Katil başı ile yapılan görüşmeler
“İmralı Süreci” diye halka algılatılmaya
çalışılmaktadır.
Siyasi iktidar daha doğrusu Tayyip
Erdoğan, kendisine tek adam yönetiminin yolunu açacak, bir nevi padişahlık
yetkilerini sağlayacak bir sistemin pazarlıklarını yapmaktadır.
Bunu yaparken, bir terör örgütünü
ve onun başını meşrulaştırmak pahasına kanunların suç saydığı bir fiili
işlemekten çekinmemektedir.
İşlenen fiil Türk Ceza Kanunun
“Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak” başlıklı 302. Maddesidir.
Bu maddenin 1. Fıkrası “Devlet
topraklarının tamamını veya bir kısmını yabancı bir devletin bağımsızlığını
zayıflatmaya veya birliğini bozmaya veya Devletin egemenliği altında bulunan
topraklardan bir kısmını Devlet İdaresinden ayırmaya yönelik bir fiil işleyen
kimse ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.” Demektedir.
Tutanakları okuyan olayları doğru
yorumlamak yetisine sahip her siyasetçi orada başkanlık sistemi karşılığında
önce özerkliği elde eden bölücü çetenin bunun arkasından da bağımsızlık talebinde
bulunacağını da anlayacaktır..
İktidarı ve ana muhalefetiyle
Türkiye tarafından konulmuş çekincelerin
kaldırılacağı söylenen “Yerel Yönetimler Özerklik Şartına göre, sınırları belli
yerel yönetimlere, kamu işlerinin önemli bir bölümünü, kendi sorumlulukları
altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme ve yürütme
hakkı tanıyan, bunu yerine getirebilmek
için de, kendi yetkileri dahilinde serbestçe kullanabilecekleri yeterli mali
kaynaklar sağlanacaktır.
Yani yapılmak istenen, yurttaşların yerel yönetimin kararları
üzerinde daha fazla söz sahibi olmasını sağlayacak yerel yönetimleri birer
demokrasi odağı haline getirmek değil; ulusal düzeydeki demokrasiye rakip olacak yerel
iktidar odakları yaratmaktır.
Bölücü başı ve yandaşlarının ilk
etapta elde etmek istedikleri özerk bölgenin çizilecek coğrafi sınırlarının , Türkiye Cumhuriyeti
Devleti tarafından dahi tek taraflı bir tasarrufla değiştirilemeyeceği hükmü anayasada yer alacaktır.
Türk halkının gözünden kaçırılan
en önemli nokta budur.
Yukarıda sözünü ettiğimiz Yerel
Yönetimler Özerklik Şartı, Türkiye’nin bölünmesine giden yolun başıdır.
İlk etapta “Özerklik adı altında”
coğrafi sınırları ellenemez, ulusal demokrasiye koşut yeni demokrasi odakları
yaratıldıktan sonra, bölünme süreci hızlandırılacaktır.
Zira; “Ekonomik, Sosyal ve
Kültürel Haklar Sözleşmesi ile “Medeni Siyasi Haklar Sözleşmelerinin 1.
Maddelerine göre “Bütün halklar kendi kaderlerini tayin hakkına sahip”
olduklarından diledikleri zamanda Türkiye’nin bölünmesinden doğrudan ve dolaylı
menfaati olan anlaşmaya taraf bir devlet,bölücülerle anlaşarak Türkiye’nin
antlaşma şartlarını ihlal ettiği gerekçesiyle komiteye baş vurarak bu hakkın
kullanmasının şartlarının yaratılmasını isteyebilirler.
O bakımdan özellikle siyasi
partilerin yetkilileri “İmralı Tutanakları”
denen suç belgesini bu uluslar arası sözleşmeyle beraber okumalı ve
değerlendirmelidirler.
Siyasi partiler, özellikle bu çok
özel durum hakkında tarih, hukuk ve siyaset biliminin verileri ve
deneyimleriyle tehlikeyi öngörmek ve önlemek için hukuk çerçevesinde kalarak
her türlü demokratik mücadeleyi yapmak ve
ülkenin bölünmesine gidecek süreci durdurmak zorundadırlar.
Hiç kimsenin bölücü örgüt başının
ve onun siyasi uzantısının “Bölünme talebimiz yok, tek devlet, tek bayrak” yalanlarına inanmaması gerekir.
Türkiye Sıkıntılı bir dönemden
geçiyor. Çok çeşitli oyunlar oynanıyor. Bu ortamda Türk halkının her zamankinden daha dikkatli ve hassas
olmaları gerekiyor.
Bu coğrafyada Arap’ıyla, Laz’ıyla,
Çerkez’iyle, Gürcüsü’yle, Kürd’üyle , Türk’üyle kardeşçe yaşıyoruz; yüzlerce
yıldır kardeşçe yaşadık, daha binlerce yılda yaşamak istiyoruz. Dışarıdan birilerinin
ve bu birilerinin kuklalarının bu
birlikteliği bozmasına izin vermememiz gerekiyor.
Cumhuriyetin yıkılma sürecini çevrelerini sarmış küçük bir hain ve entel
grubunun istekleri doğrultusunda, ses
çıkartmadan seyredenlerinde ihanete ortak olduklarını tarih yazacaktır..