28 Ağustos 2013 Çarşamba

SURİYE BATAKLIĞI


Türkiye, Suriye’de harp çığırtkanlığı yaparken, bu ülkede gelişen olayların, Suriye’nin iç dinamiklerinin talebiyle değil, bazı güçlerin  kendi ulusal çıkarlarını korumak istedikleri için yaşandığını görmesi gerekir.
Başta ABD olmak üzere bölgede, doğrudan ya da dolaylı  çıkarları olan ülkeler, bölge devletlerine karşı, kendi ulusal menfaatleri neyi gerektiriyorsa onu yapmaktan hiç çekinmemektedirler.
Türkiye’nin ulusal yararı Suriye’nin toprak bütünlüğünün bozulmamasıdır.
Irak’ın toprak bütünlüğü “Kırmızı çizgilerimize” rağmen parça parça edilerek, ABD ve İsrail’in istediği  “Kürdistan Özerk Yönetimi” kuruldu.
Aynı şekilde şimdi de Suriye federasyona dönüştürülüp, en uzun kara sınırımız olan Suriye’nin Kuzeyinde, bu kez de PYD’nin egemen olduğu, Kuzey Suriye Kürt Özerk bölgesi” kurulmak istenmektedir.
Türk hükümeti de bilinçli ve Türkiye’nin ulusal çıkarlar aykırı bir şekilde bu bölünmeye destek vererek, bir anlamda Öcalan’a söz verdiğini düşündüğüm,  yeni bir Kürt Özerk Bölgesi’nin kurulmasını teşvik etmektedir.
Suriye’de kimyasal silahı kimin kullandığına dair henüz kesin bir bilgi yokken, batı kamuoylarında planlanan saldırıyı haklı göstermek için yoğun bir dezenformasyon yapılıyor.
İnsanoğlu balık hafızalı olduğu için Irak’ın  da aynı yalanların söylenmesinin ardından vurulduğunu  ve bugünkü parçalanmış Irak devletinin ortaya çıktığını hatırlamamaktadır.
Ancak sonradan Irak’ta kimyasal silah bulunamadığı dünyaya fazla da gürültü çıkartmadan açıklanıvermişti.
Şimdi Suriye’de aynı oyun oynanıyor.
Rusya ve Çin’in müdahaleye karşıt tutumları nedeniyle BM Güvenlik Konsey’inden bir askeri müdahale kararı çıkartmak mümkün görülmüyor.
Bu durum karşısında, uluslararası hukuki meşruiyeti olmayan, bir “Gönüllüler Koalisyonundan” bahis ediliyor. Türkiye’de buna çok hevesli olduğunu ortaya koyuyor ve bunu yaparken de, Davutoğlu vasıtasıyla Suriye’deki olaylarla hiçbir benzerliği olmayan Bosna ve Kosova  örneklerini veriyor.
Balkanlar ve Orta Doğu, çok farklı coğrafyalardır.
Serebrenica müdahalesi hiçbir bölgesel desteği olmayan, askeri güç olarak da zayıf Sırbistan’a, soy kırım uyguladığı gerekçesiyle yapıldı.
Orta Doğu birçok bölgesel ve bölge dışı ülkenin çıkarlarının çatıştığı çok karmaşık bir yapı olduğu gibi, Suriye’nin bölge ve bölge dışında güçlü devlet ve devlet dışı destekçileri de vardır. Bu nedenle Serebrenica müdahalesi Suriye ile benzeşmez.
Orta Doğu’da  önemli bir siyasi aktör olan Rusya ve bölge ülkelerinden İran ve Irak Merkezi yönetimi Esad’ın güçlü destekçileridir.
Esad rejiminin devamı, devlet dışı bir güç olan Lübnan Hizbullah’ı için bir var olma mücadelesidir.
Rusya’nın Akdeniz’deki yegâne üssü Suriye’dedir. Yani Suriye, Rusya’nın Arap dünyasındaki en önemli stratejik ortağıdır.
Suriye’ye yönelik bir askeri harekâtın bölgede çok önemli uluslararası yansımaları olacaktır.
Türkiye  Suriye bataklığından özenle uzak durmalıdır.
Nitekim ABD Genel Kurmay Başkanı Martin Dampsey, daha geçtiğimiz günlerde bir Kongre üyesine gönderdiği mektupta, bir ABD saldırısının Suriye’deki askeri dengeyi değiştirebileceğini, ancak bu operasyon sonrası güçlenecek muhalefetin ABD çıkarlarını kollamasının kuşkulu olduğunu söylemiştir.
Görüldüğü gibi, ABD’nin oradaki pozisyonu “ABD Çıkarlarını” kollamaktır. Yoksa Baas rejimini yıkıp oraya demokrasi getirmek değildir.
Nitekim, ABD’den yapılan son açıklamada da Suriye’de bir rejim değişikliği hedeflenmediği vurgulanmıştır.
Demek ki sorun rejim değil ABD’nin çıkarlarıymış
Türkiye’nin gözden kaçırmaması gereken nokta, Suriye’de , Ortodoks Hıristiyanlar, Nasturiler, Süryaniler, Türkmenler, Araplar, Kürtler beraberce, elbette bir otoriter bir rejimde, baskı altında ama  bir arada yaşıyorlar.
Bir dış müdahale Irak’ta olduğu gibi Suriye’nin de  kaosa ve çok daha uzun sürecek bir iç savaşa sürüklenmesi ve parçalara bölünmesine neden olur.
Bu parçalara bölünme Büyük Kürdistan projesinin ikinci ayağı olan Suriye Özerk Kürt bölgesinin oluşmasını sağlayacağından, İsrail’in de işine gelir.
Bu durum aynen Irak’ta olduğu gibi  Türkiye’nin aleyhine olur, bölgeyi ateş topu haline getireceği gibi Türkiye’nin toprak bütünlüğünü de tehlikeye sokar.
Onun için Türkiye savaş çığırtkanlığı yapmak yerine, bu müdahaleyi, BM Güvenlik Konseyi karar dahi alsa  durdurmaya çalışmalıdır.Türkiye’nin uzun vadeli yararı bu yöndedir. Suriye bataklığına girmemelidir.
Ama ülke içinde başarısızlığa uğrayan  siyasal iktidarlar, içeride demokrasiyi askıya alabilmek için  dış maceralar ararlar.
Türkiye’nin içinde bulunduğu durum budur.







 


25 Ağustos 2013 Pazar

DIŞ POLİTİKADA YALNIZLIK


Türkiye’nin dış politikası 1923 den AKP iktidara gelinceye kadar, bulunduğu jeopolitiğin sınırlamalarının farkında olarak, buna uygun, ılımlı ve gerçekçidir.
Küçük Asya macerasından sonra bile “Megali İdea”yı Anadolu topraklarına gömdüğünü düşünen Türkiye, Yunanistan’la ilişkilerini dostluk temeline oturtmaya çalışmıştır.
O kadar ki, Atatürk  Yunanistan Başbakanı Venizelos tarafından Nobel Barış ödülüne aday gösterilmiştir.
Boğazlar rejimi ve Hatay sorunlarının çözümlerinde de maceracı bir yola hiç başvurulmamıştır.
“Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesini kendine prensip edinen Türkiye, uluslararası barış ve güvenlik çabalarının hemen hemen tümüne katılmıştır.
Yani kendisini yalnızlığa itecek tüm davranışlardan özenle sakınmıştır.
Sıfır sorun slagonuyla başlayan AKP iktidarının dış politika serüveni sonunda ülkeyi tüm komşularla ihtilaflı hale getirmiştir.
Yaşadığımız olaylara bir göz gezdirirsek, “Düveli muazzama” nın önünde,utanç verici bir biçimde,  onların dikte ettirdiği, Ermenistan Protokolü’ne rağmen Ermenistan sorunu çözülememiş bir durumda.
İran ile  yüz yıllardır devam eden sorunsuz komşuluk ilişkileri, Türkiye’nin bölgede mezhepçi bir anlayışla Müslüman Kardeşler Örgütü’ne verdiği destek nedeniyle iyice gerginleşmiş durumda.
Irak ile ilişkiler, buradaki iç çatışmalarda dinci mezhepçi anlayışla taraf tutulması nedeniyle son derece gergin ve sorunlu.
Suriye’deki iç savaşta, hükümet karşıtı güçlere maddi manevi destek  verilerek, rejimi devirme çabası nedeniyle,  zorlukla kurulmuş olan dostluk ilişkisi tamamıyla bozulmuş durumda
Yunanistan’la aramızda var olan Kıbrıs ve  Kıta sahanlığı sorunları uyutulmaya bırakılmış durumda.
12 Mayıs 2013 tarihinde yapılan Bulgaristan seçimlerinde, Türk kökenli Bulgar vatandaşlarının Partisi olan “Hak ve Özgürlükler Partisi”  karşısında, AKP iktidarı Bulgaristan’da  kurdurduğu “Hürriyet ve Şeref Halk Partisi” ni alenen, kamu görevlilerini  kullanarak desteklemiştir.
Bu bölünme Bulgaristan’da yaşayan Türk soydaşlarımızın elini zayıflatacağından Bulgar Hükümeti şimdilik buna sessiz kalmıştır.    
Çevremizde iyi ilişki içinde olduğumuz tek devlet kalmamıştır.
Mısırdaki iç çatışmalarda, olayı algılayamayan, Mursi’nin kendi dikta rejimini kurmak istemesi nedeniyle, halkın buna karşı isyan etmesinde, Mursi’den yana   taraf tutan Türkiye, Orta Doğu’nun en önemli siyasal aktörlerinden biriyle de ilişkilerini bozduğu gibi,özgürlük ve demokrasi mücadelesi yapan, Mısır halkının da düşmanlığını kazanmıştır.
Suudi Arabistan ve Katarla da Mısır  konusunda ters düşülmüştür.
Hamas’ın kontrolündeki Gazze’ye uygulanan ambargoyu delmeye çalışan ve bu nedenle de İsrail ile olan ilişkileri bozan da AKP hükümetidir.
Yani hükümet, kendi uyguladığı, derinliği olmayan, sığ ve tehlikeli dış politika tercihleriyle Türkiye’yi yalnızlığa mahkûm etmiştir.
Bu uygulanan, gerçekçi olmayan dış politika tercihleri Türkiye’yi sadece yalnızlığa itmemiş, aynı zamanda İsrail ve Amerika’nın da “şamar oğlanı” haline getirmiştir.
Son İsrail ve ABD açıklamaları bir ülke açısından tam bit utanç vesilesidir.
Başbakan’a hakaret edilmesi, Başbakan’ın şahsından ziyade, Türkiye’nin uluslararsı itibarına indirilmiş yeni ve ağır bir darbedir.
İşin ilginç bir diğer  yanı da,  Hükümet, Suriye’nin “Kimyasal silah” kullanıldığı yolundaki  ciddi bir kanıta dayanmayan iddialarını,  uluslararası alanda ve uluslararası camiadan önce   ortaya atmasına, Ana muhalefet partisi de  bayram ve yurt dışı tatillerinden dönememiş olmaları nedeniyle bir tepki vermemiştir.
Tatilleri bitince muhakak çok güçlü bir tepki vereceklerdir.
Bu arada Başbakan’ın danışmanı ülkenin sürüklendiği yalnızlığı, toparlamaya çalışırken bu kez de yanlış bir söylemle, bu durumu “ değerli yalnızlık” olarak nitelemiştir.
“Yalnızlık”, bir ülkenin bilinçli olarak kendisini yalnızlaştırması uygulamasıdır. Aynen ABD’nin Ünlü Monreo Doktrini sonrası Avrupa işleriyle ilgilenmemesi ve Avrupa işlerine karışmaması gibi, yani iradi bir durumdur.
Türkiye’nin içine düştüğü yalnızlık, kendi iradesi sonucu değil, kendi yanlış politikaları sonucudur.   

Bu yalnızlık ve ordunun,  özellikle de Türk Donanmasının içine düşürüldüğü durum Güney Kıbrıs Rum Kesimi ve İsrail tarafından fırsata çevrilmiş, uluslararsı deniz hukuku kuralları çiğnenerek, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve İsrail Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin hak sahibi olduğu alanlarda petrol ve doğalgaz aramaya başlamışlardır.

21 Ağustos 2013 Çarşamba

TÜKENEN DIŞ POLİTİKA


Bu devleti kuranlar, Orta Doğu’yu korumalı ziyaretler yaparak öğrenmedi. Arap çöllerinde dövüşerek öğrendi ve yöre halkını çok iyi tanıdı.
Bu nedenledir ki, AKP’nin iktidara gelişine kadar, bu devleti yönetenler, kurucusu Atatürk’ün dış politika anlayışına bağlı kalarak, Arapların iç işlerine karışmamış ve Araplar arası ihtilaflardan uzak durmuşlardır.
AKP İktidarı ile birlikte bu tutarlı ülke yararına olan  politikalardan vaz geçilmiştir.
AKP ise büyük bir ihtirasla Orta Doğu’yu şekillendirebileceğini, büyük ağabey rolü üstlenebileceğini zannetmiştir.
Dış politikanın amacı ülkenin güvenliğinin ve çıkarlarının sağlanmasıdır. Ulusal çıkar her şeyden önce gelir, hatta ilkelerden bile.
AKP uzun vadede ülke çıkarlarına aykırı bir şekilde, bölgede Sünni bir mihver kurup onun başına geçme çabasına girişmiş ve bunun içinde kendisine yandaş olarak  Müslüman Kardeşler örgütünü seçmiştir. Bu seçim, daha baştan, başta İran olmak üzere bir çok bölge ülkesi ile aramızı açmıştır.
Demokrasiyi sadece seçim sandığı zanneden AKP, Mısır’da çok düşük katılımlı bir seçim sonrası iktidara gelen Müslüman Kardeşlerin lideri olduğu için Mursi’ye arka çıkmıştır.
Gerçek demokrasi savunucusu bir insanın veya partinin, Mısır’da askerlerin kurallarını koyarak, aynen 12 Eylül askeri rejiminin bizde yaptığı gibi, bir çok adayı veto ettikleri seçimlerde kim kazanırsa kazansın, bunun demokratik bir yöntem olmadığını söylemesi gerekirdi.
Seçildikten  sonra Mursi’ye karşı yükselen toplumsal tepki sonucu askerlerin yönetime el koyması; AKP iktidarında büyük bir panik yaratmış ve hatta “Şimdi Mısır, sonra Türkiye” gibi saçma sapan söylemlerde bile bulunmuşlardır.
Mısır’daki gelişmeler karşısında, ABD’nin, AB’nin, Almanya ve Rusya’nın tutumları çok dikkat çekicidir. Sadece taraflara “itidal” tavsiye etmişlerdir.
Bunların yaptığı hiçbir açıklamada,  Mursi yandaşlarının yaptığı gösterilerin barışçıl olduğuna dair bir  saptama yoktur.
Halbuki Gezi olayları sırasında gerek ABD ve gerekse AB ülkeleri bu gösterilerin, Tayyip Erdoğan ve şürekasının söylemlerinin tam aksine, “Barışçıl, demokratik hak talepleri” olduğunu açıklamışlardı.
AKP İktidarının dış politikadaki  tutarsız davranışları AKP’yi destekleyenlerin  bile kendisinden uzaklaşmalarını sağlamıştır.
AKP İktidarı ve onun başı Tayyip Erdoğan, artık iyice dengesini kaybetmiş, yanlış yapmaktan öteye geçmiştir.
Mısır’da Mursi’yi deviren askeri darbenin arkasında, İsrail’in olduğunu bile ileri sürebilmiştir.
Bunun belgesi olarak da, 2011 yılında gizli olmayan bir panelde Fransız bir yazarın sorularını cevaplayan İsrail Adalet Bakanı’nın “Demokrasi sadece sandık değildir” şeklinde tercüme edilebilecek açıklamasının yer aldığı yazı gösterilmiştir.
Bu açıklamaya gelen tepkiler Türkiye’yi çok rencide edicidir.
İsrailli yetkili “Yorum yapmaya değmez” dedikten sonra, ABD  ise “Doğrulanmamış ve yanlış bilgiye dayanan bu saldırgan” nitelemesiyle  güçlü bir şekilde kınamıştır.
Bu belki de diplomaside kullanılabilecek en ağır eleştiri tarzıdır.
Dış politika tutarlı ve dengeli olmayı gerektirir.
AKP’nin dış politikasını şekillendirenler, Orta Doğu politikamızı, “Bölgemizdeki kendi halklarını katleden despot rejimlerin  sona ermesi, oralarda insan haklarına saygılı demokratik rejimlerin kurulması olarak”  gösteriyorlar.
Bu söylem ile takınılan tavır daha baştan kendi içinde tutarsızdır.
Katar ve Suudi Arabistan, Esad’a karşı Türkiye ile birlikte hareket ederken insan haklarına saygılı demokratik rejimlerdi de, Mursi’nin devrilmesine karşı çıkınca mı demokrasi karşıtı oldular. Bu ülkeler de demokrasinin “d” si ne zaman vardı da, demokrasi mücadelenizde bunları yanınıza aldınız.
Uluslar arası Ceza Mahkemesince soykırım suçundan, hakkında yakalama kararı çıkartılan Sudan’ın El-Beşir’i mi demokrat?
Bahreyn’deki despot yönetim  Şii azınlığı katlederken sizin ilkeniz tatile mi çıkmıştı.
Filistin’de laik Mahmut Abbas’a karşı dinci Hamas’ı (ki şimdi Mısır konusunda o da sizi yalnız bıraktı) savunurken hedefiniz demokrasimiydi?
Bazı ABD düşünce kuruluşları, Türkiye’nin içine düşürüldüğü bu yalnızlığı pariah (parya diye okunur) haline gelmişlik, yani başkaları tarafından dışlanmışlık olarak niteliyor.
Uygulanan dinci/mezhepçi dış politika, Türkiye’yi sadece bölgede değil, dünya da da yalnızlığa itmiştir.

Bütün bu herkesin gözleri önünde yaşananlar, Türk Dış politikasının Tayyip Erdoğan ve onun kifayetsiz muhteris Dış İşleri Bakanı sayesinde tükendiğini göstermektedir