16 Ocak 2013 Çarşamba

FEDERALİZME GİDEN YOL



Ülkenin son 30 yılına damgasını vuran adına ister Kürt, ister güney doğu sorunu deyin, bu sorun sadece iç dinamiklerin yarattığı bir sorun değildir.
İçeride yapılan büyük yanlışların, yani zamanında bireysel kültürel haklara saygı gösterilmemesi, bölgenin ekonomisine, bölgesel kalkınmanın hızlanmasına kamu kaynaklarının öncülüğünde sahip çıkılmamış, 30 yıllık terör ortamının yarattığı mağduriyetlerin giderilmemesi, boşaltılmış olan köylerin, gönüllük ve devlet kaynakları kullanılarak  yeniden inşası koşulları ile geriye dönüş sağlanamamıştır.
Bunlar dış kaynaklı sorunu ağırlaştıran içeride yapılan veya yapılması gerekirken yapılmamış hususlardır.
Terör veya Kürt sorunu önce, başta Almanya olmak üzere Avrupa, 90’lardan itibaren de ABD’nin katılmasıyla genel olarak batı tarafından pişirilip bize ihraç edilmiştir.
Tarih boyunca bölgedeki isyanlar dış tahriklerle olduğu da göz önüne alındığında durum daha net olarak anlaşılabilinir.
Çok uzağa gitmeye gerek yok, daha 2001 yılında BM Güvenlik Konseyinin  2001 tarih ve 1373 sayılı kararı ile, terörist eylemlerle bütün vasıtalarla mücadele etme gereğini vurgularken,  bütün devletlerin, terörist eylemlere karışmış kuruluş ve kişilere… doğrudan veya dolaylı biçimde destek vermemeleri,terörist eylemleri finanse eden, planlayan, destekleyen veya icra edenlere topraklarında güvenlik içinde  yaşama sağlamayı reddetmelerini ve bu sayılanların kendi ülkelerinin topraklarını kullanmalarını engellemesi karar altına alınmışken,  Avrupa ülkelerinde terör örgütü üyelerinin cirit atması, kırmızı bültenle aranan insanların aynı ittifak içinde bulunduğumuz ülkelerin en üst düzey yetkilileri ile görüşüyor olması, başka nasıl izah edilebilir?
Batının temel gayesi Büyük Ortadoğu Projesini hayata geçirip, İsrail benzeri Büyük Kürdistan’ı kurmaktır.
Büyük Kürdistan’ın en önemli ayağı Türkiye’dir. Irak çözülmüş, Suriye bölünme sürecine girmiş, Türkiye’de öncelikle bir federal yapıya kavuşturulursa olay büyük oranda çözülecektir.
İşte tam bu ortamda Türkiye’de anayasal vatandaşlık, ulusal vatandaşlık tartışma konusu yapılmıştır.
Anayasamızın 3. Maddesi “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.. Bayrağı, şekli kanunda belirtilen , beyaz ay yıldızlı al bayraktır. Milli Marşı ‘İstiklal Marşı’dır. Başkent Ankara’dır.” diyerek bölünmez bütünlük, yani üniter yapı ve herhangi bir etnisiteye dayanmayan ulus ilkesini vurgulamıştır.
Türk vatandaşlığı, bu topraklar üzerinde yaşayan, devlete vatandaşlık bağıyla bağlı olan insanları,etnik kökeni, inancı, cinsiyeti ne olursa olsun, bir kültür ve bin yıllık ortak anlaşma dili olan Türkçe birlikteliğinin yarattığı, etnik kökenlerden arındırılmış bir vatandaşlık tanımıdır.
 Ulusal vatandaşlık, her türlü etnisiteyi red eden, bunları aşan, yurttaşların her hal ve şart altında eşitliği ilkesi üstüne kurulmuştur.
Anayasal vatandaşlık ise bireyleri değil, etnisiteye dayalı toplulukları ve dini grupları kabul etmektedir.
Bütün bu etnisite veya grupların eşitliğine dayanan bireysel hakları değil kolektif hakları savunan, bu etnik veya dinsel grupların toprak esasına dayanan bir vatandaşlık tanımıdır.
Bu birden fazla resmi dilin hayata geçmesidir.
Bu Türkiye’yi önce federal yapıya, sonrada Büyük Ortadoğu Projesi’nin son aşaması olan bölünmeye götürür.  
Başbakan Tayyip Erdoğan, kendisini  hayalini kurduğu başkanlık sistemine taşıyacağını düşündüğü, federalizme giden yolun ilk ve fakat en önemli adımı olan anayasal vatandaşlığa karşı değildir.
BDP de, bir etnisiteyi tarif etmemesine rağmen,  Türk ulusu ve Türk vatandaşlığının ortadan kaldırılarak, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığının anayasada yer alınmasını istemektedir.
Bu tarif bireyleri değil toplulukların birlikteliğini getirmektedir.
BDP’nin söyledikleri ile Başbakan’ın söyledikleri bir birleriyle birebir uyuştuğu gibi Büyük Ortadoğu Projesinin hazırlayıcılarının sondan bir önceki istediğidir.
Başbakanın takip ettiği, ona bu yolda BDP’nin destek verdiği yol, batılıların Büyük Kürdistan kurabilmek için istedikleri  federasyona giden yoldur.