HUKUK HERKESE LAZIM Bir kısım siyasetçiler için demokrasi varılmak istenen hedefe ulaşmak için gerekli olan bir araçtır.
Hatırlanacağı üzere Tayyip Erdoğan da geçmiş yıllarda, demokrasi bizim için bir araçtır, zamanı geldiğinde ineriz demişti.
Demokrasiyi bir araç olarak kabul edip, onun nimetlerinden istifade ederek iktidara gelenler, parlamenter demokrasinin en zayıf noktası olan yürütmenin yasamaya egemen olmasından da istifade ederek, toplumu baskı altına alarak hedeflerine ulaşmak için önce özgür basını sustururlar.
Basın özgürlüğü gerçek demokrasilerde özel bir önem taşır. Zira, demokrasinin en büyük erdemi her şeyin doğru yapılması değil, tam aksine yapılan yanlışlıkların, düzeltilebilmesinin sağlanmasıdır. Ama bu yanlışlıkların ortaya konup düzeltilmesini isteyebilmek için, önce bu yanlışların özgürce söylenip tartışılabilinmesi mümkün olmalıdır. Bu ancak özgür, araştırabilen sorgulayabilen bir basının varlığı ile söz konusu olabilir.
Bu nedenle, AKP iktidarı önce basını ekonomik baskılarla susturup konuşamaz hale getirmiştir. Sonra, bu ülkeye dolayısıyla da kendisine yapılabilecek en büyük kötülüğü yaparak, demokrasilerde denetim ve fren mekanizması olan yargıyı da ele geçirme operasyonunu başlatmış ve buna da 12 Eylül 2010 Anayasa değişikliği ile ulaşmıştır.
Yürütmenin yasamaya egemen olmasıyla, yani parlamento denetimi en aza indirgendikten sonra demokrasilerde en tehlikeli olanı birde yargının siyasallaşmasıdır. Böylece kuvvetler birliği sağlanarak siyasal İktidarı denetleme ve frenlemek artık mümkün olmaz.
İşte Türkiye bugün tam bu noktadır.
Yargı o kadar siyasallaşmıştır ki; istediği hedefe ulaşabilmek için kendisini şekillendiren iktidarın yaptığı Anayasayı bile yok sayarak, Anayasa’ya göre Yüce Divanda yargılanması gereken Genel Kurmay Başkanı’nı özel yetkili ağır ceza mahkemesinde yargılayabilirim diyebilmektedir.
Bu artık hukukun üstünlüğünün bittiğinin, bir yargı despotizminin, yargı vesayetinin başladığının açık göstergesidir.
İktidar, batı basının yazdığı gibi orduyu da güdümüne almak için generalleri tasfiye ederek “kartları yeniden karma” yanlışına girmiş görünüyor. Yarın aynen kendisi gibi, demokrasinin nimetlerinden istifade ederek has bel kader iktidarı elline geçiren bir başka iktidarda bu sefer yargının kartlarını yeniden kararsa ne olur?
Çok bilinen bir hikâyedir. Güney Amerika da, hukukun diktatörden diktatöre değişerek uygulandığı ülkelerinden birinde, darbeye teşebbüsten yargılanan Albay’a, hakim ortaklarının kim olduğunu sorar. Albay çok rahat, hatta küstah bir edayla kısa bir cevap verir, sendin diye. Hâkim hiddetlenir, saygısızlık etme der. Albay gene aynı rahatlık ve umursamazlıkla, çünkü başarsaydım, bugün benim adıma yargılama yapacaktın, der.
İşte hukuk herkese, her zaman lazım olan ve herkese eşit uygulanması gereken en güçlü sığınaktır.
Anayasaya göre Yüce Divan’da yargılanması gereken, dünyanın dördüncü büyük ordusuna komuta etmiş bir Genel Kurmay Başkanı’nı, emekli olduktan bir buçuk yıl sonra, görevinin başındayken yapmadığı darbeyi planlamak, Türk Silahlı Kuvvetlerini terör örgütü, onun 26. bir numarasını da terör örgütü yöneticisi olmak iddiaları ile; yargılanması gereken yüce divan yerine özel yetkili mahkemelerde yargılamaya kalkarsanız bunun ileri demokrasiyle bir alakası da olmaz. Olsa olsa hukukun ayaklar altına alınması olur.
Yarın biri de kalkar, yargıda kartları yeniden kardıktan sonra, Bakanlığınız, Başbakanlığınız zamanında yaptığınız iddia edilen bir yolsuzluktan ötürü ve hem de benzer bir mantıkla; yolsuzluk yapmak, çoluğuna, çocuğuna menfaat sağlamak, görevinle ilgili değildir, bu nedenle yüce divan yerine özel yetkili ağır ceza mahkemesinde yargılanman gerekir diyebilir.
İşte o zaman hukuka ne kadar ihtiyacınız olduğunu, hukukun eşit ve yansız uygulandığı zaman ne kadar emniyetli bir sığınak olduğunu anlarsınız.