Diyarbakır’daki cenazelerin defni
sırasında ortaya çıkan görüntüleri televizyonlardan izleyen deneyimli emekli bir üst düzey bürokrat dostum : "TV'lere bakıyorum, herkes ‘Diyarbakır'da
olay çıkmadı’ diye zil takmış oynuyor. E birader, örgüt bayraklarının tabutlara
örtülmesine ve elde taşınmasına müdahale edilmiyorsa, devletin üniformalı
güvenlik güçleri, hiç sıkılmadan açıkça söylendiği gibi, ‘aman tahrik
etmeyelim’ diye köşe bucak saklanmışsa tabii olay çıkmaz. Olay çıkmaz da,
devletin devlet olmaktan çıktığı tescil edilmiş olur.Çok sıkıntılı bir
durum.." dedi.
Toplumsal bir olayda devletin
kolluk kuvveti saklanıyorda, orada “asayişi” örgüt elemanları sağlıyorsa, artık
devlet devlet olmaktan çıkmıştır.
Terör örgütü ne istiyordu?
1-Türk ve Türk milleti
kavramlarının anayasadan çıkartılması, anayasal vatandaşlık tarifinin kabul
edilmesi.
Edilecek mi?
Edilecek, Başbakan bunu
açıkça dile getirdi. BDP elbette kabul ediyor, yani ülke bölgelere bölünerek iki
milletli bir yapıya kavuşturulacak. Yani federasyona yönelecek.
2-Kürtçenin kamusal alanda
kullanılmasını istiyorlar.
Ana dilde eğitim, ana dilde
savunma hakkı, Kürtçenin kamusal alana girmesidir.
Bu da hayata geçiyor mu?
Geçiyor
3-Silahlı emniyet güçleri
istemi idi.
Silahlımıydılar? Silahsızmıydılar? Bilemem ama Perşembe günü emniyet
güçlerinin de var olduğunu tescil ettiler.
Bundan bir adım sonrası “siz
askerlerinizi ve polisinizi buralardan çekin, biz asayişi de sağlarız”
olacaktır.
4-Bölgesel bayraklarının
tanınması idi.
Oldu mu? Oldu.
Tabutların üstüne terör
örgütünün bayrağı örtüldü. Hastaneye bu bayrak çekildi.
Bunların hepsi özerkliğe,
bağımsızlığa giden yolun ilk kilometre taşlarıdır. Artık yol açılmış kopuş
süratlenmiştir.
Emperyalistlerin arzusu
gerçekleşmiştir.
İşte bütün bunları
öngöremeden, bana da sorarsanız bilerek,
İmralı açılımına hesapsız ve kitapsız kredi açmak, devleti kuran,
devletten evvel var olan bir parti üstünde oynanan oyununun, yani ulusalcı
kanadın tasfiyesinin emperyal güçlerin bir istemi ve planı sonucu olduğunu
açıkça ortaya koymaktadır.
Bu süreç bu milletin çektiği
acıları, sıkıntıları göz önünde tutarak, huzura uzanan bir süreç olmayacaktır. Keşke
böyle olsaydı, böyle bir huzur sürecine giden müzakerelere elbette destek
verilmesi gerekirdi.
Perşembe günü Diyarbakır’da
atılan barış nutukları elbette kulağa hoş gelir.Her istediğin elde etmiş bir
ayrılıkçı terör örgütü, kendi egemenliğini ilan edip, bunu devlete de tescil
ettirdikten sonra, elbette barış nutukları atacaktır.
Şu anda gelinen nokta ilan
edilmemiş özerk bölgeli bir Türkiye’dir.
Hangi siyasi partiye gönül
vermiş, oy vermiş olursak olalım. İlk sakınmamız gereken şey Türkiye
Cumhuriyeti olmalıdır.
İnsanın kendisine saygı
duyması için, önce mensubu olduğu ülkenin tüm değerlerine ve ilkelerine saygılı
olmasını gerektirir.
Bu nedenle bu bölünme
sürecini barış süreci diye yapılan algılatma oyunlarına gelmeyelim.
Her Türk vatandaşının temel
önceliği: ülkesini korumak ve kollamak olmalıdır. Buna zarar verecek her oyuna
karşı uyanık olunmalıdır.
Bu Millete algılatılmaya
çalışılan husus, Abdullah Öcalan’ın kutsanmasıdır. Onun için süreci “İmralı
Süreci”, “İmralı Görüşmeleri” “Barış Süreci” “Çok iyi bir Müslüman’dı, namaz
kılardı” gibi söylemlerle ölen kırk bin kişiyi unutturma çabasıdır.
İşte şimdi oynan oyun budur.
Perşembe günü Diyarbakır’da
olan, T.C Devletinin bölünmez bütünlüğünün bitişinin başlangıcının ilanıdır.
Devlete sahip çıkılmaz ise, üç beş sene içinde, bu bölgenin kopuşunu göz
yaşları içinde seyrederiz.
Cenazelerin kaldırıldığı gün,
olay çıkmamasının sebebi ayrılıkçı terör örgütünün şimdilik istediklerin elde
etmiş olmasındandır.
Diğer bir deyişle Devlet terör örgütü önünde diz çökmüştür.
Barış, uluslararası hukuka
göre devletler ya da BM tarafından kabul edilmiş gruplar
arasında olur. Siz eğer bu iç kalkışmayı savaş
olarak kabul ediyorsanız zaten kaybetmişsinizdir.
Hangi barıştır elde
edilen.