Bir anda ülkede öyle bir hava yaratıldı
ki; İmralı açılımına karşı çıkmak sanki,
terörün devamını istemekmiş gibi algılanmaya başlandı.
Bu algıyı yaratmaya çalışanları gözünüzün
önüne getirin; tarihte olmuş her olaydan
Türkiye ve Türkleri sorumlu tutan, bir kısım köşe yazarı ve “enteller” olduklarını
görürsünüz.
Bunlara göre, 1915 Ermeni tehcirini de,
1937-38 Dersim tedibinin de tek sorumlusu Türklerdir.
Bunlar için Türkler hep kötü, ötekiler
hep iyidir.
Zannedersiniz ki, 1915 Nisan’ın da
Talat, Enver ve Cemal Paşalar bir sabah uyanmışlar, durup dururken hadi
Ermenileri sürelim veya Atatürk 1937 de bir
sabah uyanmış “Hadi İsmet, Dersim’de tedip
harekatı yapalım” demiş.
İşte o olaylara bu at gözlüğü ile
bakanlar, bugün de silahlar patlarken,
bu ülkenin askerleri şehit olurken, ülkedeki terör faaliyetlerinden ve ölen
binlerce insandan sorumlu olduğu için ölüme mahkûm edilmiş bir katille müzakere
masasına oturulmasına alkış tutmaya ve bunun “barış” a giden yol olduğunu söylemeye
başladılar.
Ana muhalefet partisi, neler
karşılığında katilin ayağına gidildiğini bilmeden, yetkili organlarından
geçirilip, geçirilmediği şüpheli bir ortamda “hadi terörü çöz; sana kredi
veriyoruz” demek gafleti içinde bulundu.
Ülkenin Başbakanı, bana sorarsanız
hiçbir gereği olmayan,batıda kaybedilecek oylar hiç düşünülmeden, sadece doğu
ve güneydoğudan oy artışı sağlanacağı yanlış
hesabı üstüne kurulmuş bu hamleye; saygısız ve kaba bir şekilde “Sen
kimsin de bana kredi veriyorsun” cevabını vermekten çekinmedi.
Bu anlamsız ve teminatsız krediye destek sadece, PKK’nin siyasal uzantısı olan
BDP’den ve yukarıda sözünü ettiğim olaylara at gözlüğü ile bakan entel
takımından geldi..
Hatırlayacaksınız Başbakan “terör
örgütüyle görüşen ve bunu söyleyen
şerefsiz” dedikten sonra, sanki kendisini tekzip etmek istercesine Oslo
görüşmelerinin tutanakları yayınlanı vermişti.
Bugün de her ne kadar, katile af ve ev
hapsi yok diyorsa da, terör örgütü öncelikle akıllı bir oyunla, böyle bir süreçte bebek katilinin
“danışmanlara ve danışmaya ihtiyacı olduğunu, bu nedenle bu şartların
sağlanması” gerektiğini dile getirmeye başladı.
Bunun sağlanması, katilin içinde bulunduğu cezaevi şartlarının düzeltilmesi olmayacak
mıdır?.
Eğer Başbakan söylediğinin arkasında duruyorsa,
yani af veya ev hapsi söz konusu
değilse, demek ki çözüm anayasal ve yasal düzenlemelerle gerçekleşecek.
O zaman anayasadan “Türk ve Türk ulusu”
kavramları mı çıkartılacak?
Ana dilde eğitimin önümü açılacak?
Yerel Yönetimler Özerklik şartına, ülke
bütünlüğünün zedelenmesini engelleyecek şartlara Türkiye’nin koyduğu çekinceleri mi kaldırılacak?
Başbakan “ben her şeyi açıklamak zorunda
değilim, uygulamada görürsünüz” dediğine göre, ana muhalefet partisi açtığı
krediyi hesapsız kitapsız, neye kredi açtığını bilmeden açmış olmuyor mu?
Hiçbir kreditör krediyi bir kere
açtıktan sonra artık yeni şartlar ileri süremez, sürse de bunu kimse ciddiye
almaz.
En büyük tehlike de böyle anlamsız, neye
verildiği belli olmayan krediyi açanın toplumda itibarını yitirmesidir.
Hiçbir terör örgütü, elinde silah
bulunduğu sürece kazandığından daha geri
bir pozisyonda bir anlaşmayı kabul etmez.
Bu nedenle terör örgütü koşulsuz olarak tüm silahlarını son mermisine
kadar teslim ettikten sonra onunla masaya oturulur.
Bu nedenledir ki; “terörle mücadele
edilir, müzakere edilmez” denilmektedir.
AKP iktidarı 2002 de “sıfır” terörle
ülkeyi teslim aldığı zaman gerekli, demokratik, sosyal, toplumsal ve ekonomik
tedbirleri alsaydı terörün insan kaynağı kurutulabilinir ve bugün bambaşka
şeyleri konuşuyor olabilirdik.
On yıllık AKP
iktidarının uyguladığı yanlış demokratik, sosyal, ekonomik politikalar ve
teröre verilen dış destek nedeniyle terör bitirilememiş tam aksine azmıştır. Bugün
geldiğimiz nokta da, İktidarıyla muhalefetiyle Türkiye Cumhuriyeti, terörü
bitirmek uğruna, eşkıya’ya teslim olmuş duru