Artık 21 Temmuzu tarım ekonomisinin
egemen olduğu ülkelerin bahar bayramı olarak değil, Kürdistan’ın kuruluş günü olarak
anımsayacağız.
Günlerdir beklenen “İmralı Sakini” diye
algılatılmaya çalışılan Katil Başının 21
Temmuz’da adına okunan açıklama
incelendiğinde, tek somut hususun, Orta
Doğu coğrafyasında haritaların ve hudutların değişecek olmasıdır.
Sadece bu söylem dahi açıklamanın Katil Başına ait olmadığını, birilerinin
metni yazıp onun eline verdiğini göstermektedir.
Çünkü bu istekler Abdullah Öcalan ve yandaşlarının kendi
başlarına gerçekleştirilmeleri mümkün olmayan, ama çok daha önce ABD li
yetkililer tarafından dünya’ya ilan edilmiş olan bir durumdur.
Bu sütunu takip edenler bilirler
defalarca, İran, Irak, Türkiye ve Suriye’den koparılacak topraklar üstünde ABD
ve AB’nin bir “Büyük Kürdistan” hayali olduğunu yazmıştık.
Katil Başının sözde kendi yazdığı
açıklamada “Arabi, Türki, Farsi, Kürdi
toplulukların ulus devletçiklere, sanal sınırlara, suni problemlere gark”
edildiği dile getirilmiş.
Bu ifade ile sadece Türkiye Cumhuriyeti
hudutları tartışmaya açılmıyor, İran,
Irak ve Suriye devletlerinin sınırları da, o yöre halkları da isyana teşvik edilerek,
tartışmaya açılmaya çalışılıyor.
Bu yapılırken de tam bir şark kurnazlığı
ile içinde, en azından Türk halkının bir
kısmının hoşuna gidecek, Musul ve Kerk’ü de içine alacak Misakk-ı Milli sınırı tarif
ediliyor.
Bu taleplerinden, yani Musul ve Kerkük’ü
içine alan Misak ki Milliden, bu ülkeyi
kuranlar, Lozan’da bunun olmayacağını anladıklarından vaz geçmişler, bugünkü
sınırları benimsemişlerdir.
1923 den beri kimsenin bir karış
toprağında gözü olmadığını söyleyen Türkiye, böyle bir söyleme nasıl ortak
olur.
Bu şark kurnazlığının hedeflediği,
üniter yapıdan federatif yapıya geçiş, yani Lozan’ın delinmesidir.
Lozan bir kere delindi mi, hemen
arkasından, Lozan’da büyük bir mücadeleyle engellenen, Müslüman azınlıklar
konusu gündeme gelecektir. Bu da Türkiye Cumhuriyeti’ni doğrudan federatif bir
yapıya götürecektir.
Açıklamayı yazıp Katil Başının eline
verenler, kendilerince diğer halkları, yani bu ülkenin üniter yapısı ile bir
sorunu olmayan, Arnavut’u, Çerkez’i,Laz’ı, Boşnak’ı tahrik etmeye
çalışmaktadırlar.
Diğer bir önemli nokta “Silahlı unsurlarımızın sınır ötesine
çekilme zamanı geldi” açıklamasıdır.
Burada ilk etapta kendilerini meşru bir güç gibi gösterme
çabası vardır.
Bu açıklamaya baktığınız zaman
silahların teslimi söz konusu olmadığı gibi, çekilmenin nasıl ve ne zaman olacağı da belli değil.Yani
muğlak bir ifade.
Çekilmeyi kim nasıl kontrol edecek, bu
nedenle kontrolü mümkün değil. Türkiye
Cumhuriyeti’nin elinde PKK’nın envanteri mi var? Kaç kişinin Türkiye’yi terk
ettiği nasıl bilinecek.
“Sabah Külahlı, Gece Silahlı” söylemi teröristlerin yapısını ortaya
koymuyor mu? Bunların ülkeyi terk ettiği nasıl kontrol edilecek.
Ayrıca hem Karayılan ve hem de Duran Kalkan
bir çekilmenin söz konusu olmadığını açıkça ilan ettiler.
Hatta Duran Kalkan, Türk Asker ve
Polisinin bölgeden çekilmesi talebinin yanında sıraladığı diğer bir kısım
isteklerle, katil başından daha dürüst bir şekilde bağımsızlık istediğini
söylemiştir.
Katil başı adına Diyarbakır’da okunan
manifesto, sözde Kürdistan’ın ilanıdır.
Bütün temennimiz bu yapılan açıklamalar
ile Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetenlerin mutabakatlarının olmamasıdır.
Eğer böyle bir mutabakat yoksa, o zaman
da komşularımızın toprak bütünlüğüne
saygı duyduğumuz vakit geçirmeden ilan edilmelidir.
Bunun aksi, “Kimseden bir karış toprak
talebimiz olmadığı gibi kimseye de verilecek bir karış toprağımız olmadığı” yönündeki
milli politikamızdan vaz geçip, yayılmacı bir dış politika takip edeceğimizin
ilanı olur.
Sevr’i yırtanlardan öç alma duygusu, batını
tedavi edilemez bir hastalığıydı. İçerdeki ortakları vasıtasıyla bunu adım adım
gerçekleştirme çabasındalar. İçerdeki yardakçıları vasıtasıyla bir yere kadarda
başarılı oldular.Yani ülkeyi bölerek “Büyük Kürdistan’ı” ağabeylerinin yardımı
ile kuruyorlar.