Suriye
krizinin geldiği son noktada Türkiye kendi hava
sahasını transit geçiş için kullanan önce bir Suriye uçağını arkasından da bir
Ermenistan uçağını indirdi ve aradı.
Bu yapılanlar
kalın çizgileriyle uluslararası hukuka uygun görülebilir, ancak sanki biraz
keyfilik var gibi geliyor. Olaylar demokratik bir ülkede cereyan etmesi gerektiği gibi şeffaf bir
şekilde yaşanmamaktadır.
Türkiye’nin de imzalayarak taraf
olduğu 1944 tarihli “Uluslararası Sivil
Havacılık Sözleşmesi” nin (Chicago sözleşmesi) 35. Maddesi Uluslararası sivil
hava taşımacılığı yapan uçakların, savaş mühimmatı ve savaş malzemesi taşıyamayacaklarını
söyler.
Anlaşmaya taraf olan devletler,
sözleşmenin 35. Maddesinin amaçlarına uygun olarak, nelerin savaş mühimmatı ve
savaş malzemesi olduğunu çıkaracakları kendi ulusal mevzuatlarıyla belirleyeceklerdir.
Bu belirlemeler keyfi olmayıp,
Uluslararası Sivil Havacılık Teşkilatı’nın (ICAO) zaman zaman yapacağı
tavsiyelerde göz önüne alınarak düzenlenecektir.
Şimdi Türkiye böyle bir milli
mevzuat düzenlemesi yapıp bunun bildirimi yapılmış mıdır?
Bildirim, hukuksal sonuçlar
doğuracak nitelikteki belli bir olayı, bir durumu, bir eylemi ya da belgeyi
üçüncü kişilerin, devletlerin bilgisine resmen sunma işlemidir.
Türkiye böyle bir iç mevzuat
düzenlemesi yapmış mıdır? Eğer yapmış ise, bunu hangi tarihte yapmış ve üçüncü
devletlerin bilgisine sunmuş mudur?
Rus uçağında bulunan malzemeler
bizim iç hukuk düzenlememizde yasaklanan malzemelerden midir?
Böyle bir bilgilendirme işlemi
yapılmış ve hava sahamızı kullanan Ruslar kendilerine de bildirilmiş olan iç
mevzuatımıza göre hava sahamızdan sivil uçaklarla taşınması yasak olan
malzemeyi taşımışsa, Chicago Sözleşmesi’ne aykırı davranmıştır
O zaman Türkiye’nin
Rusya’ya sert bir nota vermesi gerekmez miydi?
Uçakta bulunan malzemelerin
listesi ile bizim kendi mevzuatımızla taşınması yasaklanan malzemelerin listesi
yan yana yayınlanarak, uçağın niçin indirilip arandığı kamuoyuna açıklanır ve
böylece demokratik bir ülkede olması gereken şeffaflık sağlanır, kamuoyu
desteği de sağlanırdı.
Ama Hariciye Nazırı derinliği
kendinden menkul Davutoğlu kimseyi bilgilendirmek ihtiyacı duymamaktadır.
Uçakların indirilmeye başlandığı
andan itibaren, kamuoyuna böyle bir açıklama yapılmadığı için uçak indirme
eylemlerinin keyfi olup olmadığı toplum tarafından anlaşılamamaktadır.
Suriye ile aramızda bir ilan
edilmiş bir savaş hali yok iken ve ayrıca BM’nin Suriye’ye karşı aldığı bir
yaptırım kararı da bulunmazken, yapılan işlem keyfilik taşımıyor mu? En azında
bu görüntüyü vermiyor mu?
Kendisini Ortadoğu’nun patronu
zanneden iki siyasetçimiz yüzünden, Suriye hava sahasını Türk uçaklarına
kapattı. Bu yüzden THY Ortadoğu
ülkelerine yaptığı her sefer başına 1500 dolarlık fazla jet yakıtı kullanmaya
başladı.
Türkiye’nin Suriye krizi nedeniyle
ekonomik kaybının yıllık 20-25 milyar dolar olduğunu geçtiğimiz haftalarda
yazmıştık.
Asıl büyük tehlike, Güneydoğumuzda
yaşanan kontrolümüz dışına çıkmış olaylardır.
Batı basınında, en son olarak da
New York Time’da , Suudi Arabistan ve Katar’ın Suriyeli muhaliflere sağladıkları silahların katı İslamcı
örgütlerin eline geçmesi üzerine bundan rahatsızlık duyan ABD’nin tedbir almaya
çalıştığı, CİA Başkanı’nın geçen ay Türkiye’ye yaptığı ziyaretinin sebebinin bu
olduğu ve ajanlarını da Türkiye Suriye hududuna gönderdiği yazılıyor.
Bazı karanlık tiplerin bu bölgede kaçak
silah ticareti de yapmaya başladıkları gene batı basınında yer almaktadır.
Türkiye, Suriye olayına bakarken
ABD İsrail’e nasıl bakıyorsa, Rusya’nın da İsrail’e öyle baktığını göz ardı
etmeden serin kanlı düşünmek zorundadır.
Bugüne kadar uçakta çıkan
malzemelerin listesi bir türlü açıklanamamaktadır. Bu durum Uludere de olduğu gibi kamuoyunu yine yanlış
bilgilendirilerek bir oyuna getirildiği düşüncesi yaygınlaştırmaktadır.
Yapılan bu yanlışlıklardan ötürü
Suriye ile ilişkilerin sertleşmesine ve bu arada daha da tehlikelisi,
hudutlarımızda kontrolden çıkan bu olayların bir iç kaos yaratmaya neden
olacağı göz ardı edilmemelidir.