Atatürk devrimleri Türk toplumuna insanca ve muasır medeniyeti de aşarak yaşatmayı hedefler. Bu nedenledir ki, Türk devriminin yaratıcısı, gençliği devrimlerin savunucusu ve devamlılığını sağlayan unsur olarak kabul eder.
1960’lı yıllara gelinceye kadar, gençliğin bir toplumsal ve siyasal güç olduğunun önemini Dünya henüz anlamaya başlamışken, çağın yetiştirdiği en büyük siyasi ve askeri deha olan Ulu Önder Atatürk, daha 20. yüz yılın başında gençliğin önemini, çağdaşlarından farklı olarak kavramıştır.
Birinci Dünya savaşı sonrası batı dünyasının önde gelen liderleri tek tip kafalı, üniformalı gençler yetiştirip, emperyalist emellerini gerçekleştirmek için başlattıkları savaşlarda ölüme gönderirken; aynı dönemde Atatürk, gerçekleştirdiği devrimi genç kuşaklara emanet etmiştir. Bu, fikri ve vicdanı hür devrimci bir gençlik yaratmanın önemini görmüş olmasından kaynaklanmıştır.
Dünya’da devrimlerini ve kurduğu laik cumhuriyeti, gelecek kuşakların temsilcisi olan gençlere emanet eden bir başka lider yoktur.
İşte Atatürk devrimlerini yozlaştırıp, devrimlerinin gereği olan demokrasiyi yıkarak yeni Osmanlıcılık hayali ile yaşayanlar, onu unutturarak Kemalizm’le hesaplaşma noktasına gelmişlerdir.
Önce vasiyeti 12 Eylül faşist cuntası tarafından çiğnenmiş, arkasından bugün “Anıtkabir’de sap gibi duruyorlar” diyen bir şahsın başında bulunduğu hükümet, emperyalizme karşı bir milletin muhteşem şahlanışının askeri olarak zafere ulaştığı gün olan 30 Ağustos zafer bayramı kutlamalarını, deprem bahanesi arkasına sığınarak iptal ettikten sonra, şimdi de 19 Mayıs Geçlik ve Spor Bayramını kutlamalarını Ankara dışındaki illerde yalnız okullarda kutlanması Milli Eğitim Bakanı tarafından bir genelgeyle istenmiştir.
Kimdir bu Bakan?
İntihal yaparken yakalanmış, Atatürk ve laik Cumhuriyete karşı olduğu bilinen bir kişidir.
İşte bu bakan “Anıtkabir’de sap gibi duruyorlar” diyen şahıs tarafından Atatürk’ü unutturma göreviyle bilinçli bir şekilde bu bakanlığa atanmıştır.
Bunu nereden anlıyoruz ? Aslan Bulut’un yazısına belirttiği “Bilgi ve Hikmet adlı dergide yer alan yazısında : “Türkiye’de Cumhuriyet ilkesinin yerini katılımcı bir yönetime devretmesi gerektiği ve nihayet laiklik ilkesinin yerine İslam’la bütünleşmesinin gerekli olduğu kanaatini taşıyorum. Böylece Türkiye Cumhuriyeti’nin başlangıçta ortaya koyduğu bütün temel ilkelerin laiklik, cumhuriyet ve milliyetçilik gibi birçok temel ilkenin yerini daha çok katılımcı, daha ademi merkeziyetçi daha Müslüman bir yapıya devretmesi zorunluluğu ulunduğunu ve artık bunun zamanını geldiği düşüncesini taşıyorum” demesinden.
Bu zihniyet Cumhuriyete karşıdır.
Bu zihniyet demokrasinin olmazsa olmazı olan laikliğe karşıdır.
Bu zihniyet milliyetçiliğe yani ulusal bağımsızlığa karşıdır, yerelci ve Küreselcidir.
Bu nedenledir ki, bu devletin kuruluşunun başlangıcı olan 19 Mayıs 1919’u içlerine sindiremezler.
19 Mayıs 1919 dan başlayıp 9 Eylül 1923’e uzanan süreçteki aç, çıplak, özetle yoksul bir milletin emperyalizme karşı ulusal şahlanışının izlerini silmek arzusu içindedirler.
Laik, demokratik cumhuriyeti oluşturan devrimlerin emanet edildiği gençliğe son kırk yıldır ne verdik, sevgi verdik mi? Hayır. Umut verdik mi? Hayır. Mutlu bir gelecek vaat edebildik mi? Hayır. Her şeyden önce, tüm devrimlerin emanet edildiği gençlere DEĞER VERDİK Mİ? Hayır.
Halbuki o “NUTKU” nu bitirirken, bütün olabilecek, bugünküne benzer olumsuzlukları sıraladıktan sonra, bu topraklar üstünde yaşayacak olan genç kuşaklara şöyle sesleniyordu “Ey Türk istikbalinin evladı! İşte bu ahval ve şerait için de dahi vazifen Türk istiklal ve Cumhuriyetini kurtarmaktır”
19 Mayıs gösterileri ile ilgili şimdilik getirilen kısıtlamalar, karşı devrim tamamlanıp başarılı olduktan sonra tamamıyla kaldırılacaktır.Bunu unutmamak gerekir.