Başbakan, “Akçakale’de yaşanan olayı bir
ülkede yaşanan çatışmanın sınır ötesini de etkilemesi gibi sıradan hadise
olarak telakki edemeyiz. Ulusal güvenliğimize yönelik bu saldırıya, bu provokasyona,
hemen akabinde misliyle karşılık verilmiş, belirli hedeflerin vurulması yoluna
gidilmiştir” demiştir.
Bu ifade karşısında bazı soruları
cevaplamak gerekmektedir.
Türkiye Suriye ilişkileri Sayın Ahmet
Necdet Sezer’in Suriye ziyaretiyle başlayarak düzelmiş ve hatta AKP İktidarı
döneminde de nerdeyse vıcık vıcık bir ilişkiye dönüşmüştür.
Aile boyu ziyaretler, Esad’ın karısı ve
akrabalarıyla ege sahillerinde yat gezileri, ortak bakanlar kurulu gibi.
Esad, ABD’nin kendisine önerdiği füze
kalkanı kurma teklifini red etmeseydi, Tayyip bey Suriye’de insan hakları
ihlalleri olduğunu dile getirebilecek miydi?
ABD istemese Özgür Suriye Ordusu denen
ne idiği belirsiz güruha kucak açar mıydı?
Onlara silah mühimmat ve lojistik destek
verir miydi?
O güruhun üst olarak bu ülkenin
topraklarını kullanmasına izin verir miydi?
Ulusal güvenliğimiz tehlikeye sokan bu
girişimlerin üstüne tuz biber ekercesine, “geçici sığınmacı” kamplarından
Suriye topraklarına çatışmaya gidip gelen sığınmacı kisvesi altındaki
teröristlere bu serbestîyi tanır mıydı?
Eğer sığınmacılara gerçekten insani
yardım yapılmak istense, onları çatışmalardan uzak tutmak için, o kampların daha iç bölgelere yapılması
gerekmez miydi?
Ama amaç insani yardımın çok ötesinde, içinde
Suriye vatandaşı olmayan, paralı askerler, CİA tetikçilerini de bulunduran Özgür
Suriye Ordusunun üst olarak kullandırılması olduğu için, o kamplar şimdi
bulundukları yerlere kurdurulmuştur.
120 bin sığınmacıyı bu ülkeye
yerleştiren Tayyip Erdoğan, çatışmanın en yoğun yaşandığı sıfır noktasındaki
Akçakale’yi boşaltmayı düşünmeyerek o beş insanımızın ölümünün tek
sorumlusudur.
Yukarıda saydığımız nedenlerden ötürü,
bir komşu ülke ile Türkiye savaşma noktasına gelmiştir.
Ulusal güvenliğimizi tehlikeye düşüren Tayyip
Erdoğan ve kendisini Osmanlı’nın Hariciye Nazırı zanneden derinliği kendinden menkul Ahmet
Davutoğludur.
Bu nedenle Yüce Divanda hesap vermelidirler.
Türkiye bu denli ABD hesabına tetikçilik
yaparken, gerek NATO’dan ve gerekse de BM’den beklediği desteği görememiştir.
Türkiye ABD’nin tetikçiliğine soyunurken
iki, ama çok önemli iki noktayı gözden kaçırmıştır. Oda Orta Doğu’nun Ruslar
için ne kadar önemli olduğu gerçeği ve enerji bağımlılığımızdır.
İlk olarak, Eski Varşova Paktı ve Balkan
ülkelerini AB’ye kaptırmış olması, Asya
Pasifikte Japonya ve Çinin daha ağırlıklı hale gelmeleri Rusya’nın hareket
alanını daraltması nedeniyle şimdi kendisi için en önemli bölge Kafkaslar ve
Ortadoğu haline gelmiştir.
Ayrıca deniz üssü nünde bulunduğu
Suriye’yi desteklemekten vaz geçmesi de düşünülemez?
İkinci olarak, enerji konusunda, doğal
gaza olan bağımlılığımız sadece ısınma konusunda değildir.Aynı zamanda elektrik
üretiminin %33 ü de doğalgaz santrallerinden elde edildiği için Rusya ve
İran’ın tepkilerini göz ardı edemezsiniz.
O zamanda iki şey düşünülür, Tayyip Erdoğan
ve arkadaşları ya bunları bile göremeyecek kadar dış politika cahilidirler , ya
da iç politikada dibe vurdukları için, bir dış politika macerasıyla bunun üstüne şal örtmeğe çalışmaktadırlar.
Bir şeyi unutmamız gerekiyor, sonsuza
dek aynı bölgede yaşayacağımız ve aramızdaki sorunlar asgariye inmiş bir Suriye’den
yine bir ebedi düşman yarattık.
Geriye dostunuz diye, El Kaide,Taleban,
Müslüman kardeşler kaldı.CİA tetikçilerini saymıyorum onlar bugün burada yarın
Kuzey Irak’ta PKK’nın eğitimine katkı verirler veya lejyonerliğine soyunurlar.
Ulusal güvenliğimizin üstüne
titrediklerini söyleyen Tayyip bey ve arkadaşlarına; Kandilden yönetilen,
içerdeki siyasi destekçilerinden de destek alan terör örgütü, iç güvenliğimizi
hiç mi tehdit etmiyor, diye sormak gerekiyor.