28 Eylül 2015 Pazartesi

AKP SURİYE KONUSUNDA DEBELENDİKÇE BATIYOR


AKP Hükümeti aynen iç politikada da olduğu gibi, Suriye konusunda da debelendikçe batıyor. 
Son aylarda; Suriyeli sığınmacıların Ege sahillerinde botlara doluşarak denize açılmasına göz yummasından sonra, bu defa, Karayolundan da Yunanistan sınırına dayanmalarına müdahale edilmedi.
Bunun nedeni, müdahale edilmez ve sığınmacılar Avrupa kapılarına dayanırlarsa, yani Avrupa'nın sığınmacı sorunu bu yönetmelerle ağırlaştırılırsa, Batı ülkeleri sorunun kaynağı olarak Suriye rejimini görürler ve Esad'ı devirmek için harekete geçerler diye düşünülmesiydi.
Elbette bu düşünce yanlıştı ve yanlışlığı batılı ülkelerin tam tersini yapmaya başlamaları ile ortaya çıktı. Batılılar Suriye konusunda hiç olmazsa kısa dönemde Esad'ı içine alacak bir çözüm arayışına girdiler.
Artık bütün dünya kabul ediyor ki; Suriye'deki rejimi değiştirme gündemi ortadan kalkmaya başlamıştır.
Sığınmacı sorunun ağırlaşması üzerine, bu  ayın  ortalarında Türkiye'ye gelen Almanya, Avusturya ve Lüksemburg Dışişleri Bakanları AKP hükümetine hiç olmazsa başlangıçta Esad rejimi ile görüşülmesi gerektiğini telkin ettikleri, batı basınında yer aldı.
Sadece Avrupa ülkelerinin değil ABD yönetiminin de Suriye Politikasını gözden geçirmekte olduğu görülüyor. Nitekim, Dışişleri Bakanı Kerry, geçtiğimiz haftalarda  Londra da yaptığı açıklamada, Esad'ın hemen gitmesinin öncelikleri olmadığını ima etti.
Bunun üzerine Tayyip Erdoğan'da "Tabii, burada Esed'siz bir sürecin olması veyahut da bir geçiş sürecinde belki Esed ile gidilmesi olabilir ama, asıl olması gereken muhalefetin bir defa Esed ile zaten bir Suriye geleceğini kimse görmüyor" şeklinde sıkıntılı bir ifade ile çark etmeye başladığını ortaya koydu.
Tayyip Erdoğan'ın Suriye Politikasını düzenlerken ki en büyük yanlışı, Rusya faktörünü yok kabul etmesidir.
Ortadoğu coğrafyasında politikalar oluştururken Rusya'yı yok kabul ederseniz, sonunda hep kaybedersiniz.
Nitekim; ABD'nin Esad konusundaki  tavır değişikliğinde, Rusya'nın son dönemde Suriye rejiminin desteklenmesi yönünde attığı kararlı adımların etkisi olduğu yadsınamaz.
Rusya, Suriye'deki askeri mevcudiyetini görünür biçimde arttırdığı gibi,Suriye Ordusuna gelişmiş silah sistemleri de verdi.Ayrıca, en az bunlar kadar önemli, Suriye'nin Rus  askerine ihtiyaç duyması halinde bunun da dikkate alınacağını açıklamasıydı.
Bu açıklamalar karşısında Tayyip Erdoğan bir TV mülakatında  tam bir acz içinde, "Rusya'nın Suriye'ye desteği ise eskiden beri süren bir destekti, şimdi sadece daha belirgin oldu. Sahaya indi. Çok tehlikeli bir durum. O bakımdan kaygıyla izliyoruz" dedi.
Bu açıklamadan anlaşılan acz içindeki AKP hükümeti hiçbir şey yapma gücü olmadan sadece olayları izliyormuş.
Asıl önemli olan Ruslar, ABD, AB ve onların kuyruğuna takılmış AKP iktidarı sayesinde, doğu Akdeniz de güçlü bir mevcudiyet sağlayarak, bin yıllık "sıcak denizlere açılma" hayallerini gerçekleştirdiler.
Zira, son olaylardan sonra Rusya'nın Suriye'deki deniz üssüne ilaveten, karada da bir üst edindiği, savaş uçaklarını ve saldırı helikopterlerini oraya şimdiden konuşlandırıldığı haberleri geliyor.
Artık sadece Enerji bakımından Rusya'ya bağımlı değiliz, aynı zamanda, Karadeniz'deki üstün Rus varlığının yanında şimdi de Akdeniz'de ortaya çıkan Rus mevcudiyeti  arasına sıkışmış durumdayız.
AKP'nin Suriye Politikasında yaptığı vahim yanlışlar, Türkiye'nin başına sürekli belalar açıyor. Türkiye bölgede ve dünya'da giderek yalnızlaşıyor.
AKP hükümetinin ülkeye büyük bedeller ödetecek olan  son dört yıldır sürdürdüğü Suriye politikasını ABD ve AB'yi kızdırırız endişesiyle Türkiye'nin gündeminin ilk sırasına  taşımayan tüm siyaset kurumu, bu gelinen noktada AKP kadar olmasa bile onlarda sorumludur.

Sonuç olarak, Türkiye AKP hükümeti ve diğer kifayetsiz muhteris  siyasal aktörlerin elinde oradan oraya savruluyor.

25 Eylül 2015 Cuma

BAYRAMLAR

     
Bugün Kurban Bayramı'nın üçüncü günü. Bayramlar küslüklerin, kırgınlıkların unutulduğu bir birimize sarıldığımız günler olması gerekirken, ülke, bir muhterisin ham hayali uğruna  bir kardeş kavgasına sürükleniyor.
Ama bütün buna rağmen Kurban Bayramı bütün İslam alemine kutlu olsun. Emperyalistlerin menfaatleri  uğruna Orta Doğu'da çıkardıkları savaşlar nedeniyle evlerini, vatanlarını terk etmek zorunda kalan  Müslüman kardeşlerimize yardımı esirgeyen İslam Dünyasını da şiddetle kınıyorum.
İnsanlık adına atarken mangalda kül bırakmayan batılı ülkeler, yerlerini yurtlarını terk ederek sığınacak bir yer arayan insanlara yardım ellerini uzatmamak için ellerinden geleni yapıyorlar.
Bu insanların yerlerinden yurtlarından ayrılmalarının nedeni Orta Doğu coğrafyasının sahip olduğu yer altı servetleri ve su kaynaklarıdır.
Kuzey Irak Kürtleri petrol ve doğal gazının , Türkiye Kürtleri de Dicle ve Fırat suları üzerinde oturmaktadırlar.
Bu su kaynakları Orta Doğu ve İsrail için hayati öneme haizdir, bu coğrafya bu nedenle karıştırılıyor.
Bütün bunları göz önüne alarak, emperyalistlerin ekmeğine yağ sürmemek için  birbirimize daha çok sarılmalıyız.

Herkese mutlu bayramlar dileğiyle.

21 Eylül 2015 Pazartesi

LİDER BOŞLUĞU


Türkiye 1 Kasım da, tarihinde ilk defa Cumhurbaşkanı  Anayasa'nın 116. maddesine  dayanarak, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanının seçilmesinden itibaren kırk beş gün içinde Bakanlar Kurulu kurulamadığı gerekçesiyle ülkeyi seçime götürüyor.
7 Haziran'da sandıktan çıkan sonuç aslında bir koalisyonu gündeme getiriyordu.
Tayyip Erdoğan, dört yüz kişilik bir AKP grubu elde ederek bu ülkede tek adam ham hayali içinde yaşadığından, bu sonucu elde edememenin verdiği ruh haliyle egemen olduğu AKP'nin bir koalisyona ortak olmasını istemediği gibi, MHP'nin kendi inancı doğrultusunda HDP ile hiçbir şekilde bir ortaklığın içinde olmayacağı hatta dışarıdan bile destek vermeyeceği ortaya çıkınca ülkeyi bir seçime sürüklemekten çekinmedi.
Bu davranışıyla ülke ekonomisinin kötüye gitmesi, terörün azması, dış politikada ülkenin yalnızlaşması onun hiç umurunda olmadı.
Onun tek gayesi kendisini ve yakın çevresini korumaya almaktı. Bunun için her şeyi yapabilirdi, sonu ülke için   macera olacak olsa da bir seçime götürmekten hiç çekinmedi.
Hatta bunun gerçekleşmesi için büyük çaba sarf etti.
Ülke bir seçime gidiyor şurada nereden bakarsak bakalım, ne toplumda ne de siyasi partilerde bir seçim heyecanı yok, aslında olması gerekir değil mi?
Her seçimin bir yenilenme, bir değişim bir demokrasi şöleni olması gerekir.
Ama toplumda maalesef böyle bir umut böyle bir beklenti yok.
Geniş halk kitlelerinde 7 Haziran seçimlerinden farklı bir sonucun çıkmayacağı algısı çok yaygın bir şekilde var.
Nitekim kamuoyu araştırma şirketlerinin değerlendirmeleri de aynı sonuçları veriyor.
Bunun nedeni halkta umut ve heyecan yaratacak bir lider ve kadrolarının olmamasıdır.
Dünyada bir çok ülkede ama özellikle bizim ülkemizde "Lider" çok önemlidir.
Tabii liderin yanındaki kadrolar da en az lider kadar önemlidir.
Aslında şartlar tam da karizmatik bir liderin ortaya çıkmasına müsait bir ortam.Zira, karizmatik liderler, bir toplumda tarihi, sosyal ve psikolojik şartların yarattığı belli bir ortamda, genel olarak da bunalım dönemlerinde  ortaya çıkarlar.

Tarihte Cromwell ve Napoleon gibi kumandan ve devlet adamları, çağdaş örnekleri olarak da Atatürk,Lenin, Mahatma Gandi, de Gaulle gibi liderleri gösterebiliriz.
Kitleleri etkileme ve peşlerinden sürükleme gücüne sahip bu adamlar eşlerine her gün rastlanan çapta sıradan önderler değildir.
Bunlar yaşadıkları dönemin dünyasını çok doğru algılayabilen, sade kendi ülkelerine değil düşünce ve eylemleri ile dünyaya örnek olmuşlardır.
Büyük bunalım dönemlerinde toplumlar böyle liderler  çıkartırlar.
İşte şimdi Türkiye'nin böyle, önderlik yapabilme yeteneğine sahip, herkesin peşinden gidebileceği ve birlik sağlayabilecek bir öndere ihtiyacı vardır.
Türkiye, bugün tam da böyle bir bunalım, kriz döneminden geçiyor.
AKP iktidarı ihanete varan uygulamaları ile ülkeyi bölünmenin eşiğine getirirken, yanlış ekonomi politikalarıyla da ülkeyi ekonomik bir açmazın içine sokuldu.
Siyasette yaşanan bugünkü  tıkanıklık, dünyayı başkasının yardımıyla değil kendi bilgi birikimi ile anlayıp,  tahlil edebilen, toplumu peşinden sürükleyecek kişiliğe sahip ve buna uygun kadroya kurabilen, ben değil biz diyebilen, böyle bir liderin sahneye çıkmasıyla aşılabilir.
Artık Türkiye, çok laf edip hiçbir şey söylemeyen değil, tam aksine toplumda heyecan yaratacak sözler söyleyen liderlere ihtiyaç var.
İşte Türkiye'deki siyasi partilerin başında bu tariflere uyan bir lider bulunmadığı için bu tıkanıklık aşılamıyor.
Karamsarlık her geçen gün artıyor, kitleler de umutsuzluk egemen oluyor.
1 Kasım seçimlerinden sonra Türk siyaseti yeniden şekillendirilmelidir. Bu bir ihtiyaç olmaktan çıkmış bir zorunluluk haline gelmiştir.

18 Eylül 2015 Cuma

SAYIN SAVCILAR NEREDESİNİZ?


Türk Ceza Kanunun  220. maddesinin 8. fıkrası "Örgütün veya amacının propagandasını yapan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçun basın ve yayın yolu ile işlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında arttırılır" demektedir.
Hani sizler düzmece gazete haberlerini ihbar sayıyorsunuz ya, benim aşağıda sunacaklarım, düzmece falan değil aynı ile vakii.
19 Ekim 2009 tarihinde bir grup PKK'lı Habur Sınır kapısından Türkiye'ye geliyorlar ve "Buraya (yani Türkiye'ye) PKK lideri Abdullah Öcalan'ın emriyle geliyoruz. Öcalan'ın adına geliyoruz, Liderimiz Öcalan" diyorlar.
Bundan bir gün sonra, yani 20 Ekim 2009 da, o tarihte Başbakan olan Tayyip Erdoğan çıkıp, " Dün Habur Sınır Kapısı'nda yaşanan manzara karşısında umutlanmamak mümkün mü? Bu bir umuttur. Türkiye'de bir şeyler oluyor, iyi güzel şeyler oluyor, umut verici gelişmeler oluyor" diyor.
Önceki dönem Milletvekili ve Başbakan yardımcısı Bülent Arınç terör örgütünün kırk bin kişinin ölümünden sorumlu elebaşı ve örgütünü övmek için Amerika Birleşik Devletlerinde katıldığı bir toplantıda "Sayın Öcalan demeyi ve PKK bayrağı açmayı suç olmaktan çıkarttık" buyurmuş.
Bir başka AKP üst yöneticisi Yalçın Akdoğan, "Öcalan'ın olayları okuma kabiliyeti ve tecrübesi var" diyerek aslında kendi düşünce kapasitesini ortaya koyan bir açıklamada bulunuyor.
Bir başka AKP'li büyük deha Prof. Dr Yasin Aktay ise "Abdullah Öcalan dünyanın geleceğini çok iyi okuyor" kehanetinde bulunmuş.
Bir diğer AKP'li kifayetsiz muhteris  Beşir Atalay ise " Öcalan'ın mesajları bizimde düşüncemiz" diyerek düşünce kapasitesini ortaya koyarken, terör örgütünün propagandasını yaptığını fark edememiştir.
Asıl çağın yalakası "Jöleli" namıyla maruf Yiğit Bulut "Öcalan Türkiye'nin önünü açıyor" vecizesini yumurtlamıştır.
Türkiye Cumhuriyeti'nin yıkılıp yok olması, ya da en azından Sevr'in yaşama geçirilmesi ham hayaliyle yaşayan   bir başka düşünce adamı(!) Ethem Mahçupyan ise "Öcalan'ın çok geniş bir prestij alanı var. Nadir insanlardan birisi" cümlesini sarf ediyor.
Avukat meslektaşım Av. Cihan Kavlak "Suç İşlemek Amacıyla Örgüt Kurma Suçu" isimli eserinin 398. sayfasında yer alan "....kişilerde örgüte sempati duyulmasını sağlayacak hareketler gerçekleştirilmesi, örgütün faaliyetlerine yakın hissedilmesini sağlayacak duyguların yaratılması, örgüte karşı duyulan husumetin ortadan kaldırılması neticesini doğuran fiillerin yapılması, örgütün amaçlarını meşru olarak gösterilmesi gibi faaliyetler anlaşılmalıdır"  şeklindeki açıklamasıyla, AKP li yetkililerin belirttiğimiz düşünce ve eylemleri atıf yaptığımız bu anlatımlarla birebir uyuşmaktadır.
Bu söylemler, Türk Milleti içinden yeni bir millet çıkartarak ayrıştırmayı sağlamaya çalışan terör örgütü ve onun elebaşını bu topluma sempatik gösterme çabasıdır.
Başı sonu belli olmayan gazetelerde bilerek ve isteyerek çarpıtılmış haber ve yazılardan hareketle soruşturma başlatan Sayın Savcı, önce Türkiye Cumhuriyetinin savcısı olduğunu, bu ülkenin Anayasasını korumakla görevli olduğunu hatırlamalıdır.
Etnik Milliyetçilik yaparak Türkiye Cumhuriyeti toprakları üstünde ayrı bir devlet kurmayı kendisine amaç edinmiş bir örgüt ve onun liderini topluma sempatik göstermeye kimsenin hakkı yoktur.
Bu suçtur.
Nitekim daha önce yukarıda belirttiklerimiz ve buraya  alamadığımız birçok açıklamalar örgütün amaçlarının  meşru olduğu yolunda toplumda bir algı yaratacaktır.
Bu açıklamalar ve bütün bunların yanında Devletin eli silahlı terör örgütüyle görüşmesi örgütü toplum indinde meşrulaştıracaktır.
Elinde silah olanla, terör örgütüyle hiçbir hükümet müzakere etmez. İngiltere etmemiştir. İRA silahı bıraktığını resmen ilan edip uluslararası mercilere  silahlarını teslim edinceye kadar muhatap alınmamıştır. İspanya da etmemiştir.
İşte AKP iktidarı, eli silahlı terör örgütüyle görüşerek onu muhatap alarak ve mensupları eliyle terör örgütüne güzellemeler yaparak suç işlemişlerdir.
Cumhuriyetin savcıları hadi artık hareketi geçin.Terör örgütünü öven onu meşrulaştıranları kulağından tutup yargının önüne çıkartın.



14 Eylül 2015 Pazartesi

HEPİNİZ SORUMLUSUNUZ


Ülke bir iç savaşa, kardeş kavgasına doğru dolu dizgin gidiyor. Bu dökülen kanda, terör örgütü kadar silahını teslim etmemiş terör örgütüyle masaya oturanlar ile onlara açık veya gizli destek veren herkesin sorumluğu vardır.
AKP 2002 yılında iktidara geldiğinde bu ülkede terör sıfır noktasına inmişti, o tarihte yapılması gereken, bölgede işsizliği ortadan kaldıracak, ekonomik tedbirler alınmalıydı ama alınmadı.  Toplumun ufkunu açacak eğitim projelerine önem verilmeliydi ama yapılmadı; bu nedenlerle  yöre gençleri, terör örgütüne, yeraltındaki dini örgütlenmelere ya da diğer suç örgütlerinin kucağına itildiler.
Umutsuzluğa mahkûm edilen gençlerin terör örgütleri tarafından elde edilmesi kaçınılmazdı.Gerekli tedbirleri zamanında almayanlar sayesinde de bu gerçekleşti.
Sıfır düzeyinde aldığınız terörü göz göre göre, hem cehaletinizden ve hem de hastalıklı tek adam olma hayalinizden azdırdınız.
O kadar cahilsiniz ki; yüz yıllardır bu coğrafya da emperyalistlerin ne için cirit attıklarını anlayamadığınızdan, dış telkinlerle, terör örgütü ile uzlaşma arayarak terörü ortadan kaldırabileceğinizi düşündünüz ve böyle düşündüğünüz içinde silahlarını teslim etmemiş bir terör örgütüyle masaya oturdunuz. Masaya oturmakla da kalmadınız yurt içine silah yığınakları yapmalarına da göz yumdunuz.
Masaya otururken, emperyalistlerin ve onların yurt içi uşaklarının kulağınıza fısıldadıklarını, kamuoyu ile   paylaşmadan uygulamaya başladınız.
Paylaşamazdınız çünkü, toplumun buna vereceği tepkiden korkuyordunuz.
Birçok batı ülkesinin anayasasında, Alman Milleti, Fransız Milleti, İspanyol Milleti,  gibi milletlerinin adı yazılıyken, bize gelince  “kucaklayıcı olun yalanı ile”  aman anayasanızda “Türk Milleti” kavramı olmasın dediler, hemen kabul ettiniz.
Birçok çağdaş devletin anayasalarında “değiştirilemeyecek” maddeler varken, bize, siz Anayasanızın ilk üç maddesini kaldırın dediler, bunu çağdaşlık zannedip, bunu tartışmayı kabul ettiniz.
Bunun milli kimliğimizi, ulusal bütünlüğümüzü tartışmaya açmak için tezgahlanan bir oyun olduğunu göremediniz veya görüp Cumhuriyete olan düşmanlığınızdan böylesi işinize geldi.
Bu ülkenin parlamentosunda, terör örgütü PKK’nin adının ağza alınması büyük gerginliklere neden olurken, onun kırk bin kişinin ölümünden sorumlu liderine “Sayın” diye hitap edildiği ortamı yarattınız, bir de utanmadan yürütülen politikanın gereği, muhatap kabul ettirilen bu katilin affını rahatlıkla konuşulur hale getirdiniz.
İktidarı ile muhalefetiyle T.C devletinin, ikiz anlaşmalar diye anılan sözleşmelere koyduğu, çekinceleri kaldıracağınızı ilan ettiniz.
Bütün bunları söyleyip tartışılır hale getirdikten sonra Cizre’de yaşanan olayların  bunun doğal sonucu olduğunu göremediniz.
Bu çekinceleri kaldırılmasının özerkliğin önünü açacağını ya göremediniz ya da bunu istiyordunuz.
Cizre de ve diğer İlçelerdeki  “Özerklik” uygulamaları,  bugüne kadar sergilediğiniz  bu art niyetli tutumlarınızın  doğal sonucudur.
İktidarı ile muhalefetiyle ve dış mihraklarca sırtı sıvazlanan terör örgütünün, Cizre ve diğer il ve ilçelerdeki eylemleri devlete başkaldırı ve isyandır.
Devlet kendisine isyan eden, başkaldıran bütün organizasyonları ezer ve geçer.
Şimdi anlıyor musunuz, bölücü yandaşlarının “Dersim İsyanı’nı” bastıranları lanetlemelerinin sebebini, bu sırf Atatürk ve silah arkadaşlarına saldırmak şansını size verdiği için o gün ona alkış tutuyordunuz, niye şimdi o zaman Cizre’de ve diğer bölgelerde ki kalkışmalara karşı askeri operasyonlar düzenliyorsunuz.
Tabii devlete karşı bir kalkışma olursa, devlet buna karşı gerekeni yapacaktır. Bu devlet olmanın gereğidir.
O gün Dersim bölgesinde Musul meselesi nedeniyle İngilizlerin uşakları isyan etmişti, bugün de Orta Doğu’da Büyük Kürdistan’ı yaratmak için Amerikan uşakları isyan ediyor.
Terör örgütünün milleti ve devleti etnik ve mezhepsel temelde ayrıştırmaya yönelik politikalarına alet olan iktidar ve muhalefet mensupları, şehitlerin ve çatışmalarda ölen masum insanların kanı sizlerin ellerinizde, tüm olan olaylardan, can kayıplarından müştereken sorumlusunuz.

       




11 Eylül 2015 Cuma

BASINA UYGULANAN ŞİDDET


Hürriyet Gazetesi'ne kırk sekiz saat arayla İstanbul Merkez binası ile Ankara matbaa binasına bindirilmiş kıtalar tarafından iki ayrı  saldırı düzenlendi.
Özellikle de İstanbul'da  geçtiğimiz pazar günü gerçekleştirilen saldırının öncüsü, kışkırtıcısı da, Boynukalın soyadlı,askerliğini de bedelli yapmış bir milletvekili.
Attığı naralara bakarsanız ne hukuk tanıyor, ne kanun.
"Aslan parçası, yürekli çocuk" !  bağırıyor " 1 Kasımda sonuç ne olursa olsun, seni başkan yapacağız. Hürriyet olmayacak" Nasıl yapacak  onu,herhalde  sivil darbe gerçekleştirecek,  tosunum.
Bunun bu hukuk dışı tehdidiyle, HDP'li milletvekilinin "sırtımızı dağa dayadık", "keleşleri size çevirmesini de biliriz" lafları arasında ne fark var.
Biri sırtını, dengelerini yitirmiş AKP iktidarına dayamış diğeri de terör örgütüne.
İkisi de hukuku, yasaları nasıl çiğnediklerini/çiğneyeceklerini söylüyorlar, aralarında ne fark var.
Zavallı cahil, üstüne yemin ettiği Anayasa'nın 128. maddesinin 2. fıkrası "Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır." dediğinin bile farkında değil.
Farkında olsa bile onun için önemli değil, onlar için ettikleri yeminin bir anlamı yoktur. Edilen yemin ahlaklı, dürüst insanlar için bir anlam ifade eder. 
Devlet yönetiminde egemenler ya, nasıl olsa görevini yapacak bir savcı çıkıp bu adam hakkında bir fezleke düzenleyemeceğinden de emin olduğu için, erkeklik gösterisi yapıyor.
Bu tosuncukların, hiçbir kural ve engel tanımadan, korunacaklarını bilerek her türlü şiddet eylemlerinde bulunmayı kendileri için bir hak gördükleri anlaşılıyor. 
Aslında bu da bir propaganda yöntemidir. Almanya'da da Hitler döneminde de benzer vurdular kırdılar propaganda malzemesi olarak kullanılmıştır.
Goebels yöntemleridir bunlar.
Bunun bir adım sonrası muhalif siyaset adamlarının yapacakları toplantıları basıp onları konuşturmamaktadır.
Bu tip saldırıları basit şov kokan açıklamalarla geçiştiren siyasetçiler yarın aynı saldırgan davranışlara muhatap olacaklardır.
Bir başkası Hürriyet Gazetesinin köşe yazarını, "biz" diye, "öldürürüz, yok ederiz" diye tehdit ediyor.
Kimsiniz siz?
Çete misiniz? eşkiya mısınız?
Bu açıkça bir insanı ölümle tehdit değil mi.
Bu yazıyı okuyan her basit zeka ve kültürdeki insan , burada Ahmet Hakan'ın ölümle tehdit edildiğini anlar.
Aslında totaliterleşen rejimler her zaman bir düşman yaratmıştır.
Cumhurbaşkanı'na yönelik en basit eleştiri de Cumhurbaşkanına hakaretten dava açacaksın, iktidar yalakası bir gazeteci, hoşlanmadığı gazeteciyi öldürmekle tehdit ettiği zamanda görmezlikten geleceksin.
Bu tehditle, gazetecinin objektif gazetecilik yapması önlenmek istenmektedir.
Burada ki tehdit, ilk bakışta tehdide uğrayan gazetecinin hayatına yönelik bir saldırı gibi görünse de, aslında halkın haber alma, doğru bilgilenme hakkına da tecavüz oluşturmaktadır.
Basın yayın organlarının ya da çalışanlarının tehditlerle susturulması totaliter rejimlerin uygulamasıdır. 
Burada gazetecinin kimliği ve gazetenin hangi yayın organı olduğu da o kadar önemli değildir.
Buradaki eylemin, yayının hedefi ana akım medyayı kendi istedikleri gibi yönlendirerek istedikleri siyasi sonucu alma çabasıdır.
Kendilerine engel gördükleri her kes ve her kuruluşa saldırmakta sınır tanımıyorlar.
Ülkedeki muhalefete tahammül edemiyorlar. Kimse Tayyip Bey ve ekibinin söylediklerinin aksini söyleyemeyecek, izlediği politikaları eleştiremeyecek.
Böylece aynen Türkiye'de de bugün, o tarihlerde  Hitlerin propaganda Bakanı Goebels'in gazetelerin genel yayın yönetmenleriyle düzenlediği bir toplantıda söylediği gibi "Gazetelerin hükümetin dilediği gibi çalacağı bir piyano" olması istenmektedir.
Almanya da  bu ilk etapta sağlandı ama aradan iki üç sene geçmeden bu piyanoda Almanya'nın ölüm marşı çalınmıştı.
Bu baskı ve şiddet yöntemi Türkiye'de de ilk defa uygulanmıyor; bu denendi, hatta muhalif gazete idarehaneleri bile basıldı, ama bunlara göz yuman, teşvik eden, yönlendiren siyasi iktidarların sonu hiç iyi olmadı.





7 Eylül 2015 Pazartesi

BU NE SAYGISIZLIKTIR


Pazar günü saat 15.10 sularında dağlıca da PKK terör örgütü her zaman yaptığı gibi kahpece mayınlı saldırı da bulundu, bu yazının yazıldığı ana kadar kaç şehidimiz olduğuna dair bir resmi açıklama yapılmadı, ama yirmi bir şehitten söz ediliyor.
Ülke bölünüyor, terör örgütü gemi azıya almış, bir kısım arsız da çıkmış, “Barıştan”, “Silahların bırakılmasından” söz ediyor.
Bu ülkede bir savaş yok ki barış yapalım. Bu ülkede siyasetçilerden yüz bulduğu için şımaran,arsızlaşan ve her geçen gün saldırganlığını arttıran, Batı'nın da teşvik ettiği bir terör örgütü var.
Artık “batı ne düşünür” ,aman batıyı karşımıza almayalım noktası çoktan geçilmiştir.
Ülkenin bölünmesi söz konusu ise artık, PKK’ya içerden ve dışarıdan destek veren herkes bizim karşımızdadır.
Kendi topraklarında tarihlerinde bir defa yaşanan bir terör eyleminden sonra, ya bizden yanasınız ya da terör den yanasınız diyebilenler, terörle masaya oturmayı haklı olarak red ederlerken, bize teröristle tekrar masaya oturun diyebiliyorlar.
Onların tek hedefi, arzuları  kukla bir bağımsız Kürt devletini kurdurmaktır.
Bu ülke, Oslo görüşmelerinden başlayarak, terör örgütüyle masaya oturanları, terör örgütünün ülke içinde, il il, ilçe ilçe ve hatta mahalle mahalle örgütlenmesine, adam kaçırmasına, vergi toplamasına   doğrudan ya da dolaylı  göz yumanları, ister iktidarda ister muhalefette olsun, kapsamını ve sonuçlarını bilmediği bir CİA projesi olan açılıma destek veren herkesi, yargı önüne çıkartmak zorundadır.
Tüm toplum, teröristlere ve teröre karşı “amasız”, “fakatsız” ayağa kalkmak zorundadır.
İspanya, İngiltere bunu yaptı.
Bu şehitlerin kanı, terör örgütüne yüz veren, onlara destek olan tüm siyasilerin ve diğer örgütlerin yöneticilerinin ellerindedir.
EMASYA Protokolü niçin iptal edildi ve operasyon yetkisi askerden alınıp mülkü amirlere verildi.
Aylarca hatta yıllarca askerin ve kolluğun eli kolu bağlandı, eşkıya görülse bile ateş açmayacaksınız dendi, işte gelinen nokta bu.
PKK’ya “istemediğiniz Vali, Kaymakam ve komutan varsa bize söyleyin, gereğini yapalım”,"kentleri silah deposu haline getirdiğinizi biliyoruz" diyenler yargı önüne çıkarılmayacak mı?
"Kürt  açılımının" fikir babası ve CİA'nın Türkiye uzmanı Henri Barkey, Amerika'nın AKP hükümetiyle birlikte Türk Ordusuna operasyon düzenlediğini açıklama mışmıydı?
Bu operasyon  Balyoz, Ergenekon  ve benzeri davalarla yapılma mışmıydı? Yapılan  bu operasyonun, bu ihanetlerinin hesabı yargı önünde sorulmayacak mı?
Bu ülkede yaşayan herkes, bir insanlık suçu olan terörle arasına mesafe koymak zorundadır. Terörle arasına mesafe koymayan her kim varsa bunun hesabını vermelidir.
 Bizim yaşadığımızdan çok daha azını yaşayan İspanya’da milyonlar sokağa döküldü; terörle arasına mesafe koymayan siyasi parti kapatıldı, bu kapatmaya da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de onay verdi.
Bizdekilerin ne özelliği var? Bunların pisliğinde  boncuk mu var? Bu ülkede kahpece  şehit edilen vatan evladının tırnağına bunların topunu değişmem.
Sustukça vakarımızı, ağırbaşlılığımızı bir zafiyet olarak algılanılıyorsa bunda büyük yanılgıya düşerler.
Bu ülkede hiç kimse  artık bir CİA projesi olan “Çözüm Süreci” lafını ağzına almamalıdır. Türkiye’nin bir demokrasi sorunu var ise bu sadece Kürt kökenliler için değil bu ülkenin tüm vatandaşları için vardır.
Düşüne biliyor musunuz, Cumhurbaşkanı’nı eleştiren doksana yakın gazeteci ve vatandaş aleyhine davalar açılmış, işte bu bir demokrasi sorunudur.
Bu ülkede bireysel kültürel haklar önündeki bütün engelleri elbette kaldıralım, ama bölünmenin önünü açacak, kolektif kültürel hakları da kimseye de  tanımayalım.
Ama asıl acı olan husus, şehitler verilirken, bu ülkenin Cumhurbaşkanı bir TV kanalında hala daha 400 milletvekili verseydiniz bunlar olmazdı diyebiliyor; ülkenin her daim sırıtan Başbakanı hiç yüzü kızarmadan Milli Maçı seyredebiliyor.
Bu ne saygısızlıktır.
Artık bu saygısızlığa,  bir dur demenin zamanı geldi de  ve geçiyor.





4 Eylül 2015 Cuma

DOYMAK BİLMEYEN AÇGÖZLÜLÜK


Aylardır basında Ege ve Akdeniz'de, ülkelerindeki kirli iç savaşlardan kaçan insanların dramını okuyorduk.
Ama üç dört gün evvel basına yansıyan, iki yaşındaki Aylan Kurdi isimli bebeğin Bodrumda karaya vurmuş cansız bedeni, bütün dünya basınını, dolayısı ile Batı kamuoyunu ayağa kaldırdı.
Olaya eğer bu mültecileri kabul edecek ülke aramak olarak yaklaşırsak büyük fotoğrafı göremeyiz.
Hiç bir insan ülkesini, yurdunu, evini durup dururken terk edip, yollara düşüp, tanımadığı, bilmediği ülkelere canı pahasına gitmeye çalışmaz.
Bunun tek sorumlusu kendi ülkelerinin  çıkarları uğruna gittikleri ülkelerde sadece kan ve göz yaşına neden olan Batılı siyasetçilerdir.
Hani o şairin dediği gibi "tek dişi kalmış canavarlar"
Bu coğrafyaya egemen olabilmek, kirli çıkarlarına ulaşabilmek için yüzlerce binlerce yıldır  bir arada yaşayan insanları, demokrasi, özgürlük diye tahrik edip kan ve göz yaşlarına neden oldular.
Bu kanlı oyun, biz Türklere hiç de yabancı değil, çok bildik, bu oyunun yüzlerce yıldır hep içinde olduk.
Önce Küçük Kaynarca antlaşmasından başlayıp,ama asıl Paris, Ayastefanos ve Berlin antlaşmalarıyla, Osmanlıyı içerden parçalamak için Ermenileri,  Osmanlıya karşı, bağımsızlık talepleriyle silahlı mücadeleye yönlendirdiler.
Sonunda Osmanlı'nın kendisini korumak için o insanları tehcir etmesine neden oldular.
Bugün de, o gün kendilerinin neden oldukları dramı, o gün Osmanlıyı, bugün Türkiye'yi parçalamak ve SEVR'i hortlatmak için sonu toprak talebine kadar giden "Soykırım" söylemleri ile  dillendiriyorlar.
Binlerce insan yerlerinden yurtlarından oldular.
 Türküyle, Ermenisiyle  o insanlar da, aynen o gün de, bugün Suriyelilerin, Iraklıların,Libyalıların, Afganlıların yaşadığı dramı yaşadılar.
Eğer bu bölgede yer altı zenginliği olmasaydı; Irak ve Suriye'deki yöneticiler, Suudi Arabistan'da, Katar'da Bahreyn'dekiler gibi Medeniyetin temsilcisi olduklarını iddia eden tek dişli canavarların yandaşları olsalardı, Irak'da  Suriye'de , Libya'da  demokrasi olup olmadığı onları ilgilendirir miydi?
İlgilendirmezdi.  Suudi Arabistan'da, Katar'da Bahreyn'de ilgilendirmediği gibi.
Bunların demokrasi anlayışı, böl parçala yönet anlayışıdır.
Irak ve  Suriye'nin toprak bütünlüklerini, bölgenin yer altı zenginliklerini  Akdeniz'e sorunsuz akıtmak arzusuyla kukla bir Kürt devleti kurdurmak için bu ülkelere demokrasi getireceğiz yalanı ile girip ortadan kaldırdılar. Bu ülkeleri işlerine geldiği gibi böldüler.
Zamanında Ermenilere yaptıklarını, bugün  Türkiye' de yaşayan Kürtleri tahrik ederek yapıyorlar.
Onlar da, aynen zamanında Ermeniler'in geldiği oyuna gelip, PKK isimli silahlı çete ile özerklik taleplerini dillendiriyorlar.
Irak'ta Suriye'de olduğu gibi burada da kan ve göz yaşına sebep oluyorlar.
Perşembe günü televizyon kanallarında 13 yaşında  Suriyeli pırıl pırıl bir çocuk, batılılar tarafından istenmediklerini bildiklerini, ama kendilerinin de oralara isteyerek gelmediklerini, o kadar güzel anlattı ki, ama sonunda da ülkelerindeki Batılıların neden olduğu iç savaşın   bitirilmesini istedi.
İyi ki dünya da özgür basın var.
İki yaşındaki bebeğin cansız bedeninin resmini yayınladılar da, medeni (!) batı'dan tepkiler gelmeye başladı.
Saraybosnayı kuşatan Sırp birliklerinin kent merkezindeki pazar yerine havan topuyla yaptığı kırk üç kişinin ölümüne neden olan  saldırıyı, bir gazeteci fotoğrafı ile dünyaya  duyurmasaydı, Tek dişi kalmış canavarların, Müslümanlara yapılan katliamlar umurlarında olacak mıydı?
Ne gezer.
21. asrın ilk çeyreğinde bile hala haçlı mantığından kurtulamadılar.
Ama o fotoğraflar yayınlandığı zaman da , aynen bugün Suriyeli bebeğin cansız bedenini gösteren fotoğraftan sonra  olduğu gibi, utançlarından tepki vermeye   mecbur kaldılar.
O bebeğin, o insanların kanları var batılı siyaset adamlarının  ellerinde.
Bu ölümlerin sebebi, medeniyeti sadece kendilerinin temsil ettiği yanlışına düşmüş,batılı siyaset adamlarının doymak bilmeyen açgözlülüğüdür.