29 Şubat 2016 Pazartesi

BU KAFAYLA MI?


Tayyip Erdoğan, Anayasa Mahkemesi’nin  Can Dündar, Erdem Gül kararıyla ilgili olarak bir müddet sustuktan sonra nihayet geçtiğimiz Pazar günü konuştu.
Konuştu ama ne konuşma.
Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararı, kabul etmiyorum, bu karara uymuyorum, saygıda duymuyorum, dedikten sonra, yerel mahkemenin bu karara direnebileceğini söylemiş.
Tam bir hezeyan hali.
Tayyip Erdoğan, Anayasaya, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye bağlı kalacağına dair yemin etti.
Tayyip Bey, Anayasa Mahkemesi kararını kabul etmiyormuş. Anayasa Mahkemesi’nin kararları her hangi bir kişinin kabulüne bağlı değildir.
Anayasamızın 153. Maddesine göre Anayasa Mahkemesi kararları “Yasama, Yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar”  demektedir.
Yani Tayyip bey bu kararı kabul etmiş, etmemiş, onun da hiçbir kıymeti harbiyesi olmaz, sadece aklı başında çevrelerde tebessümle karşılanmasına  neden olur.
Karara uymayacağını da söylemiş. Hayrola uygulama makamı mısın da? Uygulamayacağını söylüyorsun.
Bu savcılara, hakimlere yeni bir emir ise, bu oyun çok tehlikeli bir oyundur. Kimseye yararı olmaz, sadece ülkeye zararı olur.
Karara saygı da duymuyormuş.
O kararına saygı duymadığın Anayasa Mahkemesi, diğer tüm mahkemeler gibi “Türk Milleti”  adına karar verir.
Bir kararı beğenmeyebilirsin, senin veya danışmanlarının hukuk bilginiz yetiyorsa o kararı dilediğiniz gibi eleştirebilirsiniz ve bu ideal hukuka erişmek için yapılmalıdır da,  ama o karara “saygı duymuyorum” demek hakkına sahip değilsin.
Asıl komik tarafı, yerel mahkemenin Anayasa Mahkemesi’nin bu kararına karşı direnebilirmiş.
Direnmek demek, bir yerel mahkemenin, kendi kararını bozan bir üst Mahkeme kararına karşı, kendi kararının doğruluğu konusunda ısrarı etmesidir.
Böyle bir direnme olayından sonra da yargı merciine göre bu yerel mahkeme kararı Yargıtay hukuk ve ya ceza genel kuruluna ya da Danıştay dava daireleri kuruluna gider, bu mercilerin vereceği artık karar kesindir.
Ama Anayasa Mahkemesi kararlarına karşı  direnme hakkı diye bir şey söz konusu değildir.
Nasıl ve hangi sıfatla direnecek.
Tayyip Erdoğan bu açıklaması ile demokrasiye inanmadığını açıkça ortaya koymaktadır.
Tayyip Bey Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın eleştirilemeyeceğini söylüyor. Dünya da bir tane demokratik ülke yoktur ki, cumhurbaşkanı ve başbakanlar eleştirilemesin.
Can Dündar ve Erdem Gül ile ilgili Anayasa Mahkemesi kararı duyulduğu andaki AKP sözcülerinin bu karar hakkında  memnuniyet belirten sözleri ile, Tayyip beyin açıklamasından sonra yaptıkları kararı yeren açıklamaları demokrasi adına utanç vericidir.
Bu kafayla mı? Yeni demokratik bir anayasa yapacaksınız.
Mümkün değil.
Buradan çıkacak olan diktatörlüğün önünü açacak bir anayasa olur.
Şimdi anayasanın kimliğini ortaya koyan ilk üç maddesi ile devrim yasalarının niçin özel olarak korunduğunu anladık mı?
Bu korumayla şeklen hukuka uygun yollardan  diktatörlüğe geçiş önlenmek istenmiştir.
Öncelikle birisinin Tayyip bey’e egemenliğin kendisine değil, millete ait olduğunu anlatması lazım.


26 Şubat 2016 Cuma

DEVLET ADAMLIĞI

    
Siyasetle uğraşan herkes, hele bir de milletvekili, bakan olmuşsa ya da daha üst makamlara seçilmişse, kendisini devlet adam zanneder.
Zaman zaman toplumun hoşuna gidecek sözler söyleyip yalakaları tarafından pohpohlanırlarsa da, bunlara inanıp herkese devlet adamlığı dersi vermeye başlarlar.
Geçtiğimiz Salı, grup konuşmasında  Kılıçdaroğlu AKP’yi eleştirirken “…PKK mahkemeler kurdu, sesleri çıkmadı. Vergi daireleri kurdular, trafik kontrolü yaptılar, şehirleri cephaneliğe dönüştürdüler ses yok” dedikten  sonra da Ankara’daki 29 kişinin katilinin taziye çadırına giden HDP milletvekilinin davranışını “hainlik” olarak niteledi.
Bu açıklamaların altına imza atmamak mümkün değil. Değil de, peki bu olaylar 22 Şubat Salı günü mü ortaya çıktı?
Bunlar AKP’nin açılım politikası uyguluyoruz dediği, kolluğun elini kolunu bağladığı günden beri Türk halkının gözleri önünde yaşanmadı mı?
Peki o zaman  ağzını açtın mı?
Daha başlangıçta Oslo kepazeliği ortaya çıktığında, sadece  bilgi verilmemesinden şikayetçi oldun,  bir devlet adamının yapması gerektiği şekilde ve CHP’nin baştan beri tutumu olan, terörle müzakere edilmez, mücadele edilir, dedin mi?
 Demedin, demediğin gibi, bu doğru tavrı da terk ettin.
Doğrudur, 29 Kişinin katilinin onlarca insanın yaralanmasına neden olmuş bir teröristin taziye çadırına gitmek hakikaten ihanettir.
Yalnız bir şeyi söylerken önünü arkasını düşünmek gerekir.
Y-CHP’li milletvekilleri de terör örgütü mensuplarının cenazelerine gitmişlerdi. Hatta terör örgütünün avukatlığını yapan, düzmece belgelerle askerlerin, aydınların hatta milletvekillerinin yargılandığı Ergenekon davasında müdahil vekili olarak katılan TR-705 Kod numaralı Sezgin Tanrıkulu’nu partiye Genel Başkan yardımcısı yaptın.
Sevr’in ilk ayağı olan özerkliğin önünü açmak için bilerek ve ya bilmeyerek, yerel yönetimler özerklik şartına Türkiye’nin koyduğu çekinceleri kaldıracağını, Anayasa’daki vatandaşlık tanımını PKK’nın istediği gibi düzenleyeceğini, seçim bildirgende de ilan ettin.
Bölgede hendek kazanlar için, önce kim olduklarını bilmiyorum dedin, sonradan  “arkadaşlar” diye söz ettin.
Bölgede devlet dairelerinden Türk bayrakları indirildi, en ufak bir tepkin olmadı.
Diyarbakır’da, Nevruz kutlamalarında, terörist başının mektubu okundu, tek kelime ile tepki vermedin.
Tahmin ediyorum bu hataları, Ortadoğu haritasını değiştirmeyi planlayan Amerikalıların çok sevdiği Sezgin Tanrıkulu gibi adamların,”O bölge halkından böyle oy alırız” diyerek yanlışa sevk etmeleri nedeniyle yaptın.
 Kimse açısından bu bir savunma olamaz, hele  herkese devlet adamlığı dersi veren birisi için asla.
Devlet adamı, okur, anlatılanları dinler, tartışır, bütün bunları kendi akıl süzgecinden geçirdikten sonra, ufkun ötesini görerek konuşur.
Etrafındakileri tahrik edip “Baykal Tayyip’e can simidi oldu” falan dedirtme.
O coğrafyayı da hiç bilmediğini ve orada batının Irak’dan sonra Suriye’yi de mezhepler üstünden parçalamaya götürdüğünü, Suriye’nin bir üniter devlet olarak bırakılmayacağını göremediğin, anlayamadığın ortaya çıkıyor.
Baykal’ın anlatmaya çalıştığı 1986 yılında UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesine dahil edilen, 400 yılı aşkın süredir orada var olan Osmanlı kültürünü korumak, o bölgede oynan oyunun Türkiye için yarattığı tehlikenin sadece “sığınmacı” akınıyla, ya da Suriye’nin parçalanması ile sınırlı kalmayacağını, Halep’ten sonra hedefin  Hatay olduğuydu.
Bunu anlayamamak CHP ve Türkiye açısından üzücü.

22 Şubat 2016 Pazartesi

MECLİSE EMİR VERMEK


Cumartesi günü Ankara Valiliğinde bombalı saldırı ile ilgili brifing alan Başbakan Davutoğlu toplantı çıkışında, “…Övünçle teşekkür ederek söylüyorum parlamentomuzdan uzak olmayan bir yerde bu terör olduğunda TBMM’ye çalışma emri verdim. Eğer bir dakika bile ara verirseniz terör örgütü hedefine ulaşmış olursunuz…..” dedim demiştir.
Demokratik bir ülkede, ister Cumhurbaşkanı ister Başbakan yasama organına “emir verdim” derse o ülkede kıyamet kopar, muhalefet ayağa kalkar, o lafı geri aldırır.
Maalesef ne muhalefetten ne de demokrasiye duyarlı olması gereken, sivil toplum kuruluşlarından, meslek odalarından, hepsinden öte Türkiye Barolar Birliğinden bu yazıyı yazdığım ana kadar bu saygısızlığa bir tepki gelmedi.
Eğer Başbakan, “Bu terör olayı üstüne AKP grubuna meclisi açık tutun, çalışmalara ara vermeyin dedim” deseydi, bu anlayışla karşılanabilirdi.
Ama Başbakan “TBMM çalışma emri verdim” diyerek şuur altını dışa vurmuştur.
Hani o kimsenin ne menem şey olduğunu bilemediği “kuvvetler uyumu” bu olsa gerek.
Yürütmenin ister dar anlamda başı Başbakan ister geniş anlamda başı Cumhurbaşkanı Türkiye Büyük Millet Meclisine “emir veremez”
Anayasamızın 176. Maddesi “Anayasanın dayandığı temel görüş ve ilkeleri belirten başlangıç kısmı, Anayasa metnine dahildir” demektedir.
Anayasamızın başlangıç bölümünün dördüncü paragrafında ise “Kuvvetler ayırımının, Devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli Devlet  yetki ve görevlerinin  kullanılmasından ibaret  ve bununla sınırlı medeni bir işbölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda bulunduğu; “ belirtilmiştir.
Yani Başbakanın “TBMM çalışma emri verdim” demesi Anayasanın başlangıç bölümünde belirtilen bu hükmüne aykırı olduğu gibi, Türkiye Büyük Millet Meclisini aşağılamaktır.
Bu saygısızlığa, aşağılamaya ilk tepki vermesi gereken şahıs, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı olması gerekirdi, ama nerede onda o bilinç.
Anayasaya aykırı olarak, tümden “yeni bir anayasa” yapmak için bunlarla masaya oturan siyasi partiler, bu adamların Meclise saygısızlık etmelerinin önünü açtığınız gibi, bu saygısızlığa en ufak bir tepki dahi veremediniz.
Meclis Başkanı konuşmadığına, bu aşağılamayı içine sindirebildiğine göre, bir Milletvekilinin çıkıp, Davutoğlu’na haddini bildirmesi gerekirdi.

Demokrasiyi, dolayısıyla “kuvvetler ayrılığını” içine sindirememiş, bu insanlarla aynı masa etrafında tümden yeni bir anayasa” hazırlayarak , bu ülkeye “ileri demokrasiyi” getireceğinizi düşünüyorsanız vay bu ülkenin haline.
Bunların ileri demokrasi anlayışı adı konmamış bir padişahlık düzenidir. Güney Amerika ülkelerdeki “Başkancı sistem” bile değildir.
Meclise emir vermeyi düşünebilen siyasi kafa yapısının, kuvvetler uyumu garabeti içinde atacağı bir sonraki adım, idarenin tasarruflarının yargı denetimini ortadan kaldırmak, anayasa yargısının gereksizliğine karar verip dikensiz bir gül bahçesi yaratmaktır.
Kuvvetler uyumu ancak böyle sağlanabilir.
Mensubu oldukları Meclisin aşağılanmasını içlerine sindirebilenler buna da tepki vermezler.

  

19 Şubat 2016 Cuma

EYY TAYYİP BEY


On üç yıldır bu ülkeyi tek başına yönetiyorsun. Bu ülkenin hiçbir sorununu çözemediğin gibi ülke her gün bir adım daha ekonomik ve siyasi uçuruma doğru sürükleniyor.
Şişirme büyüme rakamları ile ülke ekonomisini uçurduğunu iddia ediyorsun, yakın çevren dışında ekonomik refaha eren olmadığı gibi, geniş halk kitleleri sayende açlıkla mücadele ediyor.
Eğitim desen çökmüş, alay konusu olacak hale gelmiş. Genç insanlara “Hun Devleti, Türk Vatandaşlarına vizeyi kaldırmış, ne diyorsunuz?” diye soran gazeteciye, “Ne güzel oraya tatile gideriz” diye cevap verilir düzeyde.
Aman sakın Arapça eğitimini ihmal etme, çağı yakalamanın tek yolu bu. Varsın senin çocukların İngilizce öğrensinler.
Ekonomi, eğitim çökmüş, toplumun güvenliği deseniz yerlerde sürünüyor. Başkentin göbeğinde güvenliğin en yoğun olması gereken noktasında teröristler bomba patlatıp 28 kişinin ölümüne 60 kişinin yaralanmasına neden oluyor, asayişten sorumlu bakanın saçmalıyor.
“Bakanın” diyorum, zira sen devletin valisine “Valim”, Bakanına “Bakanım” diyorsun da onun için.
Bu arada herkes de seni kandırıyor. Hadi ilk defasında seni kandıranı kınayalım, ama eğer bu kandırılma durumu devamlılık gösteriyorsa, o zaman bir aynaya bakmak lazım. Galiba sorun sende.
Dış politikada dünya liderliğine soyundun, şu anda dünya da espri konususun. Senin kişiliğin hiç önemli değil, ama maalesef bu ülkenin Cumhurbaşkanısın, espri konusu olman, ciddiye alınmaman, ülkesini seven herkesi, ülkesi adına üzüyor.
Eyy Amerika, Eyy Avrupa diyorsun, diyorsun da, sonunda bir halt olmuyor.
Elbette olmaz, sen bu ülke topraklarından, hem de 29 Ekim gibi çok anlamlı bir günde PYD’ye yardım etsin diye Peşmergenin geçmesine ABD istiyor diye, uluslararası hukuka aykırı bir şekilde izin verdin mi? Vermedin mi? Liderini Ankara’da kırmızı halılarla karşıladın mı? Karşılamadın mı?
Bundan sonra PYD terör örgütü desende kimse seni ciddiye almaz, bu ne perhiz, ne lahana turşusu derler.
Bütün kurumların içini boşalttın, çalışamaz hale getirdin, sayende ülke hudutları yol geçen hanına döndüğü için, canlı bombalar, teröristler ülkede cirit atıyor, devşirdiğin kifayetsiz muhteris MİT başkanın da sade vatandaş gibi olayları seyrediyor.
Hem teröristlere, şehirlere cephane ve silah doldurdunuz bunların hepsini biliyoruz diyor, ama bilmesine rağmen insanların ölmesini engelleyecek tedbirleri alamıyor, yani aciz.
Sen de şimdi  başkanlık sistemi gelsin ki, bu kaos bitsin diyorsun.
Bugüne kadar hangi yetkiyi kullanamadın da, başkan olursan ne değişecek. Değişecek tek şey var, sayıları azalmış da olsa, dik durabilen yargıçlar var, onların da sesini keseceksin herhalde.
Tabii sen bilemezsin ama, şu yanında gezdirdiğin danışmanlarından biri açıklasın, “Kuvvetler uyumu” ne menem bir şeydir bizde öğrenelim.
Ama onların ne söyleyeceğini beklemeye lüzum yok, sen adı konmamış padişahlık istiyorsun.
Ama her şeye rağmen o kadar şanslısın ki, tanrı bütün iktidarlara bizdeki gibi muhalefet nasip etsin.
Ciddi, vurduğu yerden ses getiren, demokrasiye aşık Türk evlatlarının, demokratik haklarını kullanmasının önünü açan, bir muhalefet olsa, sen bu yaptıklarının hiç birini yapabilir miydin?
Elbette yapamazdın.     




15 Şubat 2016 Pazartesi

DIŞ POLİTİKA MANZARALARI


Son günlerde yaşanan dış politika gelişmelerine bakarsanız bir kısmı utanç verici olmakla beraber, tamamı Türkiye Cumhuriyeti’nin, AKP hükümeti sayesinde içine düştüğü çaresizliği, aczi göstermektedir.
Merkel Ankara’ya geldi. Sığınmacılar konusunda on maddelik bir mutabakat Davutoğlu tarafından açıklandı. Bu maddelerden birisi de Türkiye’ye AB’nin vereceği 3 milyar Euro konusu idi.
Bu protokolle göre 3 Milyar Euro bize defaten, Türkiye istediği gibi harcasın diye  ödenmeyecek, ya ne yapılacak, projeler yapılıp Brüksel’e iletilecek, bu projeler Brüksel tarafından uygun görülürse, dilim dilim ödenecek.
Davutoğlu’nun bu açıklaması orta da dururken, Tayyip Erdoğan, mutad muhtarlar toplantısında aslanlar gibi gürledi: “Nerede 3 milyar Avro? Şimdi söyledikleri ne biliyor musunuz? Plan, proje getirilsin, plan proje üzerinden bunları verelim. Yahu neyin plan projesi”
Bu konuşmadan sonra “Biz bu parayı istemiyoruz” demesi beklenir, değil mi?
Ama öyle olmadı, gene aynı muhtarlar toplantısında, AB, hükümetin istediği, yani protokole bağlanan 3 milyar Avroyu vermemesi halinde ne yapacağını da söyledi: “Edirne’den insanları otobüslere bindirdik, tekrar geri çevirdik. Ama bir olur iki olur, ondan sonra da kusura bakmayın, biz de kapıları açarız, haydi hayırlı yolculuklar dileriz” dedi.
Merkel ile varılan mutabakatın özü, sığınmacıların Avrupa’ya geçişlerinin Türkiye tarafından önlenmesi idi. Sanki hiç böyle bir şey yokmuş gibi, şantaj yaptı.
Dış politika da şantaj yapılmaz, atılacak bir adım, alınacak bir önlem varsa  gereğini yaparsın.Bu gücün yoksa da konuşmazsın.
Şantaj yapmak, kabile mantığıyla yönetilen devletlerin işidir, Türkiye Cumhuriyeti’nin değil.
Diğer bir konu, Dünya basını, Halep’in önümüzdeki günlerde Esad güçlerini eline geçeceğini, bu durumun Türkiye’nin Suriye politikasına nihai bir darbe olacağını yazıyorlar.
Tayyip Erdoğan ve ekibi iflas eden Suriye politikasından ötürü uğrayacakları büyük prestij kaybından kurtulmak için hangi çılgınlığı yapabiliriz arayışı içindeler.
Dış işleri Bakanı Çavuşoğlu, önce, Suudi’lerle kara harekatı yapabileceğimizi açıkladı, ABD olmaz deyip, Rusya ve İran’dan da göz dağı gelince, bütün söylediklerini yuttu, çark edip “Uluslararası koalisyonla kara harekatına katılırız” dedi.
Hangi konumda olursa olsun, Türk Askerinin Suriye’ye girmesi bir felaket olacağı gibi, uluslararası hukuku da aykırı olur.
Baktılar ki kara harekâtı mümkün değil, uzaktan PYD/YPG mevzileri vurulmaya başlandı. ABD buna bile tahammül edemedi, “ısrarla ateşin kesilmesini” istedi, bir de üstüne Türkiye ile alay edercesine, daha doğrusu haklı olarak PYD’yi terörist ilan Tayyip Erdoğan’ı kale almadığını göstermek istercesine, Türkiye ile YPG’nin ortak düşman İŞİD’e karşı beraberce savaşmalarını istedi.
Ege’deki insan kaçakçılığını  önlemek için bir Alman amiral’in komutasında Ege’ye bir NATO gözlem gücü göndermesi daha da incitici.
Hadi Tayyip Bey “Eeeeeey NATO, Ege de ne işin var, biz kendi işimizi kendimiz yaparız” diye bir bağırsan da, içimiz serinlese. Zaten onlar bildiklerini okurlar, ama sen gene de bir bağır.
Şaka bir tarafa dış politikamız içler acısı bir durumda.   

     

12 Şubat 2016 Cuma

BRAVO AMERİKA


Türkiye, dünyanın en azılı Türk ve Cumhuriyet düşmanı Suudiler ve onların kuyruğu olan Katar ile “Ortak düşmana” yani İran’a karşı askeri işbirliği yapıyor.
Türkiye’de bir iki cılız istisna dışında kimsenin pek sesi çıkmadı.
Bu işbirliğini kim istiyor?
Elbette ki ABD istiyor.
Bağımsızlık ve egemenlik, müttefiklere karşı da korunmalıdır. Bunun anlamı özellikle büyük güç sahibi olan müttefiklerin, ülke yönetiminde ağırlık sahibi olacak, politika oluşturacak bir duruma getirilmemeleridir.
1639 Kasr-ı Şirin antlaşmasından bu yana İran’la aramızda çatışma yaşanmamıştır.
Sırf müttefikimiz ABD istiyor diye, dört yüz yılı aşkın bir süredir, barış içinde yaşadığımız bir ülkeye hasmane bir tutum takınmaya hiç lüzum yoktu.
TBMM ve hükümeti kendi emrinde gören Recep Tayyip Erdoğan, Dünya’ya da Türkiye de tek karar alıcı olduğunu ilan edercesine “Irak’da yaptığım hatayı, Suriye’de yapmam” diyor, yani gerekirse Suriye’ye askeri müdahalede bulunur, İran ve Rusya ile çatışmayı göze alırım demeye getiriyor.
Suriye’den, Türkiye’ye yönelik  askeri bir saldırı gelmeden ya da BM kararı olmadan   Suriye’ye askeri bir müdahalede bulunulamaz.
Suriye’deki Rus ve İran askeri varlığı, Türkiye’nin Ortadoğu politikasında ulusal çıkarlarını ihmal edip, ABD’nin kuyruğuna takılarak yürüttüğü yanlış dış politikanın sonucudur.
2014 Ekim’inde sırf ABD istiyor diye, uluslar arası hukuka aykırı bir şekilde, aramızda ilan edilmiş bir harp veya BM kararı yokken, Suriye’nin toprak bütünlüğüne kast ederek,  Ayn El Arab’ı İŞİD’den alması için, PYD/YPG’ye destek amacıyla, Peşmerge’nin ülkemiz üzerinden Suriye topraklarına geçmesine izin veren Tayyip Erdoğan ve AKP hükümeti değil miydi?
Tayyip Bey’in şimdi PYD’yi terörist ilan etmesini de kimse ciddiye almayacaktır.Bunu bir iç politika çıkışı diye yorumlayacaklardır.
Bugün yaşadığımız, AB ile milli onurumuzu rencide edecek şekilde yürütülen Suriyeli sığınmacılar konusundaki pazarlıklar da, Tayyip Erdoğan’ın ABD’nin kuyruğuna takılarak yürüttüğü yanlış dış politikanın sonucudur.
Bütün bunlar olup biterken muhalefetin sesi çıkıyor mu?
PKK ağzıyla konuşmaktan başka hiçbir şey yapmıyorlar.
Nasıl yapsınlar, uluslar arası hukuka aykırı olarak Ayn El Arab’a, onu da Kürtlere hoş görünmek için Kobani olarak söyleyip, oraya asker gönderelim diyen bir muhalefet, bütün bu dış politikada yaşanan olumsuzluklara nasıl tepki verecek ki, ya ABD ve AB kızar da, Türkiye için muhalefeti kendisine ortak seçmezse, bunca yaranma çabaları boşa mı gitsin?
Muhalefet olarak, ABD ve AB’yi kızdırmamak için bütün bu yaşananlara sessiz kalındı, bari Genel Başkan Yardımcısına yapılan çirkin, insanlık dışı saldırıya, bu ülkeye laikliği getirmiş bir parti olarak tepki verilseydi.
Mümkün mü öyle bir tepki vermeleri.
Tepkisizliğin nedeni kendileridir. Milletvekilleri yetenekleriyle ve başarıları ile değil, dini ve etnik aidiyetleriyle topluma sunulduğu için, bu yapılan çirkinliğe de mecburen sessiz kaldılar.
Türkiye’nin bugün yaşadığı olumsuzlukların temel nedeni, iktidarı ile muhalefetiyle, hiçbir derinliği ve ufkun ötesini görme yeteneği olmayan siyasi aktörlerin eline kalmasıdır.
Bravo Amerika, bir dönem sadece iktidarı dizayn ettin, yetmediğini gördün,  hatandan dönerek şimdi muhalefeti de dizayn edip dikensiz gül bahçesi yarattın.









8 Şubat 2016 Pazartesi

REHİN DURUMUNDAYIZ


Son 7 ayda 270 civarında asker ve polis şehit edildi. Melih Aşık’ın söylemiyle, bu şehitlerden Cizre’de apartman bodrumunda mahsur kalanlar kadar söz edilmedi. Ülkedeki aydın ihaneti ancak bu kadar güzel  özetlenebilirdi.
Bu rakamlar son yedi ay içinde 270 eve ateş düştüğünü ortaya koyuyor. Kim bu işin sorumlusu?
Bu işin tek sorumlusu var o da terörle müzakere edilmeyeceğini, yalnızca mücadele edilmesi gerektiğini göz ardı ederek, sırf kendi siyasi çıkarları uğruna, terör örgütüyle müzakere eden AKP iktidarıdır.
Eli kanlı katiller devlet tarafından muhatap alınmış yani meşrulaştırılmıştır.
Meşrulaştırdığın eli kanlı katiller ve onların siyasal uzantıları, şimdi dönüp sana “taraflar silah bıraksın” demek küstahlığını gösterebiliyorlar.
Onlar silah kullanma yetkisinin sadece devletin tekelinde olduğunu bilmiyorlar mı?
Elbette biliyorlar, ama sen silahlı katillerle ve hem de üçüncü bir devletin gözetiminde müzakere masasına oturursan, onlar da kendini seninle eşit göreceğinden, hiç utanmadan, sıkılmadan “taraflar silah bıraksın” demek küstahlığını gösterirler.
Eli kanlı silahlı katillerle masaya oturup açılım süreci başlattık diyenler, kendi beyanlarıyla şehirlere terör örgütü tarafından silah depolanırken sessiz kalanlar, kolluğun elini kolunu bağlayanların ellerinde bu şehitlerin kanları vardır.
Fransa’da 2015 sonlarında yaşanan ve Paris’i kana bulayan bombalı saldırının hemen sonrasında Başkan François Hollande, Fransa’nın tepkisinin acımasız olacağını tüm dünyaya ilan etmişti.
8 Mayıs 2008 tarihinde George W. Bush İsrail Parlamentosunda yaptığı konuşmada teröristlerle, şiddet yanlılarıyla müzakere etmenin çok yanlış olacağını söylemişti.
Şimdi bu Fransa, ABD ve benzerleri Türkiye’ye, PKK ve aracılarıyla konuşup, onları dinledikten sonra, terör örgütünü  tatmin ederek silahlarını bırakmalarını beklememizi telkin ediyorlar, nasıl bir çifte Standard içinde olduklarını ortaya koymaktadırlar.
Sadece suçlu onlar mı?
Elbette hayır. Terör örgütüyle masaya oturulup, onlar meşrulaştırılırken, oy kaygısıyla, susarak ve şimdi de terör örgütü ağzıyla konuşan, böyle yaparsa o bölgeden oy alacağını zanneden  muhalefette en az AKP iktidarı kadar suçludur.
AKP iktidarının, zamanında gerekli tedbirleri almadığı, almakta geciktiği,  silahlı terör örgütüyle masaya oturduğu  için en sert şekilde eleştirmesi gereken muhalefet bunları hiç dile getirmediği gibi  tam aksine PKK ağzıyla konuşmayı da “demokratlık” ,”ilericilik” zannetmekte ve hatta PKK ile görüşebileceklerini söylemektedirler.
ABD Başkan Yardımcısı Türkiye’ye geliyor, partilerin milletvekillerini bir müstemleke valisi edasıyla ayağına çağırıyor, onlara demokrasi ve özgürlük nasihatleri veriyor. Birinin de aklına “ben ülkemin sorunlarını senle tartışmam efendi” demek gelmiyor.
Atatürk’ün önderliğinde kurulan Cumhuriyetin temel taşları arasında “bağımsızlık” yok mu?
O halde olan bitene, dış politikada ABD’nin kuyruğuna takılarak, Türkiye’nin güvenliği için büyük risk oluşturan Türk dış politikası karşısında sessiz kalanların tamamının AKP’den ne farkı var.
İşin özeti Türkiye kuyruğuna takıldığımız dış güçler tarafından rehin alınmış durumda. Bu cendere kırılmadığı takdirde, Türkiye’yi çok daha sıkıntılı günler bekliyor.




5 Şubat 2016 Cuma

KILIÇDAROĞLU’NU İZLERKEN


Kılıçdaroğlu geçtiğimiz Çarşamba akşamı CNN Türk’te Ahmet Hakan’ın sunduğu “Tarafsız Bölge Programına” konuk oldu.
Kendisini izlerken hayretler içinde kaldım.
Bir olay bu kadar çarpıtılabilinir.
Sanki Atatürk posterinin bir CHP Milletvekili tarafından indirilmesi olayı birkaç gün evvel yaşanmışta, kendisi bu olaya en hızlı şekilde el koyup soruşturma başlatmış gibi anlattı.
Olayın gazeteci Talat Atilla tarafından ilk defa gündeme getirildiği tarih 14 Aralık 2015,   Kılıçdaroğlu ne zaman bir muhakkik heyeti kurdurdu? 26.Ocak 2016 yani olayın duyulmasından tam kırk bir gün sonra, yani olay acaba unutulur mu diye tam 40 gün bekledi ve parti tabanından gelen tepkiye dayanamayarak ondan sonra harekete geçti. Ama milyonların gözünün içine baka baka sanki olaya anında müdahale etmiş gibi bir tavır sergiledi.
Kimse de çıkıp kendisine bu olay olalı kırk beş gün oldu, siz daha bir hafta önce harekete geçtiniz, niye partiyi bir ay boyunca kamuoyunda tartıştırdınız diye sormadı.
Aslında gecenin en can alıcı sorusu  “Aylin Nazlıaka size Atatürk’ün fotoğrafını kimin indirdiğini söyledi mi?” idi. Kılıçdaroğlu bu soruyu geçiştirince gazeteciler de üstüne gitmedi, gitmedi ama seyreden herkes de, bu ismi kendisinin bildiğini anladı.
O ismi açıklayamaz zira; o kişiyi paraşütle partiye getiren kendisi.
Eğer parti tabanından ve toplumdan böyle bir tepki gelmeseydi, bu olayın  üstüne hiç gitmeyecekti.
Kılıçdaroğlu, tabanın ve toplumun tepkisinden sonra, bir anda büyük bir Atatürkçü kesildi.
Çarşamba akşamı programı izleyen dikkatli izleyicilerin gözünden, şu nokta da kaçmamıştır.
Kılıçdaroğlu, TBMM Başkanı’nın çağrısı üzerine Perşembe günü ilk toplantısını yapan “Anayasa Uzlaşma Komisyonun” adının “Türkiye’yi Darbe Hukukundan Arındırma Komisyonu” olması gerektiğini ve bu yönde talepte bulunacaklarını söyledi.
CHP’nin seçim bildirgesinin 43. Sayfasında açıkça “eşit vatandaşlık temelinde yeni bir anayasa yapacağız” vaadinde bulunduklarını, Anayasamızın ilk dört maddesi ile de ilgili olarak ikircikli söylemlerde bulundukların unutmuş görünüyordu.
Darbe hukukuna örnek olarak da “Yargı bağımsızlığını” gösterdi. El insaf o madde kendisinin Genel Başkanlığı döneminde 2010 Anayasa değişiklinde gerçekleştirildi.
Bu “U” dönüşünün sebebi de aynen resim olayında olduğu gibi, AKP ile Anayasa masasına oturmaya parti tabanından gelen tepkidir.
Siyaset adamı tutarlı olmayınca, inandırıcı da olamadığını Kılıçdaroğlu henüz anlayamadı.
TBMM başkanı “Anayasa Uzlaşma Komisyonu” toplantısını açarken yaptığı konuşmada, “İthal olmayan, milli” bir anayasa yapılması gerektiğini vurguladı.
Aslında benzer cümleyi Tayyip Erdoğan da geçtiğimiz günlerde sarf etmişti.
1924 den başlayarak, bu ülkede yürürlükte kalmış hiçbir anayasa kopya değildir, hepsi millidir.
Burada açıkça söyleyemedikleri, “ithal” lafının arkasına gizledikleri devletin değiştirilemez nitelikleri arasına olan “laikliktir”.
Laiklik, sekülerizm bunlar batı kaynaklı kavramlardır.
Bu konuda, bu yazıyı yazdığım ana kadar CHP içinden bir tepki gelmedi. İnşallah yanılıyorumdur.
Ama beni yanıltmayacaklarından eminim. Zira laiklik tehlikede değildir demişti, Kılıçdaroğlu.
    


1 Şubat 2016 Pazartesi

CHP ESKİ MİLLETVEKİLLERİNİN BİLDİRİSİ….


Atatürk posterini bir Milletvekilinin meclisteki odasının duvarından indirmesi,  bu kadar basit bir krizi bile yönetemeyen Kılıçdaroğlu sayesinde ülkenin yaşadığı onca felaketin önüne geçti.
Bir kısım megaloman, ruh hallerine uygun bir şekilde “Ne olmuş benim evimde ve çalışma odamda Atatürk resmi yok, ne var bunda dedi.
Bir başka grup bu olayı, daha doğrusu Atatürk’ü itibarsızlaştırıp, Cumhuriyetten rövanş almak için, CHP içindeki bu tartışmayı “tatava” olarak nitelendirdi.
Atatürk resmi bunlar  için bir anlam ifade etmeyebilir, ama gerçek CHP’liler ve Cumhuriyetle sorunu olmayan tüm yurttaşlarımız için onun bir anlamı vardır.
Bu olayın faili ortaya çıkartılıncaya kadar biz bu işin peşini bırakmayacağız. İndirilen resim ne Şeyh Sait’in resmidir, ne de seyit Rıza’nın, devletin kurucusunun resmidir.
Kılıçdaroğlu, bu basit olayı çözme yeteneğine sahip olsaydı, bugünlerde Tayyip Erdoğan’ın yanlış dış politikası nedeniyle Ortadoğu’da nasıl emperyalist oyunun bir parçası haline geldiğimiz tartışıyor olacaktık.
Güneydoğu’da açılım kepazeliği sırasında şehirlere yapılan silah yığınağını ve bunun neden olduğu şehitleri tartışıyor olacaktık.
Kılıçdaroğlu sayesinde AKP’nin istediği oluyor ve gündemden bu konular çıkıyor. 
CHP  Milletvekili olarak parlamentoda  görev yapmış bazı milletvekilleri “İndirilen Atatürk Resmi “ ile ilgili olarak bir bildiri yayınladılar.
“ Mustafa Kemal Atatürk Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve CHP nin kurucu başkanıdır.
CHP, Milli Mücadeleyi yürüten   anti-emperyalist  Kuvayı Milliye  örgütü,Anadolu ve  Rumeli  Müdafai  Hukuk  Cemiyetinin devamıdır. Türkiye Cumhuriyet’inin kuruluşundan sonra,  bağımsız,laik ve çağdaş bir toplum yaratılması için verilen savaşta,aydınlanma devrimlerinin uygulanmasında CHP öncü görevler üstlenmiştir. Bu  büyük toplumsal dönüşüm süreci  CHP nin en onurlu dönemidir.
Bir milletvekili Meclisteki odasından Atatürk’ün resmini indiriyorsa,o kişi CHP li olamaz.O kişi aslında aydınlanma devrimlerine karşı çıkıyor demektir ki,CHP de yeri yoktur.
Bir süredir, bir CHP milletvekilinin odasındaki Atatürk resmini indirdiği hakkında haberler gazetelerde yer almaktadır. CHP Genel Başkanı için bu olayı açıklığa kavuşturmak on dakikalık bir iştir.  Ne yazık ki, bu konu  adeta bilinçli olarak uzatılmakta, zamana yayılıp unutturulmak istenmektedir. Şimdi de, konuyu incelemek üzere bir komisyon kurulduğu haberi basında yer almıştır.
Halk arasında “bir konuyu örtmek istersen komisyona havale et” diye bilinen bir söylem vardır.
Biz eski CHP milletvekilleri olarak bu konuyu  unutturmayacağız. Bu konuyu titizlikle izleyeceğiz.
Sayın Genel Başkan, konu artık sizin sorumluluğunuz altına girmiştir.En kısa sürede bu konunun açıklığa kavuşturulacağına inanıyoruz ve açıklığa kavuşturulmasını istiyoruz .Bu konuda tarihi sorumluluk altına olduğunuzu içtenlikle    belirtmek isteriz.”
Mustafa Kemal Palaoğlu (TBMM Eski Başkan Vekili)Orhan Birgit (CHP Mlv.Turizm Bakanı),  Alev Coşkun (CHP İzmir Mlv.Turizm Bakanı),Metin Tüzün (İstanbul Mv.CHP Grup Başkan Vekili),Kemal Anadol (İzmir Mv.CHP Grup Başkan Vekili),Onur Öymen (CHP Genel Bşk.Yrd.),Algan Hacaloğlu (CHP Genel Sek.Yrd.) Necla Arat (CHP İstanbul Mv.),Nur Serter (CHP İstanbul Mv.)Dr.Canan Arıtman (CHP İzmir Mv.),Sami Kumbasar (CHP Rize Mv.),Dogan Öztunç (CHP İstanbul Mv),Vahit Çalın (CHP İstanbul Mv.),Ali  Haydar Erdoğan (CHP İstanbul Mv.),Engin Ünsal (CHP İstanbul Mv.),Şahin Mengü (CHP Manisa Mv.)Neccar Türkcan (CHP İzmir Mv.),Zeki Eroğlu (CHP İstanbul Mv.),Mehmet Boztaş (CHP Aydın Mv.),Ufuk Özkan (CHP Manisa Mv.)., Yıldıray Sapan (Antalya Mv)