı” diyerek şov yapmanızı istemiyorlar.Senin namazın onları hiç ilgilendirmiyor.
Sizden sadece kendilerinin inançlarına saygı göstermenizi istiyor ve de bekliyor.
Son yıllarda parti içi iktidar mücadelesinde aranızda düşünceye dayanan ne gibi farklılık var bugüne kadar kimse duymadı.
Örneğin benim gibi partide köklü değişim isteyen Kemalistler, partinin kuruluş felsefesine geri dönülmesini, 6 okun, devrimcilik ilkemiz gereği, çağdaş  yorumunun yapılmasını istiyorlar. Bunu dillendiriyorlar.
Amerikalılardan telefon almakla övünmeyen, ya da ABD büyük elçisi ile görüşecek ise parti genel merkezinde alenen görüşen, nabza göre şerbet vermeyen bir yapının kurulmasını istiyorlar.