29 Haziran 2018 Cuma

HALKA DOKUNMAK



Geçen yazımda şapkamızı önümüze koyup düşünmemiz gerektiğini yazmıştım. Hala aynı noktadayım.
24 Haziran seçim sonuçlarına göre, seçimin kazananı kim, kaybedeni kim, bunları tartışacağımız yerde meydanlara toplanan milyonları çok doğru tahlil etmek lazım.
Cumhuriyet Halk Partisi, kentlilerin oyunu alan bir parti haline gelmiştir. Diğer partiler  o “kentli” dediğimiz zümreyi ürküttüğü için bu zümre Cumhuriyet Halk Partisine yönelmiştir.
Anavatan ve Doğru Yol Partilerinin eriyip bitmelerinden sonra, merkez sağda olan seçmenin  başka seçeneği kalmadığı için o partilerin kentli seçmeni   Cumhuriyet Halk Partisine yönelmiş durumdadır. O zaman Cumhuriyet Halk partisini büyütmek için, kent varoşlarına gelip yerleşmiş ama henüz kentlileşememiş seçmen kitlesine, artık azalsa bile köylü seçmene, fakirliğin, yoksulluğun onların kaderi olmadığını bunu çözmek için var olması gereken projelerimizi anlatmak gerekir.
“Hakça bir düzen, ne ezen ne ezilen” sloganunu, slogan olmaktan çıkarıp nasıl hayata geçireceğimizi  anlatmamız lazım.
Köyde ki varoşlarda ki Mehmet ağanın sorunlarını çözemedik, ama en azından torun Memo’ya, Ayşe kıza ne vereceğimizi söylemek, sorunlarına nasıl çözüm bulacağımızı anlatmak zorundayız.
Tarım da, üreticiyi korumak için üretim planlamasını nasıl yapacağımızı, sadece çiftçinin kullandığı tarım girdileri üstündeki vergi yükünü nasıl hafifleteceğimizi halka anlatmak zorundayız.
Ülkenin hangi bölgesinde toprak reformu, hangi bölgesinde tarım reformu yapacağımızı anlatmamız lazım.
Bitirilen hayvancılığı nasıl ayağa kaldıracağımızı anlatmalıyız.
Gerçek üreticiyi, sömürülmekten kurtarmak için tarım kooperatiflerini nasıl hayata geçireceğimizi anlatmak zorundayız.
Çiftçimizin doğaya teslim olmasına, kuralsız piyasa koşullarında kaderine terk edilmesine, üretimden kopartılarak önce yoksullaştırılıp sonra büyük kent varoşlarında ucuz emek olarak istismar edilmesine nasıl engel olacağımızı anlatmamız gerekir.   
Varoşlarda yaşayan, genç erkek ve kızlarımızı nasıl meslek sahibi yapacağımızı anlatmamız gerekiyor.
Gelişmiş ülkelerin bütçelerinin %30’u sosyal yardımlara ayrılmışken bu Türkiye de sadece %16 dır.Cumhuriyet Halk Partisi bu %16 yı nasıl %30lara çekeceğini bu geniş ve yoksul kitlelere  anlatmak zorundadır.
Bu sosyal yardımların kişinin toplumda, insan onuruna yaraşır bir şekilde yaşaması için verileceğini, bu yapılırken yardım alan ferdin ve ailenin onurunun korunacağını bu geniş ezilen kitlelere anlatmamız gerekirdi.   
Bu ülkede on binlerce atanamamış öğretmen varken, taşımalı eğitime son verip, köye öğretmenini nasıl geri getireceğimizi anlatmalıyız.
Seçim sürecinde Cumhuriyet Halk Partisi bu konulara hiç değinmemiştir.
Tabii bu program eleştirisi çok uzatılabilinir. Ama Cumhuriyet Halk partisinin  artık terörü açıkça lanetlememiş HDP’ye destek olmak arzusundan sıyrılması gerekir. Biz demokrasinin yerleşmesini sağlıyoruz safsatalarını bırakın. Terörle arasına mesafe koymamış HDP  ye destek vermemek, o yöre halkını dışlamak olmadığını, o yöre halkına anlatmamız gerekir.
Kılıçdaroğlu, Milletvekili listelerinde kaç tane hemşerisinin olduğunu açık yüreklilikle söyleyebilir mi? 
Bugün bunları söyleyenlere, bir kısım kendini Cumhuriyet Halk Partili zanneden zavallı, “ şurada önümüzde beş altı ay sonra yerel seçimler var, şimdi zamanı mı” diyeceklerdir. 
 Partimizin ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal ATATÜRK’ün “Gerçekleri konuşmaktan korkmayınızsözünü onlara hatırlatmamız ve doğruları söylemeye devam etmemiz gerekiyor.
Halka dokunmak ciddi program, programı hayata geçireceğimiz projelerimiz ve kendinden çok ülkesini ve partisini düşünen içtenlikli bir üye yapısıyla mümkün olabilir.     


25 Haziran 2018 Pazartesi

ŞAPKAMIZI ÖNÜMÜZE KOYACAĞIZ.



Bir seçimi daha kaybettik. Şimdi umutsuzluk zamanı değildir. Şapkamızı önümüze koyup kendi hatalarımızı ve göremediklerimizi tespit edeceğiz.
Biz neyi eksik yapıyoruz, ya da hangi büyük kitleye ulaşamıyoruz öncelikle bunu tespit etmemiz gerekiyor.
Sayın Prof. Dr Necla Arat hanımefendinin söylediği gibi yaşadığımız bu seçim yenilgisi, bir demografik yenilgidir.
CHP’nin mitinglerde topladığı büyük kitle kentlileşmiş kitledir. Bugün seçmenin büyük kesimi köyden, kasabadan büyük şehirlere göç etmiş ama daha henüz kentlileşememiş bir kitledir.
Bu kitlelere ulaşmak için, bugünkü CHP yönetiminin terk ettiği işçi sınıfına, köylüye dayalı orta sol politikalara hızla dönülmelidir. Yani kimsesizlerin kimsesi olduğumuzu o geniş kitleye anlatmalıyız.
Açlıkta eşitlik değil, bollukta refahta eşitlik sağlayacağımızı insanlara anlatmalıyız.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu 1930’ların CHP’si olmadığını söylemesi onun ne denli CHP’nin dışında kalmış bir birey olduğunu ortaya koymuştur.
Partiyi köklerine döndürmek için öncelikle tutucu kesimin isimleriyle başlayan flörte süratle son verilmelidir.
CHP’nin bugünkü yönetimi, emekten, köylüden yana, artık burjuva namusuna sahip işadamlarının bile dile getirdiği gelir adaletsizliğini nasıl değiştireceğimizi söylemeden, bu konularda projeler üretmeden boşa dönen kasnak gibi girilen 8 seçimi de kaybettik, bundan sonrakileri de kaybederiz.
Bugün partiyi yönetenler partiyi büyütmek için değil sanki AKP’ye destek olmak için partinin başına geldikleri kanaati giderek kuvvetlenmektedir.
Bugünkü parti yönetimi CHP’nin, siyasal heyecanını yok etmek için ellerinden ne geliyorsa onu yapmaktadırlar.
Artık CHP’lilerin ama YCHP’lilerin değil, şapkalarını önlerine koyup düşünme zamanıdır.
Artık, numaralı cumhuriyetçilerin bu partide işi olmaması gerektiğini anlamamız lazım

22 Haziran 2018 Cuma

HALA AKP’YE OY VERMEYİ DÜŞÜNÜYORMUSUNU?


HALA AKP’YE OY VERMEYİ DÜŞÜNÜYORMUSUNU?
AKP iktidara geldiği günden beri, iktidarlarına yakınlıkları  olanlara farklı ve özel uygulamalar yapan bir iktidardır.
Böyle bir uygulama kapitalizmin en vahşi uygulandığı ABD’de ya da uygar bir batı ülkesinde olamaz, düşünülemez dahi.
Çünkü oralarda güçlü bir kuvvetler ayrılığı vardır. Hakimler devleti yönetenlerin önünde düğme iliklemezler. Orada hakimler kimseden ve  özellikle de siyasi iktidar sahiplerinden talimat almazlar. Oralarda ne  yasama ve ne de yargı BİZDE OLDUĞU GİBİ TEK ADAMIN EMRİNDE DEĞİLDİR.
Bilindiği üzere AKP 16 yıldır iktidarda, bu 16 yıl içinde yani yaklaşık 192 ayda yandaşlarına istediği gibi kaynak aktarmak için, 22 Ocak 2002 de AB’ye uyum çerçevesinde yürürlüğe giren  Kamu İhale Kanunu tam 186  (yüz seksen altı) kez değiştirdi.
Bu elbette sadece AKP’li politikacıların çabalarıyla olmadı; onlar başaktördüler ama bürokrat ve işadamları da onlara yardımcı oldular.
Bürokrat ve işadamının katılmadığı yolsuzluk yapılması mümkün değildir.
Siyasetçi yolsuzluğa bulaşmamışsa da bürokrat yolsuzluk yapmaya cesaret edemez.
Ama unutmamak lazım ki bu ülke “Benim bürokratım işini bilir” lafını söyleyebilen siyasetçiler yüzünden  bu noktaya geldi.
Tabii yolsuzluk dünyanın her yerinde olur ama vahim olan vaka i adiye haline gelip yaygınlaşması ve sorumlularından hesap sorulmamasıdır.
Namuslu insanlar bugün Türkiye’nin de tam ortasında oturduğu bu kapitalizm uygulamasına “Ahbap Çavuş Kapitalizmi” diyorlar. Bunun yaşandığı bir diğer ülkede Putin’in Rusya’sı. Putin’in haberi olmadan  o ülkede kuş bile uçamıyor. Bütün ekonomik kararlar Putin tarafından veriliyor.
Siyasal iktidarları sadece muhalefet partileri denetlemez, özgür basın varsa en önemli denetçi odur. Bugün Türkiye’de yandaş medya egemendir. Basın özgürlüğü söz konusu değildir. Basın özgürlüğü olmadığı için, yani yolsuzluk sistemine çomak sokacak bir basın kalmadığı
için yolsuzluk sistem haline geliyor ve geldi.
Düşüne biliyor musunuz bu memlekette “milletin a…..,koyduk” diyen işadamı, en fazla himayeye mahzar iş adamı muamelesi görüyor.
Eğer bu memlekette bürokrat  siyasetçiden cesaret almasa, Soma maden faciası yaşanır mıydı? 301 can hayatını kaybeder miydi? Niye oldu bütün bunlar, siyasetçi, işadamı, bürokrat vıcık vıcık   ilişkisi nedeniyle ciddi şekilde denetlenmeyen, eksikliklerine rağmen çalışmasına izin verilen  maden ocağı bu cinayetin nedeniydi.
Ziraat Bankasının görevimidir, çiftçi açlıkla boğuşurken, onu desteklemek yerine, bir basın organına el konulması için yandaş işadamına teminatı bile eksik olan  döviz kredisi vermek. 
Tabii böyle bir ahbap çavuş kapitalizmini yürürlüğe sokmak için AKP tam anlamıyla hısım- akraba, ahbap-çavuş ilişkilerine dayalı bir yönetim modeli kurdu. Damat bakan, bakanların  akrabaları liyakate bakılmaksızın en üst görevlerde. Bir işe girebilmek için en önemli belge, ne diploma ne bir başka şey tek önemli olan AKP parti teşkilatının onayı.
Tabii bu arada bugüne kadar Sayın Erdoğan açık hava toplantıları yaptı, televizyonlara çıktı çok bekledim, liberalizm açısından şu ahbap çavuş kapitalizmini ve de ilişkilerini anlatır diye  ama maalesef böyle bir şey yapmadı.
Yargı bağımsızlığının  ortadan kalktığı, hukukun üstün olmadığı, devlet imkanlarının siyasal iktidar için seferber edildiği eşitler arasında olmayan bir seçime gidiliyor.
Bu şartlar altında hala  AKP’ye gönül rahatlığı ile oy vermeyi gerçekten düşünen var mı acaba?
Namık Kemal ne demiş “Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini, Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?” elbette bugün bir Mustafa Kemal yok, ama onun takipçisi olan   bizler aynen onun gibi  Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini, bulunur kurtaracak bahtı kara maderini” diye  haykıracağız.   
          









  



11 Haziran 2018 Pazartesi

MENBİÇ KANDIRMACASI


   
Kırk yılını diplomasiye vermiş, hani bazı kişilerin “Monşer” diye niteleyerek küçümsemeye çalıştığı DİPLOMA sahibi bir dostum, Menbiç ile ilgili bir mektup göndermiş, o mektubu sizlerle paylaşmak istiyorum.
Mektupta dostum:
“Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu geçen mart ayında yaptığı açıklamada, Menbiç konusunda ABD ile anlaşmaya vardıklarını, YPG'nin Menbiç'den çekilmesine ABD ile birlikte nezaret edeceklerini, bu modelin, Fırat'ın doğusu dahil, diğer yerlere de uygulanacağını, ayrıntıların ve takvimin iki ülke arasında kurulacak olan komisyon tarafından belirleneceğini bildirmişti.Bu beyan Fırat'ın doğusu meselesinin ucu açık şekilde "komisyona havale edildiği anlamına geldiğini düşünmüştüm
Zaten, bakanın açıklamasının ertesi günü, ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü henüz bir anlaşma olmadığını, görüşmelerin devam ettiğini söylemişti.
Aradan üç ay geçti. Bakan Çavuşoğlu, ABD'nin yeni dışişleri bakanı Pompeo ile birkaç gün önce Vaşington'da yaptığı görüşmeden sonra bir açıklamada bulundu. Açıklamaya göre, YPG silahtan arındırılarak Menbiç'i boşaltacak, daha sonra yönetim yerel halka bırakılacak ve güvenliği Türk ve ABD kuvvetleri sağlayacaktı. Bakan, bu gelişmelerin altı ay içinde tamamlanacağını ilave etti.
Bakanın bu açıklamasından sonra elbette ona sorulabilecek sorular vardı. 
Birincisi, seçimlere üç hafta kala böyle uzun erimli bir anlaşma yapılmasının sebebi neydi?
İkincisi, Menbiç'e birkaç gün içinde giren YPG çekilmek için neden altı ay gibi uzun bir süreye ihtiyaç duyuyordu?
Üçüncüsü, YPG Menbiç'den çekildikten sonra, ABD kuvvetlerinin orada ne işi olacaktı?
Dördüncüsü, Fırat'ın doğusunun geleceği için ABD ile ne görüşülmüştü?
Bu soruları sormaya fırsat kalmadan, ABD dışişleri bakanlığından bir açıklama geldi. Bakanlık sözcüsü, iki bakanın genel bir yol haritasına onay verdiklerini, ancak, uygulamanın koşullara bağlı olduğunu, sahada koşullar zaman içinde değiştikçe, yol haritasının da değişebileceğini, iki bakan arasındaki görüşmenin çeşitli düzeylerde kaçınılmaz bir seri görüşmenin başlangıcı olduğunu, ifade etti. Sözcü, ayrıntılar için YPG'nin yapacağı açıklamaya bakılmasını da önerdi.
Nitekim, ABD sözcüsünün açıklamalarıyla eş zamanlı olarak, YPG'den de bir açıklama geldi. Açıklamada, "askeri danışmanların" Menbiç'den çekileceği ifade edildi.
Bu açıklamalara bakınca ortada şöyle bir tablo görülüyor:
YPG'nin hangi zaman dilimi içinde ve hangi unsurları ile Menbiç'den çekileceği kesin olarak belirlenmiş değil. Bölgede yeni kurulacak yerel yönetimde, PYD/YPG'nin sivil unsurları yer alacak mı, bu konuda açıklık yok.
ABD vakit kazanmak için işi sürüncemede bırakıyor. Bunun iki sebebi var. Birincisi, seçimlerin sonucunu bekliyor. İkincisi, Fırat'ın doğusunda esasen bütün unsurlarıyla oluşturulmuş olan PKK/PYD devletçiğinin pekişmesi için zamana ihtiyaç duyuluyor. O yönetimin kökleşmesi, Suriye meselesinin nihai çözümü için kurulacak masaya PKK/PYD'nin güçlü oturması demektir.
Son zamanlarda hükümet cenahından Fırat'ın doğusu konusunda herhangi bir açıklama gelmiyor olması dikkat çekiyor. Açıklamalar Irak, Kandil ve Sincar üzerine yoğunlaşmış vaziyette. Bu durum, TSK'nin, iç siyaset bakımından AKP için elverişli bir zamanda, Kandil'e gireceği yolundaki söylentiye güç kazandırıyor. CB'nın ve içişleri bakanının açıklamaları da bu söylentileri destekliyor.
Fırat'ın doğusu üzerinde ısrardan vazgeçmemiz karşılığında, ABD'nin bu gelişmelere zımni onay vermiş olması olasılığı güçlüdür.
PKK'nin Kandil'i şimdiye kadar boşaltmış olması kuvvetle muhtemeldir. Bilindiği gibi, PKK'nın baştan itibaren en önemli amacı, alan hakimiyeti tesis etmek olmuştur. Bunu Güneydoğu Anadolu'da defalarca denedi, başaramadı. Şimdi ilk defa, Suriye'nin kuzeyinde geniş bir alanda askeri ve idari egemenlik tesis etmiş olduğuna göre, Kandil'e ihtiyacı kalmamıştır. 
Dolayısıyla, boşaltılmış olan Kandil'e girilecektir. Ancak, buna rağmen, "Kandil'e bayrak dikilmesinin" iç politik rantı devşirilmeye çalışılacaktır.
Tam seçim öncesi muhalefetin ve CB adaylarının bu konulara daha fazla ilgi göstermesi ve halkı aydınlatması gerekir.” diye yazmış.

8 Haziran 2018 Cuma

ÇİRKİN ÜSLUP



Sosyal Medyada Başbakan Binali Yıldırımın söylediği iddia edilen ve bugüne kadarda Binali Bey tarafından yalanlanmayan “Şer ittifakı tamam diyorsa, bize devam demek düşüyor.Tüm kahpelere ve hainlere inat Erdoğanla  devam” açıklaması dolaşıyor.
AKP dışındaki tüm muhalif kesimi ve insanları 'şer'de ittifak etmiş şekilde gösteren, kahpe ve hain gibi sıfatlar reva görülen skandal sözler AKP'li sosyal platformlarında  büyük bir marifetmiş gibi paylaşılıyor.
AKP ve MHP arasında Cumhur ittifakı kurmak ne kadar hak ise, onun karşısında Millet ittifakı kurmakta o kadar haktir.
Kimse AKP ile MHP arasında kurulan ittifaka küfretmek hakkına sahip değildir. Değildir ama aynı şekilde Cumhur İttifakı karşısında kurulan ittifaka da kimsenin küfretme hakkı yoktur. 
Demokrasilerde, demokratik yol ve vasıtalarla siyasi iktidarı değiştirmek arzusu nedeniyle kimse suçlanamaz.
Tayyip Erdoğan’ı demokratik yol ve vasıtalarla devirmek isteyenler niçin kahpe ve hain olarak nitelensinler ki; Kahpe’nin Türk Dil Kurumunun Türkçe Sözlüğündeki karşılığı orospu, ahlaksız kadın, dönek anlamına geliyor. Hain ise, hıyanet eden, zarar vermekten üzmekten veya kötülük  yapmaktan hoşlanan kötü niyetli olan, olarak tarif ediliyor.
Demokrasi azınlıkta kalan düşüncenin meşru yol ve vasıtalarla çoğunluk olabildiği rejimin adıdır. Bu nedenle iktidara karşı hukuka uygun şekilde muhalefet etmek, kahpelik ya da hainlik olarak nitelenemez.
Binali Yıldırım Millet ittifakının hangi tutum ve davranışının kahpelik ya da hainlik olduğunu kamuoyuna anlatmak zorundadır.
İttifak içinde kimin bu çirkin sözleri hak ettiğini anlatmak zorundadırlar.
Cumhur ittifakı üyelerinin birbirleri ile ilgili söylediklerini buraya almaya kalkarsak sayfalara sığmayacağı gibi, asgari terbiye sınırları aşılır.
Bu üslup, iktidarı kaybedeceğini hisseden insanların üslubudur. Türk siyasi yaşamı hiçbir zaman bu kadar seviye kaybetmemişti.
Demokrasi farklılıkları doğal sayan, o farklılıklara saygı gösteren bir siyasal sistemdir.
Geçmişte de liderler birbirlerini en sert şekilde ve fakat belli bir nezaket  içinde eleştirirlerdi.
Kahpe, hain gibi sözler hiç kullanılmazdı. Siyasi parti genel başkanları televizyonda belli konuları tartışabilirlerdi.
Çünkü o dönemin siyasileri, siyasetin iktidarda değil, itibarda kalmak sanatı olduğunu bilirlerdi.Bu nedenle kendi itibarlarına zarar verecek söz ve davranışlardan kaçınırlardı.
Bu kullanılan üsluptan herkesten önce halkın utanması gerekir zira bu üslup onlar bu üslubu sevdikleri  için var.
Binali Beye atfedilen bu üslup iktidara yakın sosyal medya hesaplarında büyük bir mutluluk içinde paylaşılıyor. O zaman bu üslubu kullanan siyasetçiler, bu üslubun işe yaradığını düşünerek kullanmaya devam edeceklerdir.
Aslında kullanılan hakaret içeren üslup sadece AKP yetkililerinin siyasi rakiplerine kullandıkları üslup ile sınırlı değil.
Bu saygısız üslubu kendi yandaşlarına da kullanıyorlar. Kendi yandaşlarına “geri zekalı” , “aptal diyorlar”.
Damat olmaktan başka bir özelliği olmayan zat hatırlanacağı üzere “Aya 4 şeritli yol yapıyoruz desek inanacak seçmenimiz var” şeklinde bir beyanda bulunduğunu söyleyip  vasat zeka ve kültürdeki insanlara bu cümlenin ne anlama geldiğini sorsak,  kendi seçmenlerini “aptal”, “geri zekalı” yerine koyuyor cevabını alırız.
Tabii siyasette rakipler arasındaki konuşma üslubu bu hale gelirse, hızını alamayan damatta kalkar haddini de aşarak kendilerine destek veren insanları “aptal”, “geri zekalı” yerine koyar.
Türkiye siyasetinin hiçbir döneminde görmediğimiz kadar fevkalade seviyesiz bir üslup sorunuyla karşı karşıyayız. Üsluptaki bu  seviye seçim günü yaklaştıkça daha da düşecektir.
Tabii bunun sorumlusu sadece siyasiler diye düşünmekte yanlıştır. Bunu önlemenin yolu bize bu seviyesiz konuşmaları layık görenlere  prim vermemekten geçer.




  


4 Haziran 2018 Pazartesi

KEMALİZM VE SOSYAL DEMOKRASİ



Kemalizm (Atatürkçülük) ulus devlet temelinde şekillenmiş, bilimi temel almış (pozitivist) aydınlanmacı, milliyetçi, akla uygun davranan(Rasyonalist) ve laik niteliklere sahiptir.
Son yıllarda Atatürkçülerin, Kemalistlerin, demokrat olamayacaklarını ileri sürmek bir kısım diplomalı cahiller tarafından görev ve böyle saçmalamakta ilericilik (!) sayıldı.
Atatürk’ü silerek, birilerinin söylediği gibi çağdaş sosyal demokrat olunabileceği düşüncesini insanlara benimsetmeye çalışmak, emperyalistlerin ve onların uşakları, cumhuriyeti numaralandırma meraklısı entellerin uğraşılarıdır.
Kemalizm’in, Atatürkçülüğün hangi ilkesi çağdaş sosyal demokrasinin gerisindedir.
1-“Yurtta Sulh Cihanda Sulh” ülküsü, batılı Sosyal Demokratların göstermelik “barışçı ilkelerinden” çok daha gerçekçidir. Batılı Sosyal demokratların barışçılığı göstermeliktir. “Göstermelik” diyorum, zira batılı sosyal demokratlar her zaman emperyalistlerle beraber onların hizmetinde olarak hareket etmiştir.
Irak’ta milyonlarca insan öldürülürken, Fransız ve İngiliz Sosyal demokratları ABD ile beraber hareket etmemişler miydi?
Sarkozy  Libya’yı bombalatırken, Fransız Sosyalist Partisi kendisine destek vermedi mi?
Yakın tarihin dumanı tüten benzer örnekleri çoğaltılabilinir.
Türkiye, Lozan antlaşmasından bugüne kadar sadece Kıbrıs Barış harekatını yapmış, o da sadece soydaşlarımızın mal ve can güvenliğini sağlamak  ve uluslar arası bir anlaşmadan kaynaklanan bir hakkın kullanılması için yapılmıştır .
Yani genişlemeci, irredentist, rövanşçı  bir yanı olan bir siyasi davranış değildir.
Ayrıca o harekât sonucunda hem komşumuz Yunanistan’a ve hem de Güney Kıbrıs Rum bölgesine demokrasi gelmiştir.
Atatürkçüler 1 Mart Tezkeresinin reddini sağlayarak hem  Türkiye’nin  komşularının iç işlerine karışmama politikasını  ve  hem de  Irak’ın toprak bütünlüğünü savunmuşlardır.
Aslında anlayabilselerdi 1 Mart tezkeresinin reddi ile ABD’ye de iyilik etmek istenilmiştir. ABD’ye bu bataklığa girme denmiştir.
Nitekim ABD dış politikasında önemli değişiklikler yaşamış ve artık aynen Suriye’de olduğu gibi doğrudan kendi ana karası için tehdit oluşturmayan ihtilaflarda, ülkelerin iç işlerine doğrudan askeri müdahale yapmadan, o ülkenin kendi iç dinamikleri ve çevre aktörlerin işin içine girmelerini teşvik etmektedir.
Nitekim, Afganistan’dan çekilmeyi planlamaktadır.
Yani Kemalizm’in, Atatürkçülüğün barışçı ilkeleri, Avrupalı Sosyal demokratların göstermelik barışçılığından çok daha ileri ve tutarlıdır.
Bizim tarihimizde  Hatay Meselesi,  Boğazlar sorunları gibi uluslararası sorunlar tek mermi atılmadan, kimsenin burnu kanamadan, barışçıl yollarla   çözülmüştür.
2-Çağdaş sosyal demokrasinin hedeflediğini söylediği sınıflar arası barışçı denge, Kemalizm’de çok daha açık bir hedeftir.
Kemalizmin- özel girişimi de yadsımayan- devletin toplum yararına gerektiğinde ekonomiye müdahalesine açık olan DEVLETÇİLİK anlayışının sosyal demokrat söylemlerden nerede geridir veya farklılık gösteriyor.
BATI’DA İNSANLIĞIN KAN VE GÖZ YAŞI DÖKEREK ELDE ETTİĞİ; a) Genel ve Eşit Oy Hakkı b) Sekiz Saatlik İşgünü c) Çeşitli Sosyal Sigortalar, yaşlılık, analık, sağlık gibi… d) Grev ve Toplu Sözleşme Hakkı e) Gelir Düzeyine Göre Değişen Vergi Sistemi f) Parasız Eğitim,  g) Sivil Toplum kuruluşları, Halk Evleri, Türk Dil ve Tarih Kurumları gibi kazanımlar “Kemalist Devrimcilik” anlayışı içinde çok daha kısa sürede, acısız ve kayıpsız sağlanmıştır. 
                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                  






1 Haziran 2018 Cuma

BİR EMPERYALİST OYUN, “EŞİT YURTTAŞLIK”


BİR EMPERYALİST OYUN, “EŞİT YURTTAŞLIK

Yurttaşlık bir ülkeye mensup olma halidir. 1982 Anayasasının 66. Maddesine göre “ Türk Devletine  vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.

Öcalan ve PKK 2003’te yayınladıkları “Demokratik konfedarizm” başlıklı broşüründe, Cumhuriyetin  ulus tanımı, yani Türk Milleti tanımı, anti demokratik idi.

HDP programında yer alan Öcalan patentli bu eşit vatandaşlık eski bir azınlıkçılık teoridir. Bu üniter devlet yapısını bozmaya amaçlayan bir söylem ve politikadır.  

PKK bir terör örgütüdür ve Öcalan’da bu örgütün yakalanıp yargılanmış elebaşıdır.

Bilindiği üzere anarşizm ve terör sömürü düzeninin yani emperyalizmin çarkıdır.

Emperyalistler bu oyunu Türkiye üzerinde 100 yıl evvelde oynamışlardı. Türkiye’nin Lozan Heyetinde bulunan Rıza Nur Bey’in “Dr Rıza Nur’un Lozan  hatıraları isimli kitabının 103. Sayfasında  “Frenkler ekalliyetler(azınlıklar) diye üç nevi biliyorlar. Irkça ekalliyet, dilce ekalliyet, dince ekalliyet.  Bu bizim için gayet vahim bir şey, büyük bir tehlike, Çerkez, Abaza, Boşnak, Kürt ilh..yi Rum ve Ermeni’nin  yanına koyacaklar. Dil tabiri ile Müslüman olup başka dil konuşanları da ekalliyet yapacaklar. Din tabiriyle halis Türk olan iki milyon Alevi’yi ekalliyet yapacaklar. Yani bizi hallaç pamuğu gibi dağıtıp atacaklar.Bütün kuvvetimi bu tabirleri kaldırtmaya verdim.Pek uğraştım pek müşkülat ile fakat kaldırdım…” diye yazmaktadır.

Ülkemizde Lozan Andlaşması ile kabul edilen azınlıklar dışında bir azınlık yoktur.

“Eşit Yurttaşlık” Türkiye üzerinde oynan bir emperyalist oyundur. Bölüp parçalayıp hükmetme  arzusunun yani Balkanizasyonun son tatbik alanı olarak düşünülen yer Türkiye’dir.   

Ulusal kimlikler, yaratılan yeni azınlıklar ile ulusa duyulan sadakat duygusu ortadan kalkacak veya en azından zayıflayacak böylece sömürü düzeni daha rahat hayata geçirilebilecek.

2013 yılında Irak’taki Bölgesel Kürt Yönetimi  Başkanı Mesut Barzani, İran, Irak,Türkiye, Suriye  Kürt partilerine şu çağrıyı yapmıştı “Halkımızın düşmanları  zayıflamış durumda ve Kürt’ü inkar sürecini geride bıraktık. Karanlıklarla dolu20. Yüzyılın tersine 21. Yüzyıl, Kürtlerin umutlarının yeşereceği bir yüz yıl olacak. Bu kritik aşamada halkımızın haklı mücadelesini zafere ulaştırmak için birlik ve ortak çalışmaya ihtiyacımız var” demişti.

Emekli Büyükelçi, bilge İnsan Şükrü Elekdağ Lozan’ın 90.yıldönümünde Sözcü Gazetesi’ne verdiği mülakatta : Lozan Anlaşması  Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki en büyük diplomatik başarıdır. Lozan, tek ülke, tek egemenlik ve tek ulus öngörür. …AKP’nin yaptığı  Kürt açılımı Lozan’ın temeline  dinamittir. İktidarın açılımı, üniter yapıya ters düşüyor.”  demişti.

Her ne kadar açılım süreci şuanda durdurulduysa da, seçim ikinci tura kalırsa AKP HDP ile eşit yurttaşlık, özerklik gibi konularda anlaşabilir.

Tayyip Erdoğan kendi konumunu korumak için böyle bir pazarlığa girebilir.  

Seçime gidilirken, diğer partilerin de üniter yapıyı bozacak düzenlemeleri ağızlarına almamaları gerekir.

Kimsenin ırkı ve kökeni diğerinden üstün değildir.Bu nedenle ırk temelinde çözüm arayışlarından kendimizi korumalıyız.

Yapılması gereken farklı etnik kimliklerin ve inançların ortadan kaldırılması değil onlara saygı gösterilerek ülke bütünlüğünün ulus devlet anlayışı ile korunması olmalıdır.

Emperyalist bir oyun olan eşit yurttaşlık ülke bütünlüğünü tehlikeye düşürebilir.

Bu emperyalist oyunu bozmak için yapılması gereken Türkiye’nin her yöresinde yaşayan Kürt, Arap, Boşnak,Laz, Çerkez, Abaza,Arnavut, Roman gibi farklı etnik kimlilere sahip tüm insanlarımızı  huzura, barışa, gelişmeye ve sosyal refaha taşımaktır.

Bunu gerçekleştirdiğimiz zaman bu tartışmalarda kendiliğinden ortadan kalkacaktır.