29 Mart 2015 Pazar

TEK ADAM REJİMİ


Egosu yüksek siyasetçiler, ellerine güç geçtiği zaman, iktidarlarının devamı uğruna, adım adım demokrasiyi feda etmeye başlarlar.
Bunun ilk adımı da  basın yayın organlarına özellikle de tarafsız yayıncılık yapmak isteyen kuruluşlar ve çalışanları üstüne baskı uygulamaktır.
Tek adam rejimlerinde  muhalif sese  tahammül edilemez.
Bu nasıl temin edilir?
Ekonomik ve yargısal baskı ile olur.
Ekonomik baskıda, vergi denetimi ve reklam verdirmeme şeklinde olur.
Elbette devlet vergi denetimi yapacaktır, bu devletin hem hakkı ve hem de görevidir. Tabii bu vergi denetim hakkı kullanılırken demokratik ülkelerde olduğu gibi tarafsız olmak gerekir.
Ama vergi denetim kurumu “özerk” değil de, siyasal iktidarın emrinde ise, zaten tarafsızlığı söz konusu olamaz.
Yönetenler demokrasiyi içselleştirememişlerse, onu sadece belli amaca ulaşmak için bir vasıta olarak kabul ediyorlarsa yöntem tektir.
Psikolojik bir yıldırma harekatıyla, mükellefe, yani hoşlanılmayan medya kuruluşuna, onu  taciz edip susturmak için haksız ve hukuksuz, akıl almaz, eşi, örneği  görülmemiş   miktarlarda vergi cezaları kesilir.
Bu cezaların hepsi mahkemeler tarafından iptal edilse bile netice elde edilmiş, basın kuruluşunun patronu uğradığı psikolojik şiddet nedeniyle baskı altına alınmış olur.
Bu yapılan bir vergi denetimi olmayıp, tipik bir ekonomik ve psikolojik şiddet uygulamaktır.
Ekonomik baskının bir diğer şekli de kendince muhalif diye düşünülen, yazılı ve görsel basın kuruluşuna reklam veren şirketleri, reklam vermemeleri konusunda “nazik !” bir şekilde uyararak reklamı kestirmektir.
Bir diğer baskı yöntemi de, tek adamın kişisel siyasal gücünü kullanarak yargı yolunu kullanmasıdır.
Gazetecinin veya yayın kuruluşunun yazdığı her eleştiri yazısı ya da    yaptığı her eleştirel programdan  sonra, savcılığa suç duyurusunda bulunulur; tazminat davaları açılır.
Elbette meşru yol ve vasıtalarla mahkemeler önünde davacı ve davalı olmak  bir haktır.
Ancak herkes bu hakkını kullanırken dürüstlük kuralına uymak zorundadır, bu dürüstlük kuralına uymayanı hukuk korumaz, korumaması da gerekir.
Bu  çağdaş hukukun genel geçer bir kuralıdır.
Tek adam, hoşlanmadığı gazetecinin her yazısından sonra kendisini ilgilendirmese bile adalet sistemini kullanarak ve özellikle de  sıfatı nedeni ile de  masum kişileri sonu gelmeyen   davalarla uğraşmak  zorunda bırakarak psikolojik şiddet uygular.
Basın özgürlüğü böylece ortadan kalkmaya başlar.
Aslında bu durumun, yani  psikolojik şiddetin  mağduru, sadece gazeteci değildir. Bu gazeteciyi davalara muhatap olma kâbusuna düşürerek susturmaya çalışan kişi, aynı zamanda halkın haber alma, doğru bilgilenme hakkını da elinden alarak  halkı da mağdur etmektedir.
Görevini yapan gazeteciyi,  sonu gelmeyen davalarla muhatap kılmak, bu kişiye karşı bir psikolojik şiddet uygulamaktır.
Bu gazetecileri ya da medya patronlarını sonu gelmeyecek davalara   muhatap olma  kabusu içine sokanlar, umumiyetle  “siyasal reformist” sanrıları olanlardır.
Bütün tek adamcılık oynayan siyasetçi tipleri, kendilerini siyasal reformist zannederler. Bunların ortak özelliği, kendilerini büyük siyasi reformlar yapan ve böylece içinde yaşadığı topluma tek başına şekil  ve yön verebilecek kişi olarak görürler.
Eleştiriye, hatta çok basit   bir eleştiriye dahi tahammülleri yoktur.Bunlar zaten sayıları iyice azalmış birkaç namuslu kalemini satmayan gazeteciye de tahammül edemezler;  bunlar aleyhine sürekli olarak yasal yollara başvurma eğilimindedirler.
 Bunların ağzından hiçbir zaman “Basın özgürlüğünden doğan sakıncaların giderilme aracı, yine basın özgürlüğüdür” cümlesini duyamazsınız.
Bunlar aslında toplum için de sorun oluştururlar.
Bunlar, bir kısım gazetecileri de mensubu oldukları siyasi partilere veya egemen oldukları ekonomik gruplara bağımlı hale getirerek, kendilerinin sağdık emir kulları haline getirirler.
Tek adam bu baskıları uygularken, “Birlikten kuvvet doğar” ilkesini unutmuş görünen medya kuruluşları arasında dayanışma olmayacağını da bildiği için,  çok da fütursuz davranır.