Dış politikada yeni ağır bir darbe
yedik.
Mısır, Türkiye ile diplomatik
ilişkilerinin seviyesini düşürme kararı aldı Mısır Ankara’daki Büyükelçisini geri çekerken, Türkiye’nin de
Kahire Büyükelçisi’nin Mısır’ı terk
etmesini istemiştir, yani daha açık söylemiyle “istenmeyen kişi” ilan etmiştir.
Buna gerekçe olarak da; içişlerine
müdahale edilmesi, Türkiye’nin, uluslar arası toplumu Mısır aleyhine tahrik,
ülkede istikrarsızlığa yol açmaya çalışan kuruluşlara yardım etmesini ve Mısır halkının 30 Haziranda
ortaya koyduğu iradeyi küçümsemeye devam etmesi olarak gösterilmiştir.
AKP iktidara gelinceye kadar Türkiye’nin
Arap dış politikası, Arap ülkelerinin içişlerine karışmamak, Araplar arası
ihtilaflarda taraf olmamak üstüne kurulmuştur.
Tayyip Erdoğan iktidarı ile ve özellikle
değeri kendinden menkul, yeteneksiz ama
yeteneksiz olduğu kadar da hırslı Davutoğlu’nun
Dışişleri Bakanı olmasından sonra, Türkiye Arap coğrafyasında yürüttüğü
geleneksel dış politikadan uzaklaşarak, Arap İslam dünyasında liderliğe
soyunmaya başlamıştır.
Bunu yaparken de hiçbir zaman istikrarlı
bir tutum sergileyememiş, zikzaklar
çizerek ülke itibarını da
zedelemiştir.
Örneğin önceleri, karşılıklı aile
ziyaretleri yaptığı, dostu, kardeşi Esad’ın , ABD’nin füze kalkanı önerisini
red etmesi üzerine, bir anda ABD öyle istiyor diye “diktatör, insan haklarına
saygısı olmayan, kendi halkını öldürmekten çekinmeyen” bir insan ve düşman olarak
ilan edildi.
Esad rejimini devirmeye çalışan, büyük
çoğunluğu Suriyeli olmayan isyancılara yardım ettik. Yurt içinde ve yurt
dışında Esad’ın on onbeş günlük süresi kaldı derken, ABD’nin Rusya ile anlaşıp
Esad’la masaya oturulmasını kararlaştırınca, Türkiye bir anda Suriye Konusunda
yalnız kaldı, elimizde de kala kala, sosyal ve ekonomik sorunlar yaratan yüz binlerce Suriyeli sığınmacı kaldı.
Aynı dış politika yanlışları İsrail
ilişkilerinde de yaşandı. Önce verilen
liyakat madalyaları kabul edildi arkasından, “One minute” krizi yaratıldı,
verilen demeçlerle astık kestik ama hiçbir şey yapamadık, yapamadığımız gibi
Deniz Kuvvetlerimizin kolu kanadı kırıldıktan sonra da, İsrail’in, Doğu Akdeniz’deki
mavi vatanımız ve ekonomik çıkar alanlarımızda Güney Kıbrıs Rum yönetimiyle
ortak petrol ve doğalgaz aramasını,yani cirit atmasını da, Tayyip Erdoğan sayesinde mahsun mahsun seyrediyoruz.
Irak ve Kürt politikamız tümüyle iflas
etti. Gözümüzün içine baka baka dört ülkedeki Kürtlerin birleştirilmesinden
bahis edildi, yani bu ülkeden toprak talebinden bahis edildi hiç sesimiz
çıkmadı, çıkamadı.
Bir bölge liderine devlet başkanı
muamelesi yaptık.
İran, Amerikan ilişkilerinde önemli bir
yumuşama gözle görünür halde, bu durumda İran Amerikan ilişkilerinde zaman
zaman Türkiye’nin soyunduğu arabulucu rolüne gerek kalmayabilir ve dolayısı ile en azından bu sorunda Türkiye’nin
jeopolitik önemi azalabilir.
Türk ekonomisine pompalanan İran parası
kesilir. Bu ekonomide büyük sorun yaratır.
Bütün bu yanlış dış politika
uygulamalarının temelinde, Dış İşleri Bakanlığının deneyimli bürokratlarının devre dışı bırakılması ve Tayyip Erdoğan’ın hayal
aleminde kurgulanan bu coğrafyanın
lideri olmak ihtirası yatmaktadır.
Uluslar arası lider olabilmek, her şeyden önce teslimiyetçi
olmamayı ve başka ülkelerin hukukuna saygı göstermeyi gerektirir.
Ayrıca, liderler yaşadıkları coğrafyayı
ve o bölgenin tarihini en azından kendisine anlatılanın yalan olup olmadığını
anlayacak kadar bilmeleri gerekir.Yani
geçmişinden okunmuş bir şeyler olmayı gerektirir.
İslam dünyasındaki tüm Arap ülkelerinin son kertede yüzlerini Mısır’a döneceklerini
bilmek gerekir. Zira Mısır, Arapların
gerçek lideridir.
İlk etapta Mursi’yi destekleyen Suudi
Arabistan ve Kuveyt’in nasıl bir anda Sisi rejimini desteklediklerini yaşayarak
gördük.
O nedenle Dünya lideri olmak Tayyip
beyin boyunu aşan çok zor iştir.