Türkiye dış politikasını dost (!)
ülkelerin siyasal çıkar ve hedeflerini gerçekleştirmek için yaptıkları telkin
ve baskılara göre değil, kendi ülkesinin refahı ve halkının gönenci için
oluşturmalıdır.
Türkiye, on yıllık AKP iktidarı
döneminde böyle davranmamış, tam aksine orta doğu ve Suriye politikalarını
oluştururken, kendi çıkarlarını korumak yerine ABD’ninkileri korumaya
çalışmıştır.
ABD’nin, demokrasi getirme yalanı
altında, yönetimlerini değiştirmek istediği yedi ülkeden üçü olan İran, Irak ve
Libya orta doğunun en büyük petrol ihracatçısı olan ülkelerdir.
ABD yönetimi, Ortadoğu petrollerine,
kendi halkının mutluluğu için muhtaçtır. Bugün için ABD, tükettiği petrolün
yarısına yakınını ithal etmektedir. 2025 yılına kadarda bu payın %70 lere
yaklaşacağı hesaplanmaktadır.
Sadece bu anlatım bile, bu yedi ülkeye
demokrasi getireceğiz söylemlerinin basit birer kandırmaca olduğunu ortaya
koymaktadır.
Suriye petrol ihracatçısı bir ülke
olmamakla beraber bölünmesi ve kuzey Suriye’de kuzey Irakla bütünleşmiş bir Kürt bölgesinin
oluşması ile Musul ve Kerkük petrollerinin Türkiye’ye muhtaç olmadan Akdeniz’e,
dolayısıyla Hayfa limanına kadar
ulaşması sağlanmış ve ABD’nin buradan çekeceği petrol güvence altına alınmış
olacaktır.
Ülkeler dış politikalarını, ABD
örneğinde olduğu gibi, kendi ekonomik ve siyasi çıkarları üstüne planlarlar.
Dış politika planlaması böyle yapılması
gerekirken, Türkiye ne yapmaktadır?
Kendi halkının mutluluğunu hiçe saymış,
ABD’nin tetikçiliğine soyunmuştur.
ABD öyle istiyor diye, ne idiğü
belirsiz, mensuplarının büyük çoğunluğu başka ülkelerden gelmiş olan Özgür
Suriye Ordusu’na, dış politikamızın temelini oluşturan “Yurtta Sulh Cihanda Sulh”
ilkemizi çiğneyerek destek sağlamış ve böylece ebedi bir komşumuzla, ebedi düşmanlık
yaratmıştır.
Çukurova Üniversitesi öğretim
üyelerinden Zirai Ekonomi Profesörü dostum Prof. Dr. Oktay Gürsoy hükümetin
Suriye politikasının ülkemizin ekonomik çıkarlarına nasıl zarar verdiğini anlatan bir mektup gönderdi.
Bir kısmını aynen alıyorum.
“….Suriye krizinin her geçen gün Suriye
sınırı ve yakını illerin ekonomilerini çökerttiğini bu kayıpların ülke
ekonomisini de çok olumsuz etkilediği açıkça ortadır.
Rakam tartışılabilinir, ancak bana göre
ülkemizin yıllık kaybı 20-25 milyar doları bulacak durumdadır. Öncelikle Suriye
ve Türkiye arasında kriz öncesi ekonomi bahar havası içinde Suriye’nin
ülkemizden ithalatı, diğer Arap Yarım Adası ülkelerine yapılan transit ihracat,
turizm, inşaat ihaleleri, sınai ve diğer ortak yatırımlar iş olanakları, sınır
ticareti, taşımacılık dikkate alınmalıdır.
Örneğin, şu günlerde narenciye hasadı
başlamıştır ve çiftçi kan ağlamaktadır.
2005 yılından beri portakal 30 kuruş
düzeyinde fiyat bulmaktadır ve bugünde aynı fiyat verilmektedir. Ne var ki
mazot, ilaç, gübre fiyatları en az %60 artiş sergilemiş ve bu geçen yedi yıl
içinde enflasyon reel anlamda 2005 yılına göre %100 artmıştır.
Bu durum bölgede yetişen tüm ürünler
için geçerlidir ve olan çiftçiye olmaktadır.
Aynı biçimde sınır illerinde Hatay,
Kilis, Gaziantep, Şanlı Urfa, Mardin illerinde pek çok sanayi, ticari ve hizmet
sektörü firması kapanmış veya kapanma noktasına gelmiştir.
Bir diğer örnek ise Suriye de üç oteli olan bir otel zinciri de bunları
kapatmak zorunda kalmıştır.
Daha yüzlerce örnek verilebilinir.
Sadece Suriye ile değil yaklaşık olarak
22 Arap ülkesi ile olumsuz hava teneffüs edilmektedir. Ne olursa olsun Arap
ülkelerinde gizli bir Arap milliyetçiliği vardır ve ilk bakışta görünmeyen bu
duygular savaş durumunda çok belirgin olarak ortaya çıkacak ve o zaman ekonomik
kayıplar daha da büyüyecektir.” Diyor Sayın Gürsoy.
Türkiye, böyle aklıselim sahibi
insanları değil, kendisini Pargalı İbrahim zanneden Hariciye Nazırı
Davutoğlu’nun çizdiği yol haritasıyla, tarafsızlığını korumak yerine, kendisi
için tehlikeli bir bataklık olan Suriye işine bulaştırılmıştır.
Türkiye’nin ulusal onuru, kimseye
tetikçilik yapmadan, tarafsız kalarak Suriye bataklığına bulaşmadan korunabilirdi,
maalesef bu yapılmadı. Ulusal çıkarı ise, en az ABD yöneticileri kadar halkının
mutluluğunu düşünerek sağlanabilirdi, bu da yapılmadı, ABD halkının mutluluğu,
Türk Halkının mutluluğundan daha üstün tutuldu.