30 Temmuz 2018 Pazartesi

ABD KÜSTAHLIĞI



ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence, Din özgürlüğü üzerine yapılan ve üç gün süren bir konferansın kapanış konuşmasında sözü rahip Andrew Craig  Brunson’a getirerek aynen şunları söyledi: “ABD Başkanı adına Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Türk Hükümeti’ne bir mesajım var. Pastör Andrew Brunson’u ŞİMDİ serbest bırakın ya da sonuçlarla yüzleşmek için hazır olun. Eğer Türkiye, bu masum inanç adamını  serbest bırakmak için hemen harekete geçmezse ve onu Amerika’ya yollamazsa,  Birleşik Devletler, Pastör Andrew Brunson serbest kalana kadar Türkiye’ye ciddi yaptırımlar uygulayacak”. Pence bu sözlerini twitter mesajı ile de tekrarladı.
Başkan Trump daha da ileri gitti, “Rahip Brunson’u uzun süredir tutuklu yargılayan Türkiye’ye büyük yaptırımlar uygulanacak” dedi.
Bu açıklamalar Türkiye’ye bir bedevi devleti muamelesi yapmaktır.
Tabii bu tür muameleye maruz kalmamıza sebep olanlar, Türkiye’de yargı bağımsızlığını yok edenlerdir.
Bu yaşananlar ünlü Johnson mektubundan daha vahim bir tabloyla Türkiye’yi karşı karşıya bırakmıştır.
O mektup bir gizli yazışmaydı ve içindeki tehditler, güçlü de olsa, ima yoluyla yapılmıştı.
Mike Pence’in açıklamalarında Türkiye bütün dünyanın gözü önünde açıkça aşağılandı.
AKP iktidarının buna ciddi bir tepki veremeyeceği, bir iki hamasi lafla bu işi geçiştireceği zaten tahmin ediliyordu nitekim öyle de oldu.
Tabii buna en ciddi tepkiyi Cumhuriyet Halk Partisi’nin vermesi gerekiyordu. Çünkü Cumhuriyet Halk Partisi’nin tarihinde, önce 1971 yılında Amerikalıların isteği üzerine rahmetli Nihat Erim tarafından konulan haşaş ekim yasağını kaldırması, arkasından ABD’nin bütün engelleme çabalarına rağmen gerçekleştirilen “Kıbrıs Barış Harekatı” vardır.
Emperyalizme başkaldırmış partinin şimdiki Genel Başkanı   Pence’in Türkiye’yi aşağılayıcı açıklamasından yaklaşık 24 saat geçtikten sonra  “ABD’nin bu yaptığı müttefiklik hukukuna sığmaz” gibi içi boş, dostlar alış verişte görsün kıvamında   bir sitem ile yetindi.
Hadi Amerika’yı Kurultay öncesi kızdırmamak onun husumetini üstünüze çekmemek için Amerikan yönetimini eleştirmiyorsunuz, bari Türkiye’yi bu duruma düşürenlere iki çift laf edin. O da yok
Partinin  cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce’nin açıklamaları, Kılıçdaroğlu’nun açıklamalarından çok daha doyurucu idi.
O hiç olmazsa yaşananlara AKP’nin sebep olduğuna kuvvetli vurgu yapmıştı.
Ama her iki siyasetçinin açıklamalarının ortak noktası, ABD’ye karşı hiç eleştiri yapılmamış olmasıydı.
Bu insanda,  muhtemel bir kurultay öncesinde ABD’nin husumetini çekmeme kaygısı oluşmuş kanısını uyandırıyor.
Emperyalizmin yedi düveline karşı savaşarak bir devlet kurmuş olan bir partinin içine düşürüldüğü durumu görüyor musunuz. Bu hal ancak tükenmişlikle izah edilebilir.
Tabii insan, iktidardan değil ama Cumhuriyet Halk Partililerden Türkiye’nin ortak olduğu F-35 lerin teslim edilmeyeceği tehdidi ile  ilgili de bir çift laf söylemelerini beklerdi.
Aslında böyle bir beklenti çok çocukça oluyor tabii . Biri ABD Büyükelçisiyle partisinin hiçbir yetkilisi yok iken, bir otelin arka kapısından gizlice girip görüşüyorsa, bir diğeri beni ABD’den aradılar diye övünebiliyorsa,  bunlardan   Amerika’ya yönelik bir eleştiri beklemek fazla saflık olur.
  Aslında sorunun temelinde yatan tek adam rejimine geçilmiş olmasıdır.
Eskiden iktidarlar, yabancı muhataplarına muhalefeti ikna edemeyiz, bizi sıkıntıya sokar derlerdi. İşte bunun için Amerika Türkiye’deki gibi “Türk tipi başkanlık sistemine” sıcak bakmıştır.
Çünkü tek adamı ikna etmek kolaydır. Bakmayın siz Tayyip Bey’in esip gürlemesine, yarın Amerika ne isterse o olacaktır. Pence de bunu bildiği için o açıklamayı yapmıştır.
Rahip Andrew Craig  Brunson bir gece ansızın evine gidiverirse hiç şaşırmayın.  


27 Temmuz 2018 Cuma

SEN GİT BEN GELEYİM



Türkiye’de tam bir tek adam rejim kuruldu, ülkenin hukuki rejimi 1876 kanuni esasi çizgisine getirildi, Anayasa değişikliği ile hükümetin parlamentoya karşı sorumluluğu, aynen 1876 Anayasasında olduğu gibi, kaldırıldı. Türkiye Büyük Millet Meclisi, 12 Eylül rejiminin kurduğu Danışma Meclisinden bile daha fonksiyonsuz hale getirildi, Ülkenin geldiği nokta adım adım, Birinci Dünya harbinden sonra Avrupa’nın bazı ülkelerinde bir takım “şeflerin” ortaya attığı  ideolojilere ve onların tabii sonucu olan idari rejimlere sürükleniyor.
Cumhuriyet Halk Partisi buna karşı gelmek zorundadır  ama Cumhuriyet Halk Partisi bugün bunlarla uğraşmak yerine “sen git ben geleyim” kavgası yapmaktadır.
Bu o kadar “sen git ben geleyim” kavgasıdır ki, ekonomik, sosyal ve siyasal bırakın farklı bir lafın,  bu konularda tek bir lafın bile  söylenmediği bir kavgadır.
CHP’de siz gidin biz gelelim diyen ekibin sözcüsü Bolu Milletvekili arkadaşımız katıldığı bir televizyon programında, parti içindeki her kesi kast ederek “biz kardeşiz” gibi abuk sabuk bir laf etti.
Bugünkü yönetimin en çok eleştirildiği konulardan biri, bölücüleri, Atatürk düşmanlarını, yetmez ama evetcileri bu partiye toplaması, partiyi kuruluş ayarlarından koparmış  olmasıdır. 
Bir Cumhuriyet Halk Partili olarak “Atatürk’e kefere” diyenlerle, Habur’da kurulan çadır Mahkemelerinde bölücü, emperyalizmin milis gücü PKK’lıların  avukatlığını yapanlarla, İngiliz uşağı Seyit Rıza’ya methiyeler düzenlerle, ya da ülkeyi uçuruma sürükleyen tek adam rejimine kapı açan 2010 anayasa değişikliği için “Yetmez ama evet” diyenlerle, Cumhuriyet Halk Partisi kapatılsın vakıf olsun diyen Aralık Hareketi mensuplarıyla  kardeş değilim.
Cumhuriyet Halk Partisinde bir değişim olması gerektiğini artık bugün  kabul etmeyen kimse yok, hatta Genel Başkan da bunu söylüyor ama anladığım kadarıyla sözü edilen bu değişim sadece göz boyamak için bazı MYK üyelerini belki de bazı belediye başkanlarını kapsayacak, yani  değişim sadece bir kaç kişiyle sınırlı kadro değişimi olacak.
Elbette kadrolar eleştirilebilinir ve zaman zaman değişiklik yapmak ihtiyacı da doğabilir, ama bu tek başına yeterli değildir.
Dolayısıyla sorun sadece kişi ya da kişiler  sorunu değildir, sorun köklerinden kopartılan Partiyi nasıl kuruluş ve kurtuluş ayarlarına getireceğimizdir.
Bizim halkçılık anlayışımız dayanışmacılıktır. Bugün parti kötü yönetiliyor diyenler. Hiç anlattılar mı halkçılık anlayışından  neyi anladıklarını?
Değişimden yana olanlar nasıl bir ekonomik model öngördüklerini, söylediler mi?
Turgut Özal ile başlayan tarımı bitirme anlayışı ile nasıl mücadele edeceklerini söylüyorlar mı?
Cumhuriyet Halk Partisi’nin aile tarımını teşvik için neler planlanması gerektiğini anlattılar mı?         
Ekonominin bir uçuruma sürüklendiğini, dibe vuracağını bunun sorumlusunun AKP iktidarı olduğunu, ekonomi dibe vurmadan ayağa kalkmasının kim gelirse gelsin zor, hatta imkânsız olduğunu anlatıyorlar mı?
AKP’nin eşe dosta peşkeş çektiği, Cumhuriyet’in kazanımları olan tesisleri kamulaştıracaklar mı? Bu konuda bugüne kadar ne söylediler?
Ekonominin dibe vurmak üzere olduğunu her dürüst ekonomist dile getiriyor. O zaman şimdiden Türk Halkına kendisini bekleyen büyük ekonomik felaketi anlatmayı düşünüyorlar mı?
AKP’nin kördüğüm haline getirdiği dış politika sorunlarının nasıl çözümleneceği hakkında kapsamlı bir açıklama yaptılar mı? Yaptılar da biz mi duymadık?
Tabii parti yönetimi de bugüne kadar bu konular da doğru ve  doyurucu hiçbir açıklama yapmadı.
Bu nedenle bunları anlatmıyorsanız, anlatamıyorsanız parti içi mücadele “sen git ben geleyim” kavgasından öteye gitmez.
Hiç kimse kendisini Cumhuriyet Halk Partisinden büyük görmemelidir.
Zaman zaman partilerin gösterdiği adaylar değişik nedenlerle, partilerinden fazla oy alırlar bu onların partiden büyük olduklarını göstermez
Büyük gören var ise Cumhuriyet Halk Partisi formasını sırtından çıkartır, her hangi bir seçimde her hangi bir makama bağımsız aday olur.
Boyunun ölçüsünü alır.
Şimdi artık gelinen nokta, ideolojik çizginin tartışılacağı, seçimli de olacak iyi hazırlanılmış en az on gün, on beş gün sürecek bir kurultay yapılmasıdır.
İdeoloji/tüzük/program tartışılır ve böylece parti yerine oturtulur, seçim ondan sonra yapılır. İşte o zaman konu “ Sen git ben geleyim” dar çerçevesinden çıkar.





23 Temmuz 2018 Pazartesi

SORUMLU SİZLERSİNİZ.



Türkiye bir yerel yönetimler seçimlerine hazırlanıyor, Cumhuriyet Halk Partisinde sen git ben geleyim kavgası yapılıyor.
Parti’de bir yönetim değişikliğinin şart ve kaçınılmaz olduğunu kabul etmeyen yok.
Değişim için imza toplayanlar, üst üste gelen seçim başarısızlıklarının sebebini, ağırlıklı olarak, yönetimdeki kişilere bağlıyorlar. Oysa başarısızlığın gerçek nedeni kişilerde değil, Cumhuriyet Halk Partisi’nin köklerinden koparılmasındadır.
Ama işin bu noktaya gelmesinin gerçek sorumlusu tarihten ders çıkartamayan, acaba bana da bir şey düşer mi diye partinin köklerinden koparılmasına  sessiz kalan,  kendilerini sözde gerçek CHP’li olarak niteleyenlerdir.
Orhan Veli 15 Mayıs  1950 günü  Demokrat Parti’nin 14 Mayıs 1950 seçim başarısından sonra yazdığı yazısı, aynen bugünkü Cumhuriyet Halk Partisini anlatıyor.
 “Yaprak” adlı yayın organında kaleme aldığı yazı aynen şöyle “  ZAVALLI HALK PARTİSİ
 Seçimler bitti. Demokrat Parti, Halk Partisi’ni korkunç bir bozguna uğrattı. Oysaki Halk Partisi, halkı kazanacağını umarak, fikirleriyle, prensiplerinden son zamanlarda ne fedakarlıklar etmişti. Bütün yayınlarına göz yumulan din dergileri, okullara konan din dersleri, yeniden açılan ilahiyat fakülteleri, imam hatip kursları, türbeler, şahsi sermayeye sağlanan imtiyazlar, her türlü irticaa tanınan haklar.. Hiçbiri kar etmedi. Zavallı Halk Partisi”
Cumhuriyet Halk Partisi, son yıllarda Orhan Veli’ni eleştirdiği 1950 öncesi yaptıklarını anımsatan tutum içine girdi.
 Önceleri din istismarının simgesi haline gelen “Türban” olayını biz çözeriz diyerek, dinci kesimden oy alacağını zannetti. Atatürk’e alenen küfreden Bekaroğlu’nu Milletvekili yaptı. Sadece onunla mı yetinildi? Hayır, bölücüler bu partide baş tacı edildi. Habur rezaletinde PKK militanlarının avukatlığını yapan adam taltif edilerek o bölgeden değil İstanbul’dan Milletvekili yapıldı. Aynı kişi partinin yetkili organlarının hiçbir kararı yokken “Ben Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkan Yardımcısı olarak Dersim olayları ile ilgili olarak Dersim Halkından Özür diliyorum” diyerek partinin tarihine haksız ve çirkin saldırıda bulundu, kendisine sen kim oluyorsun, hangi yetkiyle böyle konuşabiliyorsun diye hesap sorulmadı.
Cumhuriyet Halk Partisi kapatılsın vakıf haline gelsin diyen “Aralık Hareketi” mensupları partide, İstanbul İl başkanı, Milletvekili, MYK üyeliği  görevlerine getirildiler.
Partinin Genel Başkanı biz 1930 ların CHP si değiliz dedi.
Cumhurbaşkanı adayı her konuşmasında anasının da kız kardeşlerinin de başı bağlı olduğunu, Cumaları namaza gittiğini söyleyerek yani kutsal din duygularını siyasete alet ederek karşı cepheden oy devşireceğini zannetti.
  Bu liste daha çok uzatılabilinir. Bütün bunlar olurken kendisini gerçek CHP’li olarak niteleyenler (Atatürkçüler ve Kemalistler hariç) ne yaptılar?
Hiçbir şey yapmadılar.
Niye? Çünkü bize de bir gün bir şeyler düşer diye yapılan bütün bu olumsuzlukları sessizce seyrettiler.
Sessizce seyredip, ses çıkartmamalarına rağmen listelere konulmayanlar, şimdi hepsi de “değişimden yana” oldular.
Bir anda Kemal Kılıçdaroğlu ve ekibi gitsin demeye başladılar. Elbette Cumhuriyet Halk Partisinde bir değişim şarttır. Ama bu değişim Kılıçdaroğlu gitsin biz gelelim değişimi değildir.
Yapılması gereken değişim Cumhuriyet Halk Partisini devrimci, halkçı,laik  çizgisine çekmek olmalıdır.
Cumhuriyet Halk Partisini tarihi köklerinden kopartılıp, kişiliksiz bir parti haline getirilirken, susan kendini gerçek Cumhuriyet Halk Partili olarak niteleyenlerden birkaç kişi hariç diğerleri en fazla karınlarından konuştular.
Bir Atatürk düşmanı Ekmelettin İhsanoğlu Cumhurbaşkanı adayı gösterilirken bir avuç eski Milletvekili dışında kimsenin sesi çıkmadı. Şimdi değişim diye bağıranlar, o zaman  koşarak Kemal Bey’in arkasından Ekmelettin İhsanoğlu’nun adaylığından hiç rahatsızlık duymadan “tıpış tıpış”  imza verdiler.
Adamlar şimdi de “Atatürk’ü anayasadan çıkartalım diyor, adım gibi eminim, karşı taraftan birkaç oy alabilir miyiz diye ona da tepkisiz kalarak dolaylı olarak destek vereceklerdir.
Cumhuriyet Halk Partisi köklerinden kopartılıp “zavallıhale getirilirken hangi gerekçeyle olursa olsun susanlar, partinin şimdi kurultay mı, mevcut yönetim mi” açmazına sürüklenmesinin sorumlusudurlar.
Gerçek Cumhuriyet Halk Partililer devrimci olmak zorundadırlar, ama devrimci olmak zor iştir.

 
 


20 Temmuz 2018 Cuma

CUMHURİYET HALK PARTİSİ



Cumhuriyet Halk Partisi, devletten evvel var olan, devleti kuran, Cumhuriyeti ilan eden, demokrasiyi ülkeye yerleştiren, çok partili hayata hiçbir baskı altında kalmadan, kendi iradesiyle  geçen parti.
Yani bugün, 16 yıldır bu ülkeyi tek başına yöneten, ya da yönettiği iddiasında olup da yönetemeyen iktidar sahiplerinin bile bu noktalara gelmesinin önünü açan Cumhuriyet Halk Partisi bugün olağanüstü kurultay talepleri ile karşı karşıyadır.
Partiyi bugün yöneten kadroların yetersiz olduğu değişmeleri gerektiği tartışmasızdır. Cumhuriyet Halk Partisinde bir değişim şarttır. Bunun aksini düşünmek ve söylemek abesle iştigaldir.
Ama Genel Başkanın ve yönetim kadrolarının değişmesi çözüm müdür? Hayır.
Bugün Genel Başkan ve yönetim kadrolarının değişmesini isteyenler, bugüne kadar onlar gitsin biz gelelim söyleminden başka ne söylediler.
Olayı bu kadar basite, sen git ben geleyim çizgisine  indirgemek ne Cumhuriyet Halk Partisi’nin ve ne de Türkiye’nin sorunlarını çözer.
Şu ana kadar bu parti içi iktidar gitsin diyenler, parti tüzük ve programında neler öngördüklerini söylememekte ya da her hangi bir hazırlıkları olmadığı için söyleyememektedirler.
Örneğin nasıl bir ekonomik model öngörmektedirler. Partide yönetim değişikliği isteyenler de, bugünkü parti yönetimi gibi, “Cumhuriyet Halk Partisi kapatılsın, vakıf olsun” diyenlerle beraber mi yürüyeceklerdir ya da partiyi köklerine döndürüp, 6 oku, özüne uygun, değişen dünya koşullarına göre yeniden mi yorumlayacaklardır.
AKP iktidarının kaldırdığı yargı bağımsızlığını nasıl tekrar tesis edeceklerini anlatmalıdırlar.
Büyük kent varoşlarında yaşayan insanların iane ile yaşamalarının kaderleri olmadığını onlara anlatıp, yaşamlarını nasıl düzelteceklerini, ezilen yoksulluğa sürüklenen Türk çiftçisinin önün nasıl açacaklarını  anlatmaları lazımdır.
Bugüne kadar ülkeyi yönetenlerin yanlış politikaları nedeniyle milletin efendisi olmak vasfını kaybeden köylüye bu vasfını geri kazandırmak için ne yapacaklarını anlatmaları lazımdır
Yani sözün özü nasıl bir parti programı, ülke içinde bir kalkınma programı  öngördüklerini açıklamaları gerekmektedir.
Ülkede her gün Anayasaya aykırı Kanun Hükmünde kararnameler çıkıyor, parti içi taht kavgasının tarafları,bu kavgadan kafalarını kaldırıp bu konuda tek kelime etmiyorlar, ya da edemiyorlar.
Parti içi iktidara talip olanlar ülkede iktidarı ele geçirdiklerinde, geçmişteki bütün yolsuzlukların hesabının sorulacağını anlatmalıdırlar. Yani “Devri sabık yaratacağını” dünya aleme ilan etmelidirler; etmelidirler ki hırsızlık, yolsuzluk yapanın yanında kar kalmayacağını dünyaya alem duysun.
Bu yazıyı kaleme aldığım ana kadar olağan üstü kurultay için gerekli imzanın toplanıp toplanmadığı konusunda sağlıklı bir bilgiye sahip değilim.
Bunlar yapılmadan sadece bir genel başkan değişikliği ne Cumhuriyet Halk Partisi’nin ve ne de Türkiye’nin sorunlarına çözüm olamaz.
Cumhuriyet Halk Partisi önce demokrasiye sahip çıkmasını öğrenmelidir.
Cumhuriyet Halk Partisinin, kendi kitaplarında yazdıklarını bile halka çıkıp anlatmaktan  korkan aciz kadrolara değil, mücadeleci insanlara ihtiyacı vardır.
16 Nisan 2017 akşamı yani anayasa referandumunun yaşandığı akşam, YSK’nın referanduma şaibe düşürecek tam kanunsuz bir karar aldığında, yarım yamalak “YSK referandumu şaibeli hale getirdi” yerine Anayasa referandumunun meşru olmadığını bağırıp, demokratik direnme hakkını kullanmadıkları gibi hukuksal ve siyasal olarak gayrı meşru bir ortamda gidilen 24 Haziran seçimlerinde yaşanan hukuksuzluklar korkmadan halka anlatılmalıydı.
Gerek 2017 referandumunda gerekse 24 Haziran seçimlerinde ki hukuksuzluklara, ne parti içi iktidar ve ne de parti içi muhalefetin sesi çıkmadı. Kuzu kuzu kabullendiler.
Düşünün ki, bugün parti içi iktidar kavgası verenler, Ekmelettin İhsanoğlu’nu aday göstermek  için koşa koşa gidip imza verdiler.
Onun için CHP’de mantalite değişmediği sürece kim gelirse gelsin hiçbir şey değişmeyecektir. Olan gene gerçek partililere ve ülkeye olacaktır.


16 Temmuz 2018 Pazartesi

LAİKLİK ÇOK ÖNEMLİDİR.



Son yıllarda yaşadıklarımıza bakarsanız laikliğin ne kadar önemli olduğu gün gibi ortaya çıkar.
Önce Fethullah Gülen   ve en sonda  Adnan Hoca diye isimlendirilen kişinin kurdukları tarikatlarla yaşadıklarımıza bakarsanız tarikatların bu toplumun hayatında ne kadar tehlikeli olduğu açığa çıkar.
Bu tarikatlar önceleri sade dini konularla uğraşırken, güçlendikçe devlet örgütüne sızmaya ona yön vermeye çalışırlar.
Fethullah Gülen hareketi de önce bir din hareketi olarak başlamış ve güçlendikçe de devleti ele geçirmeye yeltenmiştir.
Fethullah Gülen hareketi devleti yönetenlerden destek görerek gelişmiş ve büyümüştür.
Bunlar devleti ele geçirmeye karar verdikleri andan itibaren, önce idarede sonra yargıda ve en son olarak da Türk silahlı Kuvvetlerinde kendilerine yer tutmaya başladılar.
Dini siyasete alet etmeyi alışkanlı haline getiren ve iktidar olan İslamcı partiler, bunların idarede, yargıda ve Türk silahlı Kuvvetlerinde yer tutmalarına hem göz yumdular ve hem de önlerini açtılar.
Bu örgüt İdareye, yargıya egemen olduktan sonra önce siyasi iktidarın gözüne girmek için Deniz Baykal operasyonunu yaptı. Bu operasyon AKP’nin işine geldiği için hiç ses çıkartmadılar, hatta bunu büyük bir mutlulukla seyir ettiler.
İktidar bu olay sonrası ciddi bir devletin yapması gerekeni yapıp, faillerini ortaya çıkartsa idi belki olay daha o günden çözülecek ve Türkiye daha büyük badireler yaşamayacaktı.
Tabii dinci yapılanmaların nihai hedefinin iktidarı ele geçirmek olduğunu göremeyen, sıranın kendilerine de geleceğini düşünemeyen AKP iktidarı bu hukuksuzluğu ellerini ovuşturarak seyir etti.              
İktidarın bu korumacılığından da  cesaret bulan iktidar  17- 25 Aralık olayları için düğmeye basarak iktidarın bütün kirli çamaşırlarını ortaya döktüler. AKP iktidarı bütün bu olanlar karşısında sadece bunlar yalan diyemedi, sadece düzmece diyebildi.
FETÖ yapılanmasının da üstüne gidemedi.
Bütün bu dinci terör örgütlerinin ortak özelliği yabancı istihbarat örgütlerinin bunları kullanmasıdır.
Nitekim FETÖ’nün CİA’nın korumasında olduğunu bilmeyen kalmadı.
Sonunda 15 Temmuz darbe teşebbüsüne kadar geldik. Günahlı günahsız binlerce insan tutuklandı, işinden gücünden oldu. İnsanların hepsine FETÖ’cü damgası vurduk, bu damgayı vururken de, bir dönem devlette bir göreve gelebilmek, yükselebilmek için bu örgüte yakın durulması gerektiğini iktidar eliyle teşvik edildiğini unuttuk.
Şimdi de Adnan Hoca çıktı karşımıza, oda el konulmuş, özgürlüklerinden mahrum edilmiş “Kedicik” diye nitelenen kızlar yardımıyla şantaj kasetleri çekmiş ve elde ettiği “Devlet sırlarını” İsrail’e vermiş.
Bu Adnan Hoca denen adam ve şürekası ile uğraşan emniyet mensupları onlarca davalar ile yüz yüze geldiler.
Bu her iki grubunda kurucularına bakın “cahil, şarlatan” sıfatlarının en yakıştığı insanlar olduğunu görürsünüz.
Adnan Hoca tarikatı tarafından çocuklarına el konulan insanlar zamanında  muhakkak ki emniyet birimlerine baş vurmuşlardır. Ama bu örgüt siyasal iktidarın işine geldiği sürece üstüne gidilmemiştir.
Böyle bir adam devletin sırlarına nasıl vakıf olabilmiştir. Bu şantaj kasetlerinde kimler vardır.
Düşünebiliyor musunuz, böyle bir hasta göz altına alınırken, “Tayyip Hoca’nın  haberi var mı?, Biz seçimde onu desteklemiş idik” diyebilecek kadar fütursuzlaşabilmiştir.
Onun için büyük Atatürk “Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler memleketi olamaz Türkiye Cumhuriyeti her alanda doğru yolu gösterecek, uyaracak güçtedir. Biz uygarlığın bilim ve fenninden güç alıyoruz ve ona göre yürüyoruz. Başka bir şey tanımayız” demiştir. 
İktidardan himaye gören, yabancı istihbarat örgütlerinin kullandığı  iki meczubun yaptıklarına bakarmısınız? 21. yüzyılda bilim çağında biz nelerle uğraşıyoruz.
İşte laiklik bunun için çok önemlidir. Burada bittiğini sanmayın yarında diğer tarikatların maceraların duyarız.  














13 Temmuz 2018 Cuma

DEMOKRASİNİN AKIBETİ VE CHP



Çağdaş demokrasinin ve partilerin iç hukuku hakkında biraz fikri olan herkes, “partilerin içinde demokratik düzen” tesis edilmeden bir ülkede demokratik düzen gerçekleşemez. Partilerin içinde düşünce ve ifade özgürlüğü, siyasi ahlak kurallarına saygı ortamı tesis edilmedikçe partiler arasında ve toplum hayatında da fikir hürriyeti ve siyasi ahlak gerçekleşemez.
Halk Partisinin sürekli seçim kaybetmesine kendi iç yapısındaki aksaklıkların, sakatlıkların büyük ölçüde sebep olduğu gerçeğini kabul edip bunu yüksek sesle dillendiremezsek, hem gerçeklikten uzaklaşmış oluruz, hem de sorunlara çözüm bulacak sonuca ulaşamayız. Bir parti kendi kendisini methetmekle, üzerine toz kondurmamakla ve arka arkaya devamlı olarak girdiği her seçim kaybetmesine rakibi iktidar partisinin kusurlarına, seçimde oy çalındığı ya da iktidar partisinin gayrimeşru davranışlarına yüklemekle hiçbir şey kazanamaz, ama çok şey kaybeder. Bu zihniyetten  vazgeçmediği sürece, seçim kazanması imkansızdır. Hele böylesine her çareye başvurarak iktidardan gitmemeyi kendisine amaç edinmiş, meşru gayri meşru bütün vasıtaları (devlet imkanlarını kullanmak, devletin radyo ve televizyonunu iktidarın borazanı haline getirmek gibi)  seferber etmiş bir hasımla karşı karşıya olursa…
O zaman Halk Partisinin iktidara gelmesini isteyenlerin, özellikle rejimi kurtarma bakımından bunun şart olduğuna inanların, artık Cumhuriyet Halk Partisinin zayıf taraflarını ortaya koymaları şarttır. Böyle bir davranışın “dosta düşmana karşı CHP’yi kötü durumda bırakacağını, onu halkın gözünden düşüreceği”ni iddia etmek yanlıştır; aldatıcıdır; Cumhuriyet Halk Partisine ihanettir.
Cumhuriyet Halk Partisi gibi sağlam temeller üzerine oturmuş, köklü siyasal organizasyonlar, halkın önünde kendi kendilerini tenkit  ettiklerinde ve bundan yıpranarak çıkacak yerde, daha karlı çıkarlar. Geçmişi Cumhuriyet Halk Partisinin geçmişi, başardıkları Cumhuriyet Halk Parisinin başardıkları olan bir siyasi kuruluş, kurucusu Atatürk gibi bir lidere sahip bulunan parti girdiği seçimleri kazamamasını sebeplerini ortaya koyma ve bu kusurlarını düzeltmek amacıyla kamuoyunun önünde açık kartla oynarsa bir şey kaybetmez ancak çok şey kazanır.
Ancak şunu peşinen kabul etmek gerekir ki, kusurların hepsi halk tarafından zaten bilinmekte ve hatta abartılı olarak değerlendirilmektedir.
Ama Cumhuriyet Halk Partisini yöneten kadronun  bu kusurları bilmezlikten gelerek veya o kusurlara önem vermeyerek, ilkelerinin, kuruluş felsefesinin ve programının  yolundan değil de bir süreden beri yaptıkları gibi “İdari maslahat” yolundan yürürlerse, bu Cumhuriyet Halk Partisinini geçmişindeki başarıların yarattığı krediyi yiyen bir parti halinde kalması onu, tarihi görevini bitirmiş, fonksiyonu kalmamış bir parti haline getirir.
Bugün Cumhuriyet Halk Partisi’nin yapması gereken önce kendisini düzeltmekdir. Nitekim  Sokrates’ın  “Bir şeyleri değiştirmek isteyen insan, işe önce kendisinden başlamalıdır”  demiştir.
Onun için Cumhuriyet Halk Partisi herkes tarafından bilinen zaaflarını derli toplu ve sistemli bir şekilde  ortaya koymalı, yeni bir ruh, inanç kaynağı haline gelmek için bünyesinde gerekli temizliği gerçekleştirmesi, onu, kendisini bekleyen tarihi misyonuna tekrar sahibi haline getirebilecektir.
Bunun için yapılması gereken Kurultay toplayıp, parti meclisine, demokratik toplumcu zihniyete sahip, fırsatçılıktan ve eyyamcılıktan uzak, partinin kuruluş felsefesine inanan kişileri getirirse, CHP içinde Türk demokrasisi içinde şans dolu bir devre başlayacaktır. O zaman Halk Partisi programına  ve ilkelerine uygun fakat onlara yeni bir ruh ve inanç kazandıran çağdaş bir zihniyet ve felsefe ile gençleşecek Atatürk döneminin dinamizmine ve idealizmine kavuşacaktır.  Böylece demokrasimizi de içine düştüğü çıkmazdan kurtararak, siyasi ve sosyal tarihimize yeni bir zafer kazandiracaktır. 



  



9 Temmuz 2018 Pazartesi

HER KES ELEŞTİREBİLİR AMA SİZ ASLA


Tayyip Erdoğan,Partisinin İl Başkanları toplantısında, “CHP, bölücü terör örgütünün güdümündeki partiyi (HDP’yi kast ediyor) barajın üzerine taşımak için kendisine oy verenlerin bir kısmını oraya gönderdi.CHP sayesinde, bölücü örgütün belirlediği isimler, milletvekili olarak yerlerini alacaklar.Ülkesini, milletini, cumhuriyetini, devletini seven CHP’li vatandaşımızı, bu utanç için partisinin yönetiminden hesap sormaya davet ediyorum” buyurmuş.
CHP’nin bu tutumunu Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarından başka herkes eleştirebilir.
İşine geldiği zaman 12 Eylül Askeri rejiminin Anayasasını eleştiren ve bundan kendi arzusuna uygun değişiklikleri Meclisteki sayısal çoğunluğuna dayanarak yaptıran Tayyip Erdoğan, ne hikmetse seçim ve de siyasi partiler yasalarındaki olumsuzlukları ağzına bile almamıştır.
Yüzde on seçim barajı, bir demokrasi için olsa olsa utanç vesilesi olur. Bugüne kadar Tayyip Beyin ağzından bu konuda hiç eleştiri duydunuz mu? Ya da siyasi partiler kanununda parti liderlerine tek adam olmayı sağlayan hükümleri hiç eleştirdiğini gördünüz mü? Göremezsiniz.
Ama yüzde on barajını aşmak için ve temsilde adalet gerekçesiyle bir kısım CHP’linin HDP’ye oy vermesini eleştiriyor.
Bunu yapmasının sebebi eğer HDP barajı aşmasa idi, onun çıkarttığı Milletvekillerinin çoğunu AKP’nin alacak olmasıydı.
Bu ülkede terör örgütünü ilk meşrulaştıran kişi, Tayyip Erdoğan ve onun başında olduğu hükümetlerdir.
Habur’dan ülkeye giren eşkıyalara hudut kapısında çadır Mahkemeleri kurduran kendisi değil miydi?
Silahlı terör örgütüyle masaya kim oturdu. CHP’mi oturdu? Diyarbakır Meydanında “Bebek Katili’nin” mektubunu halka okunmasına kim müsaade etti?
“Bebek Katilinin” dağa mesaj gönderip alması kimlerin bilgisi dahilinde yapıldı?
Şimdi bütün bunları unutup, unutturup bazı CHP’lilerin HDP’ye oy vermeyi teşvik etmelerini fırsat bilip, CHP’lilerin CHP yönetiminden hesap sormalarını istemek bizim gibi Kemalistlerin, Atatürkçülerin hakkı olur ama sizin asla..
Zamanında açılım politikasının bir sonucu olarak, askerin eli kolu bağlanarak bölge silah deposu haline getirildi.
Bugün Mecliste bulunmalarından rahatsızlık duyulan HDP’liler ile Dolmabahçe’ de toplantılar yapılmadı mı?
Bugün bu söyledikleriniz sırf gündemi değiştirmeye yönelik şark kurnazlığıdır.
Bunu yapmanızın nedeni de, hayat pahallığı başta olmak üzere, emeklinin, memurun, işçinin, çiftçinin durumunun konuşulmasını engellemek içindir.
Tayyip Bey aslında yatın kalkın Güneydoğu da yaşananların sizin öngörüsüzlüğünüzden olduğunu dile getiremeyen CHP yöneticilerine dua edin.
Olayları doğru tahlil edip, sağlıklı öngörülerde bulunabilseydi, bugün Güneyimiz kan gölüne dönmezdi.
Sonradan ABD Dışişleri Bakanı olan Condolleeza Rice, 7 Ağustos 2003 tarihinde yazdığı bir makalede “Fas’tan Basra Körfezi’ ne kadar Ortadoğu’da bulunan ve aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 22 devletin rejimlerinin, sınır ve haritalarının değiştirileceğinin söyleyerek tarifini yaptığı şeyin Büyük Ortadoğu Projesi olduğunu anlar ve onun eş başkanlığından onur duymaz hatta kabul etmezdi.
Bu işin temelinde yatan neden Ortadoğu petrol ve doğal gazını Doğu Akdeniz’e akıtmak için Kürt koridorunu kurmak ve İsrail’in güvenliğini sağlamaktır.
Bunu yaparken de en büyük yardımcısı ve destekçisi, Irak’ta, Suriye’de ve Türkiye’de sözünden çıkmayan bölücü Kürtlerdir.
2002 den beri ülkeyi yöneten sizler, Türkiye’nin güneyinde Irak ve Suriye’de kurulacak olan Kürt Devletçiklerinin Türkiye’de de KÜRT ETNİK MİLLİYETCİLİĞİNİ tahrik edeceğini öngöremediniz, ki bu tehlikeyi büyük Atatürk 1923 de TBMM de yaptığı bir konuşmada dile getirmişti.
Tüm bölge insanını aynı kefeye koyarak bölücü zannedip, oy uğruna bunları bile dile getirmeyen bir CHP yönetimi ve diğer muhalefet partileri AKP için büyük bir şanstır.
Sözün özü Tayyip Erdoğan’a bu kadar rahat bir çalışma ortamı yaratan, bunları oy uğruna Türk Halkına anlatmayan CHP yönetimlerine AKP ve Tayyip Erdoğan tarafından sakın eleştiri getirilmesin. Buna en son hakkı olan, hatta hiç hakkı olmayan sizsiniz.
BeğenDaha fazla ifade göster

7 Temmuz 2018 Cumartesi

HER SEÇİMDEN SONRA AYNI TERANE



Cumhuriyet Halk Partisi her seçim kaybedilmesinden sonra yaptığını şimdi de yapmaya başlıyor,
Parti sözcüsü Bülent Tezcan açıkladı, CHP seçim sonuçlarının ayrıntılı analizini yapacakmış ve gerekli dersleri çıkaracakmış. Bu yapılırken kısır çatışmalardan kaçınılması gerekiyormuş.
 Bunun anlamı şu: Yeni mağlubiyetlere hazırlanırken kimse bizi eleştirmesin..
Bülent Tezcan’ın  bir ifadesi daha var. Aynen Şöyle: 
"....Oy aldığımız “bizim mahalle”yi hedef alan, “bizim mahalle”ye hitap eden dili terk edeceğiz. Sadece kendi mahallemize seslenerek, onlardan oy isteyerek, birbirimizi gaza getiren bir çalışma üslubu yerine; “karşı mahalle”den oy isteyen, onlara hitap eden ve partimize oy vermeyen seçmene hitap edecek bir dil ve çalışma yöntemini benimseyeceğiz"
Birçok yönden çok vahim bir ifade..
Atatürk'ü, devrimlerini, Cumhuriyet'in kurucu ilkelerini, Altı Ok'u zaten uzun zamandır nadiren ve ancak çok mecbur kaldıkça ağızlarına alıyorlardı. Bülent Tezcan’ın söylediklerinden anlaşılıyor ki, bunları artık tamamen terk edeceklermiş. 
Onun yerine ne yapacaklarmış? "Karşı mahalle"ye hitap edeceklermiş, onlardan oy isteyeceklermiş. Yani, "mütedeyyin seçmene şirin gözükmek için yıllardır sürdürülen beyhude çabalar, türbana yol vermek, yürüme mesafesinde cami varken genel merkezde mescit açmak, laikliğin törpülenmesine sessiz kalmak, Saadet Partisi'nin İslamcılarını parti listelerinden seçtirmek, Atatürk düşmanı Bekaroğlu'nu, AKP’nin kurucusu ve  eski başbakan yardımcısı Abdüllatif' Şener’i ve  başka dincileri partiye katmak yetmemiş gibi, artık din üzerinden daha fazla siyaset yapacaklarmış.
Yani Atatürk’ün kemiklerini sızlatacaklar.
Bu yönetim altındaki CHP'nin işlevinin laik cumhuriyet yerine emperyalist destekle kurulmakta olan İslami rejime meşruiyet sağlamaktan ibaret olduğu artık gizlenmiyor. Bülent Tezcan bunu itiraf ediyor.
Laik hukuk devleti Cumhuriyet Halk Partisi’nin eseridir.
Gerçek CHP'liler kısa zamanda bir çare üretemezlerse, korkarım emperyalist amaç hasıl olacak ve CHP tümüyle silinecek, Cumhuriyet hepten korumasız kalacaktır.
Bu büyük tehlike orta da iken, ülkede Baas rejimi benzeri bir tek adam rejimi kurulurken yani rejim değişirken Atatürk’ün partisi Cumhuriyet Halk Partisinde koltuk kavgası yapılıyor. Cumhurbaşkanı adayı, kendisini kurultay yerine koyup partinin Genel Başkanına, tüzükte yeri ve tarifi olmayan “Onursal Başkanlık” teklif ediyor. Yani rüşver teklif ediyor.
Peki parti yönetimi bu arada  ne yapıyor, her kaybedilen seçimden sonra  yoğunlaşan eleştiriler karşısında, yaptığı gibi olası tehlikeleri işaret edip, "ne yapsa idik yani, halkı sokağa mı davet etseydik" türünden komik mazeretler üretiyorlar..
Oysa, onlardan beklenen halkı sokağa davet etmek değildi. Gerçekler halka anlatılsa idi, halk direnmenin demokratik ve meşru yollarını kendisi bulurdu. Dünyada bunun örnekleri çoktur. Ama hem yönetiminin ve hem de Cumhurbaşkanı adayının işlerine,  seçimin kazanılabileceği yalanıyla halkı pasifleştirmek geldi. 
Seçimin ikinci tura kalması için 800.000 oy yeterli iken aramızdaki fark 10.000.000 denerek ikinci tur ihtimali baştan yokmuş intibaı halkta uyandırıldı.  
Türkiye'deki seçimler de sözüm ona "serbest ve adil" seçimlerdi. Oysa, yasal, siyasal ve toplumsal ortam çoktandır tek adam/tek partinin kazanmasına göre oluşturulmuştu. Aynen Baas rejimlerinde olduğu gibi. Ortamın "serbest ve adil" olmadığını bağımsız uluslararası kuruluşlar da raporlarında saptamıştı.
Böyle bir ortamda seçim kazanmalarının mümkün olmadığını -daha doğrusu, seçim kazanmalarına izin verilmeyeceğini- Cumhuriyet Halk Partisi yönetimi pekala görüyorlardı,en azından  görmeleri gerekirdi 
Bu gerçeği kamuoyuna anlatmak ve seçim yapılmadan önce ortamın adil ve eşit hale getirilmesi için çaba göstermek yerine, sanki seçim kazanılabilirmiş gibi rol yaparak, halkı açıkça aldattılar. Halka, hüsran ile sonuçlanması kaçınılmaz ümitler pompaladılar.





2 Temmuz 2018 Pazartesi

TEK SUÇLU SİZSİNİZ



12 EYLÜL 1980 darbesini yapan Milli Güvenlik Konseyi’nin bir numaralı bildirisinde önce darbenin gerekçeleri anlatılmış ve “Parlamento ve Hükümet feshedilmiştir. Parlamento üyelerinin dokunulmazlığı kaldırılmıştır” denmiştir.
Bunu yapan darbe rejimidir. Fakat aynı şeyi başta Konya Milletvekili Ahmet Davutoğlu olmak üzere, 316 AK Parti milletvekili tarafından imzalanan Kanun Teklifi’nin 1. maddesi ile Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na .“Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihte; soruşturmaya veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden, Cumhuriyet Başsavcılıklarından veya Mahkemelerden Adalet Bakanlığı’na, Başbakanlığa, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na veya Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığı’na intikal etmiş yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekilleri hakkında, bu dosyalar bakımından, Anayasa’nın 83’üncü maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesi hükmü uygulanmaz.” Hükmü taşıyan geçici 20. Maddesi ile bu darbe rejimlerinin yaptığı TBMM tarafından ve en üzücü olanı da CHP’nin desteği ile gerçekleşmiştir.
Yasama dokunulmazlığının amacı, milletvekillerini keyfi ve asılsız ceza kovuşturmalarından ve tutuklanmalardan korumaktır. Diğer bir
İfadeyle yasama dokunulmazlığının amacı, milletvekillerinin, aynen bugün olduğu gibi, iktidar tarafından tahrik edilebilecek keyfi, zamansız ve esassız ceza kovuşturmalarıyla görevlerini yapamaz hale getirilmesini önlemektir.  
CHP’nin desteğiyle yasama dokunulmazlığının kaldırılması Milletvekilleri faşist darbe dönemleri gibi korumasız bırakılmışlardır.
Kürsü masuniyeti dışında, yasama dokunulmazlığı, elbette kaldırılmalıdır. Ancak AKP iktidarı döneminde yapılan Anayasa değişiklikleri ile Yargı bağımsızlığı artık kalmamış, yargı tek adama Tayyip Erdoğan’a bağlanmıştır.
Böyle bir ülkede bir defaya mahsus olsa da yasama dokunulmazlığını kaldırmak yanlıştır. Bu yapılarak milletvekilleri korumasız bırakılmışlardır.
Böylelikle hakkında fezleke düzenlenmiş olan CHP İstanbul Milletvekili Eren Erdem, henüz milletvekili sıfatı devam ederken tüm muhaliflere gözdağı vermek için komik “kaçma şüphesi” nedeniyle  tutuklandı.
Tutuklanma gerekçesine komik diyorum, çünkü Eren Erdem geçmiş dönemde defalarca yurt dışına çıkmış ama AKP iktidarının bir dönemdeki has dostu FETO’cular gibi kaçmayı hiç düşünmemiş.
Bu hukuksuzluklara maalesef Cumhuriyet Halk Partisi yöneticileri destek olmuşlardır.
Şimdi insanın aklına, Kemal Kılıçdaroğlu’nun İstanbul’dan Ankara’ya yapması gerekirken, Ankara’dan İstanbul’a doğru yaptığı hak, hukuk, adalet yürüyüşünün nedenin bir vicdan azabı mı olduğu düşüncesini getiriyor.
Bilindiği üzere Enis Berberoğlu da toptan kaldırılan dokunulmazlıkların kurbanı olarak tutuklu bulunmaktadır.
Bir siyasi parti için ve özelliklede devleti kuran Cumhuriyet Halk Partisi için en büyük yanlış, birileri ne der kompleksi içinde, hareket etmektir.
Cumhuriyet Halk Partisi kürsü masuniyeti dışında, her türlü korumaya karşıdır, ama bunu ön şartının tam bağımsız ve yansız yargı kurulmasıdır.
Cumhurbaşkanı önünde olmayan düğmesini iliklemeye çalışan yargı mensuplarının var olduğu  bir dönemde değil elbette.
Tam bağımsız ve yansız yargı kurulur elbette dokunulmazlık müessese olarak kaldırılır, kaldırılması da gerekir. Milletvekilinin kürsü masuniyeti dışında diğer vatandaşlardan elbette bir farkı yoktur, olmaması da gerekir.
Bugün milletvekilliği devam ederken tutuklanan milletvekillerini tek suçlusu, dokunulmazlıkların bir defaya mahsus olarak kaldırılması yönünde Anayasa’ya ilave edilen geçici 20. Maddeye destek veren CHP yönetimleridir.