7 Ekim 2012 Pazar

SURİYE BATAKLIĞI



Başbakan, “Akçakale’de yaşanan olayı bir ülkede yaşanan çatışmanın sınır ötesini de etkilemesi gibi sıradan hadise olarak telakki edemeyiz. Ulusal güvenliğimize yönelik bu saldırıya, bu provokasyona, hemen akabinde misliyle karşılık verilmiş, belirli hedeflerin vurulması yoluna gidilmiştir” demiştir.
Bu ifade karşısında bazı soruları cevaplamak gerekmektedir.
Türkiye Suriye ilişkileri Sayın Ahmet Necdet Sezer’in Suriye ziyaretiyle başlayarak düzelmiş ve hatta AKP İktidarı döneminde de nerdeyse vıcık vıcık bir ilişkiye dönüşmüştür.
Aile boyu ziyaretler, Esad’ın karısı ve akrabalarıyla ege sahillerinde yat gezileri, ortak bakanlar kurulu gibi.
Esad, ABD’nin kendisine önerdiği füze kalkanı kurma teklifini red etmeseydi, Tayyip bey Suriye’de insan hakları ihlalleri olduğunu dile getirebilecek miydi?
ABD istemese Özgür Suriye Ordusu denen ne idiği belirsiz güruha kucak açar mıydı?
Onlara silah mühimmat ve lojistik destek verir miydi?
O güruhun üst olarak bu ülkenin topraklarını kullanmasına izin verir miydi?
Ulusal güvenliğimiz tehlikeye sokan bu girişimlerin üstüne tuz biber ekercesine, “geçici sığınmacı” kamplarından Suriye topraklarına çatışmaya gidip gelen sığınmacı kisvesi altındaki teröristlere bu serbestîyi tanır mıydı?
Eğer sığınmacılara gerçekten insani yardım yapılmak istense, onları çatışmalardan uzak tutmak için,  o kampların daha iç bölgelere yapılması gerekmez miydi?
Ama amaç insani yardımın çok ötesinde, içinde Suriye vatandaşı olmayan, paralı askerler, CİA tetikçilerini de bulunduran Özgür Suriye Ordusunun üst olarak kullandırılması olduğu için, o kamplar şimdi bulundukları yerlere kurdurulmuştur.
120 bin sığınmacıyı bu ülkeye yerleştiren Tayyip Erdoğan, çatışmanın en yoğun yaşandığı sıfır noktasındaki Akçakale’yi boşaltmayı düşünmeyerek o beş insanımızın ölümünün tek sorumlusudur.
Yukarıda saydığımız nedenlerden ötürü, bir komşu ülke ile Türkiye savaşma noktasına gelmiştir.
Ulusal güvenliğimizi tehlikeye düşüren Tayyip Erdoğan ve kendisini Osmanlı’nın Hariciye Nazırı  zanneden derinliği kendinden menkul Ahmet Davutoğludur.
Bu nedenle Yüce Divanda hesap vermelidirler.
Türkiye bu denli ABD hesabına tetikçilik yaparken, gerek NATO’dan ve gerekse de BM’den beklediği desteği  görememiştir.
Türkiye ABD’nin tetikçiliğine soyunurken iki, ama çok önemli iki noktayı gözden kaçırmıştır. Oda Orta Doğu’nun Ruslar için ne kadar önemli olduğu gerçeği ve enerji bağımlılığımızdır.
İlk olarak, Eski Varşova Paktı ve Balkan ülkelerini AB’ye kaptırmış olması,  Asya Pasifikte Japonya ve Çinin daha ağırlıklı hale gelmeleri Rusya’nın hareket alanını daraltması nedeniyle şimdi kendisi için en önemli bölge Kafkaslar ve Ortadoğu haline gelmiştir. 
Ayrıca deniz üssü nünde bulunduğu Suriye’yi desteklemekten vaz geçmesi de düşünülemez?
İkinci olarak, enerji konusunda, doğal gaza olan bağımlılığımız sadece ısınma konusunda değildir.Aynı zamanda elektrik üretiminin %33 ü de doğalgaz santrallerinden elde edildiği için Rusya ve İran’ın tepkilerini göz ardı edemezsiniz.
O zamanda iki şey düşünülür, Tayyip Erdoğan ve arkadaşları ya bunları bile göremeyecek kadar dış politika cahilidirler , ya da iç politikada dibe vurdukları için,  bir dış politika macerasıyla  bunun üstüne şal örtmeğe çalışmaktadırlar.
Bir şeyi unutmamız gerekiyor, sonsuza dek aynı bölgede yaşayacağımız ve aramızdaki sorunlar asgariye inmiş bir Suriye’den  yine bir ebedi düşman yarattık.
Geriye dostunuz diye, El Kaide,Taleban, Müslüman kardeşler kaldı.CİA tetikçilerini saymıyorum onlar bugün burada yarın Kuzey Irak’ta PKK’nın eğitimine katkı verirler veya lejyonerliğine soyunurlar.
Ulusal güvenliğimizin üstüne titrediklerini söyleyen Tayyip bey ve arkadaşlarına; Kandilden yönetilen, içerdeki siyasi destekçilerinden de destek alan terör örgütü, iç güvenliğimizi hiç mi tehdit etmiyor, diye sormak gerekiyor.