22 Ağustos 2020 Cumartesi

YAPILMASI GEREKEN DEMOKRATİK MÜCADELE

 


Ülke, adına “Türk tipi başkanlık sistemi dediğimiz” dünyada hiçbir demokratik ülkede eşi görülmeyen bir sistemle yönetilmektedir daha doğru bir söylemle yönetilememektedir.

Bu sistem Türkiye’ye dışardan empoze edilmiş, bir sistemdir. Hatırlanacağı üzere Amerikan istihbarat örgütü , Türkiye’nin parlamenter demokratik sistemle yönetildiği dönemi  eleştirirken, “ Hükümeti İkna Etsek Meclis, Onu Etsek Ordu, Onu Etsek Yargı Karşımıza Çıkıyor, tek adamı ikna etmek her zaman daha kolaydır” şeklinde raporlar düzenliyorlardı.

İşte bugün ülkemizde geçerli olan sistem, CİA’cıların tanımladığı bu tek adam rejimidir.

Şimdi bu cümledeki özneleri inceleyelim. Hükümet = Cumhurbaşkanı
Ordu=tamamen Cumhurbaşkanının kontrolünde.
Yargı = tüm üst yargı üyelerini ve onları atayanları (HSYK üyelerini ) cumhurbaşkanı atıyor.

Yani milli hakimiyet, hakimiyetin tecelli gâhi olması gereken TBMM, tek adamın belirlediği kişilerden oluşan, onun dediğinden dışarı çıkamayan insanlardan oluşmuş bir kurum haline gelmiş, yani milletin gücü üstünde bir tek adamın gücü oluşmuş oluyor.

Bugün çoğunluk partisi konumundaki AKP’nin bir geçmişi yoktur, geçmişi olmadığı içinde bir demokrasi kültürü  yoktur.

Bu durum içeride dilediğini rahatlıkla yapma kolaylığı kendisine vermekte ama, dış baskılara karşı kendisini çok güçsüz bırakmaktadır.

Parlamenter demokrasilerde ülkeleri yöneten iktidarlar, dış baskılarla karşılaştıkları zaman istenen  tavizler karşısında “ Ben bunu yapamam, muhalefet ayağa kalkar dünyayı bana dar ederler” diyerek dış baskıları savuştururlar.

Ama bugün iktidarın bunu yapma, söyleme şansı maalesef yok. Böyle bir savunma yapmaya kalksa hemen kendisine sen her şeyin tek hakimisin derler.

Nitekim Trump’ın söylemi de bunu doğruluyor.

Dikkat edilirse bugün muhalefet partileri yarım ağızla tek adam rejimine karşı olduklarını, ne olduğu söylenmeyen, soyut bir söylemle  “Güçlendirilmiş Parlamenter sistem” istediklerini dile getirmektedirler.

Bugüne kadar da hiç birisinin bu konuda bir çalışması olduğunu duymadık.

Tabii muhalefet partilerinin bu söylediği soyut söz kimsede bir heyecan ve merak uyandırmıyor.

Uyandırmamasının nedeni, kendi partilerinde demokrasiyi işletmeyen kişilerin iktidara geldikleri zaman ülkede demokrasiyi işleteceklerine inanılmamasıdır.

Bugüne kadar sadece basın özgürlüğünden söz ediliyor, ama o da soyut, ayrıca bir ülkede bütün özgürlüklerin teminatı olan yargı bağımsızlığı hakkında tek kelime etmemektedirler.

Yargı bağımsızlığının olmadığı bir ülkede iktidarların otoriterleşmesi çok kolay ve kaçınılmazdır.

Bu sadece iktidarı elinde bulunduranların otoriterleşmesini  sağlamaz, hukuk güvencesi ortadan kalkacağı için baca tüttürmeye gelecek, istihdam yaratacak, yabancı sermaye ülkeye gelip yatırım yapmayacağı gibi yerli sermaye de yapmaz.

Bu olumsuzluklar ortadan kaldırmak için parlamenter rejime dönüşün şart olduğunu, sadece demokratik parlamenter sisteme dönmenin yetmeyeceğini, basın özgürlüğü ve diğer bütün özgürlüklerin teminat altına alınacağı ve bunun korunması için Yargı bağımsızlığının tesis edileceğine ve fakat en az bunlar kadar önemli olan siyasi partiler ve seçim kanunlarını değiştirip, çoğunluk diktasını engelleyecek, partilerde de tek adam hakimiyetine son verecek yasal düzenlemelerin yapılacağını ve bunların faydalarını halka, halkın anlayacağı örneklerle anlatmak zorundadırlar.

Bundan sonra yapılması gereken demokratik mücadele bu yönde olmalıdır.

İktidara gelmek için buda yetmemektedir.

Ülkede üretimi arttırmak için dar ve az gelirlinin insanca yaşayabilmesi için tüketime harcayacağı gelirinin nasıl arttırılacağı net ve anlaşılır bir dille onlara izah edilmelidir.

Bunlar yapılıp söylenmeden, her an bir erken seçime hazır olun talimatı yeterli değildir.

 

 

 

 

 

 

15 Ağustos 2020 Cumartesi

TEK ADAM REJİMİ

 


Türkiye son yıllarda tam bir tek adam tarafından yönetiliyor. Millet ittifakı içinde yer alan siyasi partiler cılız bir sesle “güçlendirilmiş parlamenter sistemi” getireceklerini söylemektedirler.

Ancak bunu söylerken, güçlendirilmiş parlamenter sistemden ne anladıklarını açıklamadıkları gibi aslında güçlendirilmiş bir parlamenter sisteme dönülmesi için öncelikle siyasi partiler kanununda nasıl bir değişiklik öngördüklerini siyasi partilerin demokratik hale getirilmesi için  ne gibi değişiklikler düşündüklerin  söylememektedirler.

Örneğin siyasi parti genel başkanlarını bütün parti üyelerinin oyları ile seçtirmeyi düşünüyorlar mı?

Yoksa bugünkü siyasi partiler yasasına uygun şekilde seçilmiş parti yönetimleri ve onların ahbap çavuş ilişkisi içinde yaratacakları parlamentodan “güçlendirilmiş bir parlamenter sistem” beklemek hayal olur.

Bugün yürürlükte olan Siyasi Partiler Yasası, parti içi katılımı, yani alt yapısından birikime dayanarak yükselmeyi önleyecek anti demokratik bir teşkilat biçimini dayatıyor.

Genel Merkezden gönderilen ilçe ve il kongre başkanları, tek adaylı ilçe il kongreleri ile partiler büyük ölçüde üst düzey yöneticiler arasında yapılan anlaşma ve uzlaşılarla oluşturulan kadrolardan oluşturuluyor.

Bu arada seçmen değişiyor, gençleşiyor ve eğitim düzeyi bütün engellemelere rağmen yükseliyor. Seçmenlerin partilerden bekledikleri çözümler giderek çeşitleniyor ve çoğalıyor.

Seçmenin partilerden çözülmesini bekledikleri talepleri giderek çoğalıyor. Örneğin şimdi hiçbir güvencesi olmayan beyaz yakalı ve eğitimli prekarya denen bir emekçi kitlesi var.  Ama hiç kimse bu konuda bir şey söylemiyor, bu gurubun sorunlarını ve çözüm önerilerini dile getirilmiyor. Tabii bunu yapması, dile getirmesi gereken millet ittifakının iki asli unsuru olan Cumhuriyet Halk Partisi ve İyi parti. Ama bu konuda şuana kadar bu konuda tek kelime bir şey söylemediler.

Birde  “Z” kuşağı denen  2000-2018 arası doğduğu varsayılan bir kuşak var ki, bunlar  dijital dünya ile iç içe yaşıyorlar. Ama sadece teknolojiyi değil; doğayı, insanları, kitapları, kısacası yaşamın tüm unsurlarını önemsiyorlar. Özgürlüğe değer veriyorlar. İnsan hakları konusunda hassaslar.

Artık siyasi partiler bunların  istek ve ihtiyaçlarına cevap vermek zorundadırlar. Zira bu seçmen kitlesinin partilerden beklediği çözümler giderek çoğalıyor, başkalaşıyor.

İşte bütün bunlar artık yaşamımızın içinde varlarken siyaset kurumu da ileri ülkelerde olduğu gibi kültürlü, ahlaklı ve yönetim düzeyi yüksek bir kadro gereğini ortaya çıkarıyor.

Onun için siyasi partiler, yenilik ve uygarlık arayan yeni Türk seçmeni karşısında , onları doyuracak ve güven verecek kadroları siyaset vitrinine sokmak zorundadırlar.

Hemşerilik ve mezhep bağları kadro oluştururken etken olmamalı.

Bütün siyasi partiler  bu nitelikteki kadroları vitrinlerine taşımak zorundadırlar. Ancak bugünkü, tek adamlığı dayatan  siyasi partiler kanunu değişmeden, siyasi partilerin toplumda gelişen bu yeni yapıya ayak uydurmaları çok zordur.

Onun için siyaset adamları kendilerinden beklenen bu değişim için mücadele vermelidirler.

Ama bugün görünen hava daha doğru bir ifadeyle bugün sahnede olan yapılar arasındaki mücadele, tek adamlığa karşı değil ister parti içinde olsun ister ülkede olsun “sen kalk ben tek adam olayım kavgasıdır.”

Millet ittifakı üyesi partiler güçlendirilmiş parlamenter sistem diyorlar, ama bundan ne anladıklarını ortaya koymuyorlar.

Onun için güçlendirilmiş parlamenter sistem diye kimseyi kandırmaya çalışmasınlar. 

 

 

 

8 Ağustos 2020 Cumartesi

ŞİMDİ ZAMANI DEĞİL KOROSU

 


 

 

Özellikle son 5-6 yıldır, Kılıçdaroğlu ve etrafına topladığı parti yönetimini muhalif hareketlere karşı canla başla savunan bir "şimdi zamanı değil" korosu var.

Biz bu koroyu özellikle 2015 yılından beri iyi tanıyoruz. Kılıçdaroğlu ve etrafında oluşturduğu parti yönetiminin her başarısızlığından sonra bu koro sahne alıyor ve yönetime karşı oluşabilecek her hareketi engelliyor.

2015 yılında ne olmuştu, anımsayalım. 7 Haziran seçimlerinde AKP yenilmiş ve TBMM'de çoğunluğu yitirmişti. Bu durumda, parlamanter sistemin henüz yürürlükte olduğu o dönemde, bir koalisyon veya bir azınlık hükümetiyle ülke yönetilmeliydi. 

Ne var ki, AKP'nin hükümeti başka bir partiyle paylaşmaya tahammülünün olmadığı başından belli idi. Nitekim, hükümeti kurmakla görevlendirilen AKP genel başkanı Ahmet Davutoğlu, sözüm ona koalisyon görüşmeleri öncesi "istikşafi müzakerelerle" Kılıçdaroğlu'nu ve etrafındakileri, anayasanın öngördüğü 45 günlük sürenin dolmasına birkaç gün kalıncaya kadar, haftalarca oyaladı. Kılıçdaroğlu da göz göre göre bu oyalamaya razı oldu. Sürenin dolmasına birkaç gün kala, laf olsun diye, hükümet kurma görevini istedi. Ama artık geçmiş olsundu. Seçimlerin yenilenmesi koşulu oluşmuştu.

1 Kasım seçimlerinde ise, CHP yönetimi ağır bir yenilgiye daha uğradı.

Bu fiyasko ve yenilgi sonrası Kılıçdaroğlu yönetimine karşı parti içinde hareketlenme başlayınca, "şimdi zamanı değil" korosu sahne aldı. Aynı koro, 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrası ile, 16 Nisan 2017 anayasa halk oylaması öncesi, sırası ve sonrasında alınan skandal tutumlar üzerine de iş başındaydı.

Maalesef, Kılıçdaroğlu ve yönetiminin girdiği bütün seçimlerden yenilgilerine çıkmasına, AKP'nin cumhuriyet karşıtı eylemlerinin HİÇBİRİSİNE engel olamamasına karşın, bu "şimdi zamanı değil" korosu CHP yönetimini muhalif hareketlere karşı geçen yıllar içinde korumayı başardı. 

Son günlerde, Muharrem İnce'nin parti kuracağı söylentisi ortaya çıkınca, "şimdi zamanı değil" korosu derhal yeniden faaliyete geçti. 

 

Saygı Öztürk'ün Sözcü gazetesinde yazdığına göre, Muharrem İnce bir yakınına şu değerlendirmeyi yapmış:

"Türkiye'nin gidişatından memnun değilim. Cumhuriyet'in kazanımlarını yok ediyorlar. İktidardan da, muhalefetten de memnun değilim. Türkiye'ye yeni bir çıkış yolu lazım...... Kılıçdaroğlu, ‘Dostlarla birlikte iktidara geleceğini' söylüyor. Kendi partisindeki dostlarını unutmuş olan Kılıçdaroğlu mu dostlarıyla iktidar olacakmış?.... Bu haliyle CHP umut olamıyor.

Muharrem İnce'nin CHP yönetiminin başarısızlığını görmesi ve şimdi harekete geçmesi için bu kadar zaman yitirilmesi ve son dönemde, söylediğine göre, kendisine karşı saygısızlıklar mı yapılması gerekiyordu? Bu saygısızlık yapılmasaydı, bu başarısızlıklar görülmeyecek miydi? İşin özü kendisine saygısızlık yapılması mıydı? Kendince, kendisine yapılan saygısızlığı ön plana çıkartması ve bunlara ilaveten, İnce'nin geçmişte ve yakın zamanda yaptığı kişisel hatalar da inandırıcılığını azaltıyor.

Ancak, Muharrem İnce'nin özel durumundan bağımsız olarak, "şimdi zamanı değil" korosuna şu iki soruyu sormak gerekiyor:

Birincisi, sadece laf üretmeye dayanan etkisiz siyaset yapma tarzıyla başarısızlığı yıllar içinde iyice belirgin hale gelmiş Kılıçdaroğlu ve ekibi yaşamları boyunca yönetimde mi kalacaklar? Son beş yıldır onları değiştirmek için uygun zaman bir türlü olmadıysa, ne zaman olacak?

İkincisi, Muharrem İnce'den naklen aktarılan yukarıdaki değerlendirmenin neresine itirazınız var? Cumhuriyet'in bütün kazanımları yok edilirken CHP yönetimi ne yaptı? AKP'nin hangi girişimine karşı etkin bir demokratik bir tepki verip engel oldu? Toplumda CHP'nin umut olduğuna dair bir işaret var mı? Kılıçdaroğlu yönetiminin parti içindeki gerçek ve kökten CHP'lileri kucaklamak bakımından herhangi bir girişimi oldu mu? Yoksa, "hayatının CHP zihniyeti ile mücadeleyle geçtiğini" söyleyen Davutoğlu'nun partisi ile işbirliği mesajları verilmesi mi tercih edildi?

Koro "şimdi zamanı değil" diye bağırırken, yukarıdaki sorulara da ikna edici laf ebeliği yapmadan yanıtlar vermesi gerekiyor.

Ama hiç kimse şüphe etmesin ki, bu partinin Atatürkçüleri bu partiye tabanın gücüyle en yakın zamanda el koyacak.

 

 

 

 

2 Ağustos 2020 Pazar

BİR KURULTAY BÖYLE GEÇTİ





 Her siyasi parti kongresi yenilenmenin, geçmişten çıkarılan derslere dayanan yeni siyaset yöntemlerinin uygulanmasının müjdecisi sayılır. CHP'nin 37. Olağan Kurultayı'na da bu çerçevede ümitler bağlanmıştı.
Kurultay öncesi dönemde Cumhuriyet Halk Partisi’nin kamuoyu nezdindeki görünümü özetle şöyleydi:
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı ve onun atadığı etrafındaki yöneticiler, yıllar yılı, sadece laf ürettikleri, meşru eylemlere dayanan yaratıcı, etkili, sonuç odaklı bir siyaset tarzı benimsemedikleri, geniş halk kitlelerini demokratik siyasete katmak konusunda hiç çaba harcamadıkları eleştirilerine muhatap oldular. Buna rağmen, siyaset yapma tarzlarını ısrarla değiştirmediler.
Genel başkan son yıllarda işin kolayını bulmuştu. Maddeler halinde öneriler yapmayı, bildiriler okumayı adet haline getirmişti. İnternette son 3-4 yılı kapsayan kısa bir araştırma ile bulunanlar şunlar (Gözden kaçanlar da olabilir):
 24 Temmuz 2016 Taksim mitinginde, demokrasi ve yargı hakkında 10 maddelik "manifesto"
 7 Ağustos 2016 günü ünlü "Yenikapı mitingi"nde 12 maddelik öneri listesi. 
 9 Temmuz 2017 İstanbul Maltepe'de miting 10 maddelik "adalet çağrısı"
10 Ekim 2017 İdlib ile ilgili 6 maddelik değerlendirme,
 28 Eylül 2019 Suriye sorunun çözümü için beş maddelik öneri,
 4 Eylül 2019 AKP’ye kuvvetler ayrılığı, saydamlık ve ekonomi ile ilgili beş maddelik çağrı,
 4 Şubat 2020 İdlib krizinden çıkış için 5 maddelik yol haritası 14 Şubat 2020 Erdoğan'a 7 maddelik FETÖ soruş
23 Mart 2020 Koronavirus ile mücadele konusunda 13 maddelik öneri,
 6 Nisan 2020 CHP olsaydı korona krizinde ne yapardı hakkında 11 maddelik açıklama,
 18 Mayıs 2020 16 madde halinde "ekonomik paket",
Bu Kurultay'da, geçmişten ve eleştirilerden ders çıkararak, içerinde ve dışarıda AKP'nin hiçbir girişimine engel olamayan bu laf üretme üzerine kurulu etkisiz siyaset tarzının terk edilip, demokratik zorlayıcılığa dayanan yeni bir siyaset tarzının açıklanacağı umudu kamuoyunda oluşmuştu. 

Dikkatlerini bu amaçla adı "İktidar Kurultayı" olarak konulan Kurultay'a çevirenler, Kılıçdaroğlu'dan biraz genişletilmiş  bir "Salı günü grup toplantısı söylevi" ve Genel Başkanın, "İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi" adını verdiği, yukarıdakilere ilaveten, 13 maddelik yeni bir "cek-cak'lar listesi" dinlemekle yetindiler. 
Önümüzdeki yıllarda izlenecek siyaset tarzının, geçmiş dönemde hiçbir sonuç vermeyen siyaset yapma biçiminden somut adımlarla farklılaşacağını duymak isteyenler yine hayal kırıklığına uğradılar. 
Kurultay'ın başka büzücü tarafı ise, Genel başkanın önceki dönem alışkanlığını koruyarak, son zamanlarda gemi azıya alan Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığına karşı hiç söz söylememiş olması ve kendisini eleştireceklerini bildiği insanları dinlemeden salonu terk etmesiydi. Demokrat olduğunu söyleyen ve ülkeye demokrasi getireceğini söyleyen bir Genel başkanın yapmaması gereken bir davranıştı.
Belli ki önümüzdeki dönemde de Cumhuriyet Halk Partisi  yönetimi ve Kılıçdaroğlu yine bildiğimiz gibi olacak. Laf üzerine kurulu, Atatürk'e, ve cumhuriyet değerlerine sahip çıkmayan etkisiz siyaset yapma biçimini sürdürecek. 
Albert Einstein'ın ünlü sözüdür: "aynı şeyi tekrar tekrar yapıp farklı  sonuç beklemek deliliktir". Umarız Cumhuriyet Halk Partisi, Kurultay'ın hedeflediği gibi, gerçekten iktidar olurda Einstein'ı ve bizim gibi münafıkları! haksız çıkarır!