Tayyip Erdoğan “eski Başbakan”
olmaktan korkmaya başladı. Lafın nereye gideceğini düşünmeden, aklına gelenleri
hezeyan içinde söylüyor.
Örnek o kadar çok ki, ama biz sade
ikisini vereceğiz.
Başbakan bir yıl önce Milli Bayramlarımızın,
böyle hipodromlarda, stadyumlarda askeri törenlerle kutlanmasını tek parti
anlayışı, faşistlik olarak nitelemiş ve “bırakın halk bunu kendi istediği gibi
kutlasın” gibi sözde “çok demokrat” söylemlerde bulunmuştu.
Bu yıl da tam da Başbakanın bir
yıl evvel söylediklerine uygun bir şekilde, sivil toplum kuruluşları, halk
büyük bir coşkuyla 29 Ekim’i kutlama
hazırlığına girişti.
Tayyip Erdoğan ve tayfası sivil
toplum kuruluşlarının, halkın Cumhuriyet Bayramını bu kadar büyük bir coşkuyla
kutlayabileceklerini düşünememişlerdi.
Ancak her geçen gün ülkenin dört
bir yanından insanların Ankara’ya akıp, Cumhuriyetin ilan edildiği Birinci
Meclis önünde buluşup, oradan Atanın huzuruna çıkmayı planlamaya başlamasından
sonra, bu insan topluluğunun milyonu
aşacağı belli oldu.
Bu barışçıl kutlamadan rahatsız
olan, halkın kendi demokratik gücünün farkına varmasından korkan AKP iktidarı
yasak getirdi. Aynen bir yıl evvel suçladığı otoriter ülkelerde olduğu gibi.
Halbuki, Toplantı ve Gösteri
Yürüyüşleri Yasasında basın açıklaması yapmayı, Anıtkabire gitmeyi, bayram
kutlaması yapmayı izne bağlayan bir hüküm de söz konusu değildir
Başbakan iyice dengesini kaybetti
ve bir yıl evvel söylediklerini unuttu, “Kutlamaysa gelin Hipodromda kutlayın”
dedi.
Hani öyle kutlamalar faşizandı,
tek parti özentisiydi, Başbakanın hangi söylediğine inanacak bu halk.
Yapılan barışçıl bir Cumhuriyet
Bayramı kutlamasıydı, Anayasamızda, İnsan Hakları Evrensel Bildirisinde, Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesinde ve Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklar
sözleşmesinde koruma altına alınmış bir toplanma hakkının kullanılmasıydı.
Ama siyasi iktidar, halktan
korktuğu için bu barışçıl toplantıyı, “kışkırtıcıların olay çıkartacağına dair”
istihbarat aldık, o nedenle yasakladık demek aczi yetini gösterdi.
Demokratik bir ülkede devletin
görevi, vatandaşının temel bir hakkını kullanmasının önündeki bütün engelleri
kaldırmaktır.
Eğer kışkırtıcılar varsa onları
engellemektir devletin görevi, yoksa
vatandaşın barışçıl bir toplantısını yasaklamak değil.
İktidarın durumu, “okullar
olmasaydı, maarifi ne güzel yönetirdim” diyen Maarif nazırını anımsatıyor.
Ülkenin Başbakanı Ulus’a gelen Sivil
Toplum kuruluşlarını, “yasadışı örgüt” olarak niteledi.
Bu sivil Toplum kuruluşlarından
bir tanesi Kamu Yararına Dernek olan Atatürkçü Düşünce Derneğidir, bir diğeri
Türkiye Gençlik Birliğidir ve diğerleri de yasalara göre kurulmuş sendika ve
derneklerdir.
Bunlardan hangisi yasa dışı
örgüttür, Başbakan bunu açıklamak zorundadır. Kişi ve kurumları lekelemeğe suçlamaya
hakkı yoktur.
Kendi bakanı bile “kışkırtıcı bir
olayın olmadığını” söylemek zorunda kaldı.
AKP iktidarı, ulusal ve
uluslararası hukuka aykırı bir şeyler yapacağı zaman gizemli sözcük
“istihbarat”ın arkasına sığınıyor; ya da
birileri bunlarla argo tabiriyle “kafa buluyor”. Bunların bütün
istihbaratları fos çıkıyor ve alay konusu oluyorlar.
Tayyip Erdoğan “Ulusta Türk
Bayrakları ile yürümek önemli değil, Hakkari de yürüsene” diye bilecek kadar
dengesini yitirmiştir.
Eğer bu ülkede Türk Bayrağı ile yürünemeyecek
bir yer varsa, bunun hesabını vermesi gereken kişi Başbakandır.
On yıldır iktidardasın artık
kimseyi suçlayacak durumda değilsin.
Ama artık halk uyandı, kömürle,
makarnayla kandırabileceklerinin dışında, kendi günlük çıkarlarından önce ülkesinin
menfaatlerini düşünen milyonlar uyandı.
Başbakanı asıl korkutan, dengesini
bozan, artık kurtarıcı beklemekten vaz
geçip, demokratik haklarını kullanarak kendini kurtarmaya karar veren,
Cumhuriyetin değerlerine sahip çıkan büyük halk kitlelerdir.
Başbakan ve şürekâsı halkın
demokratik tepkisinden korkuyorlar.
Eski Başbakanlar onurlarıyla
yaşarlar, tabii hesap vermekten
korkmuyorlarsa. Ama verilemeyecek hesabı olan Başbakan olmak hakikaten çok zor
ve ürkütücüdür.
İktidar ve özellikle de Tayyip Erdoğan
eski olmaktan korkmaya başladı.