Ülkenin son 30 yılına damgasını
vuran adına ister Kürt, ister güney doğu sorunu deyin, bu sorun sadece iç
dinamiklerin yarattığı bir sorun değildir.
İçeride yapılan büyük yanlışların,
yani zamanında bireysel kültürel haklara saygı gösterilmemesi, bölgenin
ekonomisine, bölgesel kalkınmanın hızlanmasına kamu kaynaklarının öncülüğünde
sahip çıkılmamış, 30 yıllık terör ortamının yarattığı mağduriyetlerin giderilmemesi,
boşaltılmış olan köylerin, gönüllük ve devlet kaynakları kullanılarak yeniden inşası koşulları ile geriye dönüş
sağlanamamıştır.
Bunlar dış kaynaklı sorunu
ağırlaştıran içeride yapılan veya yapılması gerekirken yapılmamış hususlardır.
Terör veya Kürt sorunu önce, başta
Almanya olmak üzere Avrupa, 90’lardan itibaren de ABD’nin katılmasıyla genel
olarak batı tarafından pişirilip bize ihraç edilmiştir.
Tarih boyunca bölgedeki isyanlar
dış tahriklerle olduğu da göz önüne alındığında durum daha net olarak
anlaşılabilinir.
Çok uzağa gitmeye gerek yok, daha
2001 yılında BM Güvenlik Konseyinin 2001
tarih ve 1373 sayılı kararı ile, terörist eylemlerle bütün vasıtalarla mücadele
etme gereğini vurgularken, bütün
devletlerin, terörist eylemlere karışmış kuruluş ve kişilere… doğrudan veya
dolaylı biçimde destek vermemeleri,terörist eylemleri finanse eden, planlayan,
destekleyen veya icra edenlere topraklarında güvenlik içinde yaşama sağlamayı reddetmelerini ve bu
sayılanların kendi ülkelerinin topraklarını kullanmalarını engellemesi karar
altına alınmışken, Avrupa ülkelerinde
terör örgütü üyelerinin cirit atması, kırmızı bültenle aranan insanların aynı
ittifak içinde bulunduğumuz ülkelerin en üst düzey yetkilileri ile görüşüyor
olması, başka nasıl izah edilebilir?
Batının temel gayesi Büyük
Ortadoğu Projesini hayata geçirip, İsrail benzeri Büyük Kürdistan’ı kurmaktır.
Büyük Kürdistan’ın en önemli ayağı
Türkiye’dir. Irak çözülmüş, Suriye bölünme sürecine girmiş, Türkiye’de
öncelikle bir federal yapıya kavuşturulursa olay büyük oranda çözülecektir.
İşte tam bu ortamda Türkiye’de
anayasal vatandaşlık, ulusal vatandaşlık tartışma konusu yapılmıştır.
Anayasamızın 3. Maddesi “Türkiye
Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.. Bayrağı,
şekli kanunda belirtilen , beyaz ay yıldızlı al bayraktır. Milli Marşı
‘İstiklal Marşı’dır. Başkent Ankara’dır.” diyerek bölünmez bütünlük, yani
üniter yapı ve herhangi bir etnisiteye dayanmayan ulus ilkesini vurgulamıştır.
Türk vatandaşlığı, bu topraklar
üzerinde yaşayan, devlete vatandaşlık bağıyla bağlı olan insanları,etnik
kökeni, inancı, cinsiyeti ne olursa olsun, bir kültür ve bin yıllık ortak
anlaşma dili olan Türkçe birlikteliğinin yarattığı, etnik kökenlerden
arındırılmış bir vatandaşlık tanımıdır.
Ulusal vatandaşlık, her türlü etnisiteyi red
eden, bunları aşan, yurttaşların her hal ve şart altında eşitliği ilkesi üstüne
kurulmuştur.
Anayasal vatandaşlık ise bireyleri
değil, etnisiteye dayalı toplulukları ve dini grupları kabul etmektedir.
Bütün bu etnisite veya grupların eşitliğine
dayanan bireysel hakları değil kolektif hakları savunan, bu etnik veya dinsel grupların
toprak esasına dayanan bir vatandaşlık tanımıdır.
Bu birden fazla resmi dilin hayata
geçmesidir.
Bu Türkiye’yi önce federal yapıya,
sonrada Büyük Ortadoğu Projesi’nin son aşaması olan bölünmeye götürür.
Başbakan Tayyip Erdoğan, kendisini
hayalini kurduğu başkanlık sistemine
taşıyacağını düşündüğü, federalizme giden yolun ilk ve fakat en önemli adımı
olan anayasal vatandaşlığa karşı değildir.
BDP de, bir etnisiteyi tarif
etmemesine rağmen, Türk ulusu ve Türk
vatandaşlığının ortadan kaldırılarak, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığının
anayasada yer alınmasını istemektedir.
Bu tarif bireyleri değil
toplulukların birlikteliğini getirmektedir.
BDP’nin söyledikleri ile
Başbakan’ın söyledikleri bir birleriyle birebir uyuştuğu gibi Büyük Ortadoğu
Projesinin hazırlayıcılarının sondan bir önceki istediğidir.
Başbakanın takip ettiği, ona bu
yolda BDP’nin destek verdiği yol, batılıların Büyük Kürdistan kurabilmek için
istedikleri federasyona giden yoldur.