Ayasofya kararının taraf
olduğumuz çok taraflı sözleşmeler, Türkiye'nin uluslararası ilişkileri, iç
hukuk düzeni, yargısal içtihatlar, partili Cumhurbaşkanı’nın konu hakkında
geçmişteki “...getirisi götürüsü nedir...bir götürüsü
var. Bizim için faturası çok daha ağırdır. Şu anda dünyanın çok çeşit
ülkelerinde bizim binlerce camimiz var. ... Bunu söyleyenler o camilerin başına
ne gelir düşünüyor mu? Şu anda kundaklama hareketleri, şunlar bunlar bir sürü
şeyler yapılıyor....Bunların hesabını yapmadan söylüyorlar. Kusura bakmasınlar,
bunlar dünyayı tanımıyorlar.... BEN BİR SİYASİ LİDER OLARAK BU OYUNA GELECEK
KADAR İSTİKAMETİMİ KAYBETMEDİM". Şeklindeki,
Ayasofya’nın ibadete açılması konusunda aleyhte siyasi söylemleri gibi daha birçok
boyutu vardı.
Cumhuriyet Halk Partisi'nin,
Ayasofya'nın ibadete açılmasının mutlaka lehinde veya aleyhinde kesin bir tutum
alması gerekmiyordu. Yapılması gereken, bütün boyutlarıyla konuyu inceleyen
kapsamlı bir "durum saptamasını kamuoyunun dikkatine sunulmasıydı.
Böyle yapılmadığı gibi Recep
Tayyip Erdoğan'nın bu sözlerini hatırlatmaktan bile çekindiler. Danıştay'ın bu
konudaki kararının süre, dava ehliyeti ve hukuk güvenliği
açısından nasıl yanlış bir karar olduğunu, bundan evvelki kararlarıyla nasıl
çeliştiğini anlatmadılar, anlatamadılar.
Ayasofya hakkında alınacak kararların Türkiye’nin egemenlik haklarıyla
hiçbir ilgisi yoktu. Zaten bütün taraf olduğumuz uluslararası antlaşmalar da
bunu teyit ediyordu.
Ama Tayyip Erdoğan bunu kendisi yapmadı yargıya yaptırıp “Bağımsız Yargı!”
söyleminin arkasına sığınmaya çalıştı. Tabii bunu “Rahip Bronson” ve benzeri
kararlardan sonra kimse yemedi ama bunu bile kamuoyunun dikkatine sunamadık.
Ayasofya müzeye çevrilirken de, 1990
da bir kısmını Müslümanlar için ibadete açarken de Türkiye egemenlik haklarını
kullanarak bunları yapmıştı. “Dincileri” kızdırmayalım bize sonra oy vermezler
anlayışı ile bunlar bile dile getirilmedi,
Mevcut Cumhuriyet
Halk Parti yönetim, bunları yapmadığı
gibi, "ibadete açarsanız açın, bizim itirazımız olmaz" gibi kolaycı,
yüzeysel, Türkiye'nin en birikimli partisine yakışmayan bir tutum sergiledi.
Hatta bazı
milletvekilleri ve Belediye Başkanları da bu hukuksuz, kararı alkışlamak için
sıraya girdiler.
Danıştay kararın’ açıklanmasından ve partili Cumhurbaşkanı'nın
Cumhuriyet'in bütün taşıyıcı sütunlarına açıkça meydan okuduğu ve Partinin ve
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk hakkında “tarihe ihanet etti" demesi
üzerine dünyayı ayağa kaldırmadılar, 10 Temmuz
"millete sesleniş" konuşmasının üzerinden günler geçmesine rağmen bu
sessizlik, tepkisizlik sürdü.
Sadece son birkaç günde
Cumhuriyet'in tasfiyesi yönünde olağanüstü gelişmeler oldu. Ayasofya kararı ve
baroların bölünmesi yasası birlikte değerlendirildiğinde, Türkiye, çoklu hukuk
sistemine yöneldi örneğin.
Cumhuriyet Halk Partisi’nden kurumsal
olarak ne bir ses, ne bir nefes...sadece bazı duyarlı
milletvekillerinin tepkileri oldu.
Bütün bu olaylar
yaşanırken Cumhuriyet Halk Partisinin web sitesine baktım, en önemli haber şu: Genel
Başkan, kayınpederinin vefatı dolayısıyla İçişleri Bakanı Soylu'ya taziye
telefonu açmış.
İç ve dış politikada
vahim gidişin durdurulması için milyonlarca Atatürk ve Cumhuriyet sevdalısı
insanımızın Cumhuriyet Halk Partisi’nden kararlı,
yaratıcı, etkili, eylemli, sonuç odaklı tutumlar açıklamasını beklediği günde
verilen haber bu! İnanılır gibi değil!
Son Ayasofya olayı, Kemal
Kıolıçdaroğlu başta, mevcut kadro tarafından yönetilen Cumhuriyet Halk Partisi'nin
maalesef tamamen etkisizleştiğinin ve siyaseten tükendiğinin tescili oldu.
Kabul etmek zor; ama
gerçek ne yazık ki bu.