28 Şubat 2020 Cuma

İÇİMİZ YANIYOR




6 Şubat Per 23:29 (11 saat önce)
https://mail.google.com/mail/u/0/images/cleardot.gif
https://mail.google.com/mail/u/0/images/cleardot.gif
Suriye politikasında "kardeşim Esad"ın bir gecede "katil Esed"e dönmesiyle başlayan çelişkiler, tutarsızlıklar, anlamsız efelenmeler Türkiye'ye her gecen gün daha ağır zararlar vererek devam ediyor.
Suriye politikası  dün gece İdlib'de Rusya destekli Suriye ordusunun saldırısıyla onlarca şehit verilmesi üzerine iflas etti. Rusya destekli Suriye ordusunun İdlib'e yönelik harekatlarını son dönemde artırması üzerine bölgedeki gözlem noktalarımızın güvenliğinin tehlikeye girdiği ve bu konuda iktidarın tedbir alması gerektiği haftalardır söyleniyordu. İktidar kulak asmadı, önüne gelene düzeysiz cümlelerle saldırdı  ve sonunda bedeli maalesef onlarca  şehit ile ödendi. 
Saldırılar üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçtiğimiz günlerde, bunun Türkiye açısından Suriye ile yeni bir miladın başlangıcı olduğunu söyleyerek, "rejim şubat ayı sonunda  gözlem noktalarının gerisine çekilmez ise, Türkiye bunu bizzat yapmak zorunda kalacaktır" demişti. Bu sözlere, dün gece  Rusya destekli Suriye tarafından ağır bir cevap verildi.
Hem Adana mutabakatına dayanacaksın ve hem de ÖSO’ya destek olacaksın çelişkinin bu kadarına pes denir. Tabii “monşerler” diye aşağıladığın gerçek diplomatları Atatürkçü subayları değil de, kendi devşirme, kıymetleri kendinden menkul yalakalarını dinlersen sonuç bu olur.
Artık yapılması gereken, tüm partilerin bir araya gelerek, bu coğrafya da geleneksel Türk dış politikasına dönülerek, mezhepçi dış politikadan vaz geçilerek “Arapların içişlerine karışmama, Araplar arasında ihtilaflarda taraf olmama”  ilkesi hayata geçirilmelidir.
Adana mutabakatına gelince bütünü itibariyle Suriye'nin PKK'ya destek vermemesi üzerine kurulu olan ve bu çerçevede Suriye'nin yükümlülüklerini tanımlayan Adana Mutabakatı Türkiye'ye bir müdahale yetkisi tanımıyor. Kaldı ki, Mutabakat'ın işletilebilmesi için Suriye'nin meşru yönetimi ile temas içinde olunması gerekiyor böyle bir temas olmadığı gibi  bugüne kadar yürütülen saçma sapan Suriye politikası nedeniyle, meşru Suriye yönetiminin Rusya’nın desteği ile  bize bedel ödeteceğini peşinen kabul etmek gerekir.
Hani o Rus uçağını düşürmüştük ya, o zaman bu işleri bilenler, Rusya’nın bunun rövanşını ağır ağır alacağını söylemişlerdi, işte yaşadığımız o.
Saymakla bitmeyecek tutarsızlık ve çelişkilerin, sınır ötesi askeri operasyonlarda verilen onlarca şehit  yanında, Türkiye'ye şimdiye kadar çıkardığı faturalar çok ağır oldu. Korkarız ki, Suriye politikası gerçekçi çizgiye çekilmediği takdirde, daha ağır faturalar da ödemeye devam edeceğiz.
Bununla da kalınmadı. Yanlış Suriye politikamız sayesinde Rusya, yüzyıllardır erişemediği "sıcak denizlere inme" hayalini gerçekleştirdi ve kuzeyimizden sonra güneyimizde de "komşumuz" oldu.
Bugün için bunları tartışmanın artık bir anlamı da kalmadı içimiz , anlamsız bir yeni Osmancılık hayali nedeniyle toprağa düşen kınalı kuzularımız, Memedlerimiz için  yanıyor.









25 Şubat 2020 Salı

CUMHURİYET HALK PARTİSİ’NİN YAPMASI GEREKEN



Türkiye'nin Suriye politikası bağlamında görünen bir felakete doğru sürüklendiği çok sıkıntılı durumdan çıkması için, Cumhuriyet Halk Partisi''nin, somut, cesur, yaratıcı fikirler ortaya atması ve bunları vakit geçirmeksizin uygulanması gerekir. Bunun için, demokratik meşruiyet içinde kalarak, savaşa karşı geniş halk kitlelerini bilinçlendirecek eylemli ve zorlayıcı bir siyaset tarzı benimsemelidir. Halkın dikkatinin başka alanlara dağılmasını da önlemelidir. 
Onun için de gündem değiştirmeye yönelik FETO tartışmalarını artık bırakıp, ülkenin en acil sorunu olan Suriye politikasına yönelinmelidir.
Maalesef eylem yok tabii o zaman ümitte  yok! Kolay olanı yapıp laf üretmeye devam.
Kılıçdaroğlu, beş şehit daha verilerek, son dönemdeki şehit sayısının 13'e ulaşması sonrası 11  Şubat günü grup konuşmasında, hayret verici şekilde, uzun uzun Suriye'de bulunan mavi berelilerin akçalı ve özlük sorunları üzerinde durdu. Bunlar da elbette önemli ve çözülmeleri gerekir; ancak, acil konu özlük haklarının düzeltilmesi değil, o çocukların güvenliklerinin ve mümkün olan en kısa zamanda burunları dahi kanamadan ülkemize dönmelerinin sağlanmasıdır.
Kemal Kılıçdaroğlu bu konuda "saray rejimine" daha evvel yaptıkları beş maddelik çağrıya uyulmasını istemekle yetindi.
O beş madde içinde, Türkiye'nin çıkarlarının gerekli kılmıyor olması bir yana, uluslararası meşruiyeti çok kuşkulu olan TSK'nin İdlib'deki unsurlarının bir an evvel ülkemize dönmesi için gerekli koşulların oluşturulması güçlü şekilde ve cesaretle doğrudan talep edilmiyor. Aksine, son bir buçuk yılki beyhude çabalar görmezden gelinerek, "terörist unsurlar ile muhalif grupların silah bırakmasına yönelik çabaların artırılması" istenerek, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin  orada kalmayı sürdürmesine yeşil ışık yakılıyor. CHP'nin önerisinde Suriye devletine, aynen AKP iktidarı sözcülerinin aşağılamak kastıyla söyledikleri gibi, dikkatsizce, "rejim" olarak atıf yapılıyor. Gerçekçilikten uzak başka talep ve öneriler de cabası...
Cumhuriyet Halk Partisi  yöneticileri ısrarla, "Türkiye, Suriye'deki rejim değişikliği hevesinden vazgeçmelidir" açıklaması yapıyorlar. Farkında değiller, Esad'ın gitmesi ve rejimin değiştirilmesi artık hiçbir ülkenin gündeminde yok. 
Bütün dış güçler Suriye olaylarından istediklerini almış durumda. 
ABD'nin hedefleri arasında Suriye'yi parçalamak, bu suretle İsrail'in güvenlik kaygılarını gidermek ve Suriye'nin bir bölgesinde bir PKK/PYD devletçiği oluşturmak vardı. Bunların hepsi sağlandı. Suriye'ye biraz gecikmeyle müdahale etmiş olsa da, Rusya'nın hedefi, Esad'ı iktidarda tutmak ve Suriye'deki (Akdeniz'deki) askeri ve siyasi ağırlığını artırmaktı. Türkiye’nin yanlış politikası sayesinde hedeflerine ulaştı. İran için hedef Esad'ın devrilmesini önlemekti. Hedefi gerçekleştirdi. 
Hedefi tutturamayan bir tek Türkiye var. Uğradığı çok ağır zararlar da cabası Esad'ı devirip Şam'da bir Müslüman kardeşler yönetimi oluşturmak amacıyla yola çıkan AKP iktidarının macerası, ağır bir fiyasko ile sonuçlandı. Şimdilik "kazanç" hanesine yazılabilecek hiçbir şey yok!
AKP iktidarı süratle bu mezhep eksenli dış politikayı bırakmalı ülkeyi felakete sürüklememelidir. Ancak AKP’den bunu isterken Cumhuriyet Halk Partisi''nin de, somut, cesur, yaratıcı fikirler ortaya atması ve bunları vakit geçirmeksizin uygulaması gerekir. Yazımızın başında da belirttiğimiz gibi , demokratik meşruiyet içinde kalarak, savaşa karşı geniş halk kitlelerini bilinçlendirecek eylemli ve zorlayıcı bir siyaset tarzı benimsemelidir. Halkın dikkatinin  başka yönlere çekilmesi önlenmeli, bu nedenle de AKP iktidarının gündem değiştirme oyunu olan FETO tartışmalarına girilmemelidir.



21 Şubat 2020 Cuma

DEGİŞEN BİRŞEY YOK



Kütüphanemi düzenlerken, bir kitabın,  62 yıl öce rahmetli Turhan Selçuk’un Akis Dergisinde yayınlanan aşağıdaki karikatürünü alıntıladığına rast geldim.
 Karikatüre bakınca aklıma “Az gittik Uz gittik, arpa boyu yol gittik” deyişi geldi. Ama son günlerde yaşananlara bakınca bir arpa boyu yol bile gitmediğimiz anlaşılıyor.
O gün olduğu gibi bugün de muhalefeti susturma çabaları var. Yargıçlara talimatlar veriliyor. Gazeteciler aydınlar tutuklanıyor. 62 yıl önceden hiç farkımız yok.  
Ana muhalefet Partisi Genel başkanı FETO’cu olmak ile itham ediliyor. Oradan Cumhuriyet Halk Partisine saldırılmak isteniyor. Aynen Menderes’in tahkikat komisyonuyla yaptığı  gibi.  Kemal Kılıçdaroğlu bir şehit cenazesi için gittiği Çubukta linç tehlikesi atlatıyor, aynı tehlikeyi İsmet İnönü’de Uşakta atlatmıştı.
Devletin bütün kurum ve kurullarına sızmış olan FETO diğer partilere de sızmış olabilir. Herhalde bu sızma iktidar partisinde yüzde doksansa, muhalefette yüzde bir bile değildir.
Elbette   Atatürkçülerin o yüzde bire bile tahammülü yoktur ama olmuş da olabilir.
Turhan Selçuk’un bu karikatürü, sayfalarca yazıyla anlatılabilecek bir durumu, tarihten ders alınsaydı, tarih tekerrür etmezdi sözünü çizgilerle fazlasıyla ve çok güzel anlatmış.
Aslında AKP iktidarı, mağduru oynamaya çalışıyor. Anayasanın 34. Maddesine göre, silahsız ve saldırısız düzenlenmiş Gezi olaylarını, bir kalkışma olarak halka sunmak  yanlış, yanlış olduğu kadarda tehlikelidir.
Nitekim AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan Gezi olayları için  “FETÖ’nün darbe girişimi gibi  bir saldırıdır” demiş. Ama Gezi’nin devam ettiği süreçte, FETÖ’nün Türkçe olimpiyatlarına da katılıp, “Bir tarafta taş var, Molotof var, diğer tarafta Türkçe var, türkü var”  dediğine göre, Gezi olaylarının  bir FETÖ kalkışması olmadığını kendisi de ikrar etmiş olmuyor mu? Ki Gezide ne taş vardı ve ne de Molotof kokteyli” aynen Anayasada tarif edildiği gibi silahsız ve saldırısız bir gösteriydi.
Gerçekleri çarpıtarak muhalefeti, aydınları susturma, sindirme çabaları bütün otoriter yönetimlerin uyguladığı bir yöntemdir. Ama hiçbiri bunda sonuna kadar başarılı olamamıştır. Halk bir gün uyanır.
Geldiğimiz nokta AKP’nin, muhalefet partilerini susturmak için “Tahkikat Komisyonu” benzeri bir uygulamaya gitmeye niyetlendiğini gösteren belirtiler ortaya koymaktadır.
İnşallah sağduyu egemen olur da  o noktaya gelinmez.
Sağlıklı bir demokrasi de iktidarı demokratik yollardan kaybeden Cumhurbaşkanlarının, başbakanların korkacakları, çekinecekleri bir şey yoksa şerefleriyle yaşamaya devam ederler. Dünyada ve ülkemizde bunun örnekleri çoktur.    





  
                  

18 Şubat 2020 Salı

BU YANLIŞI MENDERES DE YAPMIŞTI



Partili Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Cumhuriyet Halk Partisi’nin İş Bankası’ndaki hisselerine göz dikmiş durumda.
Ama bu yanlış ilk defa yapılmıyor.Demokrat Parti İktidarında, devrin başbakanı Adnan Menderes; 1951 yılı Ağustos ayında bir kanun tasarısını TBMM'ye sevk ettirdi. Bu tasarıda halk evlerinin CHP'ye bağlı olduğu iddia ediliyor; devlet mallarının halk evlerine dolayısıyla da CHP'ye geçtiği öne sürülüyor ve CHP'nin mal  varlığının Hazine'ye devri öngörülüyordu.  Devletin eskiden halk evlerine yaptığı yardımlar bahane gösterilerek bu yasa DP çoğunluğunun oylarıyla Meclis'ten geçirildi. CHP'nin mallarına el konuldu.
Bugün aynı şeyi yine özel bir maksatla AKP İktidarı yapıyor. Erdoğan yönetimindeki AKP, Cumhuriyetin kuruluşlarını özelleştirme adı altında ortadan kaldırdıktan sonra artık satacak da  bir şey kalmayınca gözünü İş bankasına ve onun iştiraklerine dikti.
 Ama gözden kaçırdıkları önemli bir nokta var. İş Bankasını bir Halk Bankası haline getirmek mümkün değildir. Zira İş Bankası’nın %40.12’si Banka çalışanlarına ait olan munzam sandık vakfına aittir. Yüzde 30 civarındaki hissesi de halka arz edilmiş ve % 28.09’ Atatürk’ün Cumhuriyet Halk Partisine vasiyet ettiği hisseleridir.  Ülkemizde ve dünya da bu büyüklükte çalışanların ortak olduğu bir başka kuruluş da yoktur.
Yüce Atatürk, 5.9.1938 tarihli vasiyetnamesiyle,  İş Bankasındaki hisselerini Cumhuriyet Halk Partisine vasiyet etmiştir. Ancak paraların ve hisse senetlerinin nemalandırılması işini de kurucusu ve % 28.09’ hissedarı olduğu T. İş Bankasına vermiştir. Yani İş Bankası burada vasiyeti tenfiz memurudur.
Cumhuriyet Halk Partisi sadece İş Bankası tarafından nemalandırılan nakit ve hisse senetlerinden elde edilen gelirin vasiyete uygun şekilde Türk Dil ve Tarih Kurumlarına eşit olarak dağıtılmasına nezaret etmektedir. Yani Cumhuriyet Halk Partisi
İş Bankası’ndan bir kuruş bile gelir elde etmemektedir.
Partili Cumhurbaşkanı’nın İş Bankası hisselerine iştahını kabartan, hem Cumhuriyet Halk Partisine ve hem de onun kurucusu ulu önder Atatürk’e duyduğu olumsuz duyguların yanında, İş Bankası iştirakleridir. Ama yüzde 28.09 lik  hisseyle de bunu yapmak mümkün değildir. Buradan elde edebileceği en büyük çıkar  yönetim kuruluna  dört tane İmam Hatip mezunu atamak olur.
Sırf bu duygularla bir yasa çıkartmak kanun yapma tekniğine uygun değildir.
Bir kamu hukuku tasarrufu olan kanunların partizanca ve özel maksatlarla değil, kamu yararı amacı ile çıkartılması gerekir.
Daha henüz kanunun gerekçesini görmedik, ama bir insanın ölüme bağlı tasarrufu olan vasiyetnamesini çiğnemek maksadıyla bir yasa hazırlanmasında bir kamu yararı yoktur.Anayasanın teminatı altındaki mülkiyet ve miras hakkı çiğnenmeye  başlanırsa bunun nerede duracağı bilinmez.
Bu kanun hazırlığı, AKP iktidar mensuplarının bilgisizliklerini, iflasa sürüklenen ekonomiye can suyu olacak para pompalama arzusunu ve asıl tehlikelisi kadrosunda bilgi sahibi adamlar olmadığını bize gösteriyor.
Tabii artık tek söylenecek söz var, o da  Allah sonumuzu hayretsin, demekten başka bir şey değil.
İş Bankası’ndaki Cumhuriyet Halk Partisi hisselerini Hazineye devretmek 11 Ekim 1963 tarih ve Esas 963/124 Esas,  1963/243 Karar sayılı  Anayasa Mahkemesi kararına göre “Atatürk’ün vasiyetini iptal etmek” demektir ve bu da, mülkiyet haklarına, miras hukukuna ve anayasaya aykırıdır.
Belirttiğimiz gibi evvelce de rahmetli Menderes bu hatayı yapmıştı. AKP de ve Sarayda, Türkiye’nin yakın siyasi tarihi hakkında bilgi sahibi ve yanlış istemler karşısında direnebilen insanlar olsa, böyle bir yanlış yaptırmazlardı.
    











  





14 Şubat 2020 Cuma

BU HANIMA DUR DİYECEK KİMSE YOK MU?


Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul İl Kongresinde kullanılan görselde, Ermenice, Arapça, Arnavutça, Çerkezce, Kürtçe ve Zazaca dilleri kullanılmış.  
Cumhuriyet Halk Partisi’nin İstanbul İl kongresine parti üyesi olan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olanlar katılacaktır ve de böyle olmuştur.
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları Türkçe bilirler. İl kongresinde kullanılan görselde bu dillerin kullanılması çok hayret vericidir.
Bilindiği üzere Lozan’da, emperyalistlerin en çok direttiği husus bu coğrafya da yaşayan farklı etnik kökenlerden azınlıklar yaratma çabasıdır. Türk heyeti buna şiddetle karşı çıkmış ve bunu engellemiştir.
          İstanbul İl başkanı hanımefendi iyice kontrolden çıktı. Savruldukça savruluyor.
Bu tip görsel ancak "çok dilli/çok uluslu" ülkelerde kullanılabilir. Örneğin Almanya'da milyonlarca Polonya asıllı Alman vatandaşı yaşar. Parti kongrelerinde Polakça kullanıldığı görülmemiştir. Çünkü Alman milleti tektir ve dili de Almancadır. Türk milleti de tektir ve dili de Türkçedir. Genel Merkezin böyle bir şeye izin vermiş olabileceğine inanmıyorum, bu hanımefendi  ne yapmaya çalışıyor? Kimlere hizmet ediyor?
O görseli de doğru dürüst yapmayı da becerememiş. Arapça, malum, sağdan sola yazılır. Bunlar Arapça "adalet" yazarken harfleri soldan sağa dizmişler, ortaya garip bir yazım çıkmış!
Tek adayla çok demokratik (!) bir şekilde gerçekleştirilen  İl kongresinde İstanbul il yönetimine bir de türbanlı kadın girmiş. Türban, malum, Türkiye'de halen kullanıldığı şekli ile, Mısır/Lübnan icadı olan ve siyasal İslam’ın amaçlarına ulaşmanın aracı olarak istismar ettiği bir baş örtme tarzıdır. Anadolu kadınlarının yerele özgü geleneksel, çeşitli, renkli, doğal baş örtme tarzı ile ilgisi yoktur. 
CHP, İstanbul il yönetimine başını siyasal İslam’ın simgesi haline gelmiş Arap tarzı örten bir kadın yerine, Anadolu muzun bize özgü güzel baş örtüsünü ve şeklini kullanan bir kadını alsa idi topluma güzel bir mesaj vermiş olurdu.
Bu davranışla muhafazakâr seçmen kitlesinden oy alınacağı zannediliyorsa bu büyük bir yanılgıdır. O kesimden oy gelmesinden öteye böyle yaparak siyasal İslamcıların ve din istismarcılarının tuzağına bir kere daha düşmüş oluyor. Çok yazık.
Cumhuriyet Halk Partisinin siyasal İslamcılara, din bezirganlarına  sempatik görünmek gibi bir çabası da yoktur, olamazda.
Cumhuriyet Halk Partisi dün olduğu gibi bugün de laiklik ilkesi gereği dindarlara saygılıdır.
Ama bu hanımın bu davranışı ilk vukuatı değil, bundan öncede “Tarihte bugün, Ermeni soykırımı başladı. Katledilen Ermeni vatandaşlarımızı anıyoruz. 19.15’de  Taksimde”  diye tweet atmıştı.
Bütün Cumhuriyet Halk Partilileri bağlayan parti programının 132. Sayfasında “CHP, sözde Ermeni Soykırımı iddiası ile ülkemizin haksız önyargılarla suçlanmalarına karşı bugüne kadar partimiz öncülüğünde sürdürülen kararlı duruşa devam edecektir” yazmakta iken Kaftancıoğlu’nun bu açıklaması parti suçu oluşturmamakta mıdır?
Bu hanımefendi “Mustafa Kemalin askerleriyiz “ gibi bir slagonu  doğru bulmuyorum. Militan bir dil olmasından öte, birey olmanın önüne geçen bir ifade.” demiştir. 
Bu söylem tümüyle yanlış bilerek ve isteyerek saptırılmış bir söylemdir.
Buradaki “askeriyiz” cümlesi sözlük anlamında değil, “takipçisiyiz, izinden gidiyoruz” anlamındadır.
Oysa “Sözde Ermeni soykırımı” iddiaları, Atatürk’ü unutturma çabaları, emperyalistlerin ve dış güçlerin içerideki maşalarının söylemleridir.
    







  

11 Şubat 2020 Salı

SURİYE POLİTİKASININ AĞIR FATURALARI


6 Şubat Per 23:29 (11 saat önce)
https://mail.google.com/mail/u/0/images/cleardot.gif
https://mail.google.com/mail/u/0/images/cleardot.gif
Suriye politikasında "kardeşim Esad"ın bir gecede "katil Esed"e dönmesiyle başlayan çelişkiler, tutarsızlıklar Türkiye'ye her gecen gün daha ağır zararlar vererek devam ediyor.
Suriye politikası son defa İdlib'de Suriye ordusunun saldırısıyla sekiz şehit verilmesi üzerine yeniden güncel hale geldi. Rusya destekli Suriye ordusunun İdlib'e yönelik harekatlarını son dönemde artırması üzerine bölgedeki gözlem noktalarımızın güvenliğinin tehlikeye girdiği ve bu konuda iktidarın tedbir alması gerektiği haftalardır söyleniyordu. İktidar kulak asmadı ve bedeli maalesef sekiz şehit ile ödendi. 
Saldırı üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan, bunun Türkiye açısından Suriye ile yeni bir miladın başlangıcı olduğunu söyleyerek, "rejim şubat ayı içinde gözlem noktalarının gerisine çekilmez ise, Türkiye bunu bizzat yapmak zorunda kalacaktır" dedi. Bu sözler, Suriye ile bir savaşın eşiğine gelindiğinin işareti idi.
Ne var ki, bu ifadelerinden iki gün sonra Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, Bakü'de yaptığı açıklamada sertlik dozunu bir hayli düşürerek, "rejimin saldırılarının herkesi rahatsız ettiğini" söylemekle yetindi. Suriye'den kendi topraklarından çekilmesinin istenmesindeki gariplik muhtemelen Rusya tarafından iktidara güzelce anlatılmış olmalıydı.
Cumhurbaşkanı'nın konuşmasında yanlışlar da vardı. Rusya'yı Şam rejiminin davet ettiğini, ABD'nin ve koalisyon ortaklarının Suriye'nin herhangi bir daveti olmadan Suriye'de bulunduğunu, Türkiye'nin ise "kapı gibi" dediği Adana Mutabakatı uyarınca Suriye'de olduğunu ifade etti. 
Sayın Cumhurbaşkanı'nın kendisine konuşma metni yazanları uyarmasında yarar olabilir. Doğru, ABD'ni davet eden olmadı; ancak, BM Güvenlik Konseyi kararları "yeteneği olan" bütün ülkeleri Suriye'de İŞİD ile savaşmaya çağırdı. ABD ve diğerleri o kapsamda Suriye'de. 
Adana mutabakatına gelince... Bütünü itibariyle Suriye'nin PKK'ya destek vermemesi üzerine kurulu olan ve bu çerçevede Suriye'nin yükümlülüklerini tanımlayan Adana Muhtırası Türkiye'ye bir müdahale yetkisi tanımıyor. Kaldı ki, Mutabakat'ın işletilebilmesi için Suriye'nin meşru yönetimi ile temas içinde olmak gerekir. AKP iktidarı bundan hale ısrarla kaçınıyor.
Saymakla bitmeyecek tutarsızlık ve çelişkilerin, sınır ötesi askeri operasyonlarda verilen onlarca şehit  yanında, Türkiye'ye şimdiye kadar çıkardığı faturalar çok ağır oldu. Korkarız ki, Suriye politikası gerçekçi çizgiye çekilmediği takdirde, daha ağır faturalar da gelecek.
Esad'a karşı savaşır ümidiyle Türkiye'de kırmızı halılarla karşılanıp ağırlanan PYD lideri, buna yanaşmayınca, aniden "terörist" ilan edildi. Kobani'nin İŞİD'in elinden alınıp PYD/YPG'ye teslim edilmesi için Banrazi peşmergeleri ülkemiz üzerinden Suriye'ye taşınmasına izin verildi. Aynı bölgenin bu defa PYD/YPG'den arındırılması için yıllar sonra "Barış Pınarı" harekatı yapıldı. Ancak, PYD/YPG yok edilmesine ABD izin vermedi ve Türkiye'nin güvenlik kabusunu oluşturan güneyimizde bir PKK devletçiği AKP politikaları sayesinde gerçek oldu.
Suriye'nin bir uçağımızı düşürüp iki pilotumuzu şehit etmesi sonrası, doğru yapılarak, Suriye sınırımız için angajman kuralları ilan edildi. Amaç, Suriye uçaklarının sınırımızı yaklaşmasını caydırmaktı. Ne var ki, Eylül 2015'de Rusya'nın fiilen Suriye lehine sahaya inmesiyle birlikte, Suriye hava sahasında artık Rus uçakları da uçar olmuştu. Yapılması gereken, angajman kurallarının hemen bu yeni duruma göre ayarlanmasıydı. Yapılmadı. Yapılmayınca, Kasım 2015'de hava sahamızı 17 saniye ihlal eden Rus savaş uçağı düşürüldü. Bunun için kimin talimat verdiğinin "şerefi" Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu arasında paylaşılamadı. Çok geçmeden, Rusya'nın "cezalandırıcı" siyasi ve ekonomik önlemleri devreye girince, Cumhuriyet tarihinde ilk defa, Cumhurbaşkanı, bir yabancı devlet başkanından yazılı olarak resmen özür diledi. Bu gelişmeler, Türkiye'yi çeşitli stratejik alanlarda Rusya'ya mahkum etti. 
Bununla da kalınmadı. Yanlış Suriye politikası sayesinde Rusya, yüzyıllardır erişemediği "sıcak denizlere inme" hayalini gerçekleştirdi ve kuzeyimizden sonra güneyimizde de "komşumuz" oldu. Bu gelişmenin bizim bakımımızdan genellikle sıkıntılı olan 500 yıllık Rusya ilişkilerimiz bakımından ne getirip ne götüreceğini zaman gösterecek. 
AKP'nin Suriye politikası ve Rusya ile "mecburen" geliştirilen münasebetler ABD olan ilişkilerimizi de berbat etti. ABD'nin ve başkan Trump'ın Türkiye'ye ve doğrudan Cumhurbaşkanı'na tehditlerine maruz kalındı.
Milyonlarca Suriye sığınmacının Türkiye'ye gelmesi engellenmedi. Bu durum, Türkiye'nin sosyal, siyasal, ekonomik ve demografik yapısını tehdit eder boyutlara ulaştı. 
Türkiye, bütün dünya tarafından, sınırlarını elek haline getirerek bütün dünyadan dinci katillerin Suriye'ye girmesini kolaylaştırmakla ve onlara silah ve mühimmat sağlamakla itham edildi. Bu konuda uluslararası mahkemelere taşınabilecek suçlara ilişkin dosyalar hazırlandığı haberleri yabancı basında yayınlandı. Bu vahim tablonun ortaya çıkmasının önde gelen sorumlularından olan Ahmet Davutoğlu, Temmuz 2019'da yaptığı bir söyleşide sınırların yol geçen hanı haline getirilmiş olmasının sorumluluğunu kabinedeki bazı bakanlara attı. Davutoğlu, Türkiye'ye her yıl 50 milyon turist geldiğini, İstanbul hava limanına gelen insanların Suriye'ye gitmek üzere Gaziantep veya Hatay'a mı, yoksa, turizm amacıyla Antalya'ya mı İzmir'e gideceklerini bilemeyeceklerini söyledi. İnsanların aklıyla alay etti.
Başta CHP, muhalefet partileri Türkiye bakımından vahim sonuçları olan Suriye politikasını engelleyici bir tutum alamadılar.
Tutarsızlık ve çelişkiler özellikle CHP'ni de esir aldı. Genel başkan Libya'ya NATO'nun müdahalesini meşru gören bir açıklama yaptı. Yardımcısı, Kasım 2011'de "Esad'ın gitmesi hedefine CHP de katılmaktadır" açıklaması yaparak bir yandan Suriye'in içişlerine müdahale etti, diğer yandan daha Suriye olaylarının başlangıcında AKP'nin elini rahatlattı. Genel Başkan PYD/YPG için "vatanını kurtarmak için örgütlenmiş oluşum" değerlendirmesi yaptı. Yakın zamanda başka bir yardımcısı, "siyasi" dediği PYD ile Türkiye'nin görüşmesi gerektiğini ima etti. 
CHP yöneticileri son dönemlerde, doğru olarak, Türkiye'nin Şam yönetimi ile temas etmesi gerektiğini hep söylediler. Ancak, söylemekle kaldılar. İdlib'de geçen hafta şehitler verilmesi üzerine iktidara bazı öneriler yaptılar. Suriye ordusunun saldırısı ortada iken, o öneriler arasına bu kez Suriye rejimi ile temas edilmesi gerektiğini koyamadılar. İktidarı Suriye ile temasa teşvik edecek cesur adımları zamanında atmayınca, kaçınılmaz olarak gelişmelerin gerisinde kalıyorlar. Sorgulamaları gereken askeri operasyonları, Suriye topraklarında Türk ordusunun neden bulunduğunu yeterince güçlü olarak sorgulayamıyorlar.

4 Şubat 2020 Salı


CHP BUNU YAPAMAZ.
Son günlerdeki gelişmeler Türkiye üzerine oynan oyunların daha tehlikeli bir  boyut aldığını, yeni bir anayasa ile parlamenter sisteme dönme arzusu ile gündeme taşınarak dikkatler bu noktaya yoğunlaştırlırken basit bir oyunla,  anayasadan “Türk”, “Türk Milleti”, “Türkiye Cumhuriyeti”, “Türk vatandaşı” kavramlarının çıkartılması öneriliyor.
Konuyu, gündeme getiren maalesef Türkiye  Cumhuriyeti’ni  kuran, Atatürk’ün Partisi Cumhuriyet Halk Partisidir.
Cumhuriyet Halk partisinin Milliyetçiliği çoğulculuk anlayışına dayanır.Tüm etnik ve kültürel kimliklere saygılıdır. Ama bunu yaparken de, Türkiye Cumhuriyetinin kurucu antlaşması olan Lozan antlaşması ile azınlık olarak nitelenmiş dini ve kültürel azınlıklardan başka yeni azınlıklar yaratılmasına karşıdır.
Cumhuriyet Halk Partisi Genel başkanının önsüzü ve partinin antetli kağıdı ile diğer partilere gönderileceği söylenen bu çalışma Cumhuriyet Halk Partisinin önerisi olarak kabul edilir.
Bu çalışmada ileri sürülen görüşler, bu konuda Cumhuriyet Halk Partisinin en yetkili organı olan Kurultay’dan da geçirilmemiştir. Bu nedenle Cumhuriyet Halk Partisi Genel başkanının önsözü ve partinin antetli kağıdı ile diğer partilere gönderilmesi yanlıştır.
Zira bu anlayış, Lozan antlaşmasında bulunmayan ve Lozan da Türk heyeti tarafından şiddetle karşı çıkılan yeni azınlıklar yaratma çabasıdır.
Bu çaba bilinmelidir ki orta vadede 3. Balkanizasyon felaketinin Türkiye üzerinde oynanmasına yol açacaktır.
Eskilerin tabiriyle “Böl parçala hükmet”  mantığının günümüzdeki söylemi olan Balkanizasyon Yunanistan’ın bağımsızlığına kavuşması ve 1. 2. Balkan ve 1. Dünya savaşında Osmanlı İmparatorluğuna uygulandı, 2. Balkanizasyon ise Yugoslavya’da uygulandı, 600 yıllık Osmanlı İmparatorluğu ve Yugoslavya dağıldılar. Bunun sebebi bir millet yaratamamış olmalarıydı.
Bir millet yaratamayan  her devlet dağılmaya, yıkılmaya mahkumdur.İşte son örnek Sovyetler Birliği’dir.  Nitekim, ne Osmanlı İmparatorluğu ve ne de Yugoslavya bir millet olamadıkları, yaratamadıkları için  dağıldılar.
Onun için Türkiye gibi çok krıtik bir toprak parçası üzerinde kurulu bulunan Türkiye Cumhuriyeti  devletini  kuran ve Türk ulusunu yaratan Atatürk’ün izlerini silmek batılı emperyalistlerin en büyük çabasıdır.
Nitekim, Alman asıllı Ortadoğu uzmanı Kurt Ziemke  Yapılması gereken Atatürk’ün hem din hem de Kürt düşmanı olduğu fikrini yaymaktır”  Amerikalı siyaset bilimci olan Samuel Huntington “Türkiye Atatürk’ün mirasını reddetmelidir.”  Eski CİA ajanı olan ve bugünkü yapının kapısını aralayan 12 Eylül Faşist darbesi hakkında “Bizim çocuklar yaptı” diyen  Paul Henze “Atatürkçülük öldü nurcular ileri.”  Rand Corparatıon düşünce kuruluşunun daimi danışmanı ve CİA ajanı Graham Fuller de “Kemalizme son verin Osmanlıyla övünün”  demişlerdir.
Bütün bu beyanlar Türkiye üstüne oynanan oyunu ortaya koyuyor. Türkiye’nin her yöresinde yaşayan Kürt, Arap, Boşnak, Laz, Çerkes, Abaza, Arnavut, Roman gibi farklı etnik kimliklerinden yaratılmış  Türk Milleti’ni bölüp parçalamaktır istenen.
Bilerek ya da bilmeyerek böyle bir şeye alet olanlar, bu ülkenin bölünmez bütünlüğüne hançer saplarlar. 
Bunu herkes yapabilir ama Cumhuriyet Halk Partisi’nin yapacağını düşünmek bile abesle iştigaldir. Cumhuriyet Halk Partisi bunu yapamaz. Parti yönetimi bilerek ya da bilmeyerek böyle bir yanlışa düşse bile partiye ve onun kurucusuna ve ilkelerine gönülden bağlı, ulusalcı damarı oluşturan  partililer, ki bunlar Cumhuriyet Halk Partililerin yüzde doksan dokuzunu oluştururlar, buna izin vermezler.