DEVLET ADAMI OLABİLMEK
Son zamanlarda Cumhurbaşkanlığı
seçimini bir parti içi sorun gibi algılayan Tayyip Erdoğan’ın, olayı tekeline
alma arzusunun yarattığı sıkıntıları yaşıyoruz.
Bilindiği üzere 2007 yılına kadar
Cumhurbaşkanları bir defaya mahsus olmak üzere yedi yıl için seçiliyorlardı.
Tayyip Erdoğan 2007 yılında
TBMM’ye şimdi araları limoni olan, o tarihte kendisinin o makama atayacağını
(!) zannettiği Abdullah Gül’ü, partiler arasında uzlaşma aramadan, dayatarak seçtiremeyince, gücüne gölge düştüğü düşüncesiyle, büyük bir öfkeye kapılarak, “bende
dilediğimi seçtiririm” anlayışı içinde parlamentodaki sayısal çoğunluğuna
dayanarak, Anayasa’nın 101. maddesinde bir değişiklik yaptırarak,
Cumhurbaşkanını halka seçtirmenin yolunu açtı.
O tarihte bu ülkenin bütün aklı
selim sahibi insanları, Cumhurbaşkanı’nın yetkilerinin çok olduğunu, bu kadar
geniş yetkilerle donatılmış ve halk tarafından seçilmiş bir Cumhurbaşkanı’nın
ileriki yıllarda hükümetler için büyük sorunlar yaratacağını her ortamda dile
getirdiler.
Tayyip Erdoğan, bu sağduyulu
çağrıları duymazdan gelerek, ruhunda taşıdığı tek adam olma hırsıyla ve büyük bir öfkeyle bu değişikliğe gitti.
Tayyip Erdoğan’ın engellenemez bu
hırsı nedeniyle, hiçbir hukuki sorumluluğu olmayan, ama halk tarafından en az
%50+1 oyla seçilmiş, hemen hemen her zaman iktidar partisinden fazla oy alacak geniş anlamda yürütmenin başı olan bir
Cumhurbaşkanı yaratıldı.
Geldiğimiz noktada ne oldu?
Tayyip Erdoğan’ı gelişen olaylar
nedeniyle Cumhurbaşkanı seçilememek korkusu sardı.
Halk tarafından seçilen
Cumhurbaşkanının, bugünkü yetkileriyle kendisine ne gibi sorunlar
yaratabileceğini Başbakan Yardımcısı
Bekir Bozdağ da kamuoyuna açıkladı.
Bu noktada paniğe kapılan Tayyip
Erdoğan, şimdi de yanındaki kendini Anayasa hukuku uzmanı zannedenlerin sözüne uyarak, kendi ruh âleminde hayal ettiği
Bonapartist Başkanlığa benzer “Türk Tipi Başkanlık” sistemini gündeme getirdi.
Meclisteki çoğunluğu şuanda böyle
bir Anayasa değişikliği yapmaya yetmiyor.
O zaman ne yapacaktır? Mecliste ittifaklar arayarak bu sorunu çözmeye
çalışacaktır.
Nitekim kendisi de, uzlaşma
olmadığı takdirde Meclis içinde ikili üçlü uzlaşmalar olabileceğini dile
getirmektedir.
Her ne kadar BDP şuanda başkanlık
sistemine karşı duruyor gibi görünse de onların tek amacı pazarlık güçlerini
arttırabilmektir.
Bugün katil başına çıkartılacak
bir af veya ev hapsi karşılığında BDP ile anlaşmak sorun olmayacaktır. Birde
buna CHP içinde on beş civarında olduğu söylenen milletvekilleri de ilave
edilirse bu sayı 371’e rahatlıkla ulaşacaktır.
Nitekim İmralı’da katil başı ile
görüşüldüğü Başbakan tarafından açıkça beyan edilebilmekte, uzun
yıllardan beri "elinden silahı bırakmayan terör örgütüyle müzakere edilmez,
mücadele edilir" diyen muhalefetten de buna en ufak bir tepki
gelmemektedir.
İmralı’da katil başı ile nelerin
karşılığında PKK’ya silah bıraktırma pazarlığının yapıldığını tahmin etmek de zor
olmasa gerek.
İmralı’da bu süreçte yapılan
pazarlıklara sessiz kalan muhalefetin, ileride varılacak anlaşmalara da destek
vereceği anlaşılmaktadır.
Bu gidiş ülkeyi bölünmeye götürmektir.
Gelinen nokta da Tayyip Erdoğan, İmralı’nın talimatına
uyacak olan BDP ile uzlaşma ve CHP
içinden bu anayasa değişikliğine destek verecek devşirmeler sayesinde, hem
istediği başkanlık sistemini gerçekleştirecek ve hem de uzlaşma dışında
kalanları, toplum önünde mahkûm etmeyi başaracaktır.
Bu ortamda, Türkiye’nin yeni bir anayasaya ihtiyacı vardır
demek, gaflet, delalet ve hıyanet içinde olmaktır.
İşte milletler devlet adamlarına böyle olağanüstü dönemlerde
ihtiyaç duyarlar, bunlarda tam bu
noktada devreye girerler. Ancak, şu anda maalesef Türk siyasetinde bu çapta
insanlar ya düz milletvekili ya da meclis dışındadırlar.
O bakımdan yol gösterebilecek devlet adamlığı niteliğine sahip insanlarda
medyanın bugünkü halinde seslerini duyuramaz haldedirler.