15 Mart 2015 Pazar

BÖLÜCÜ KORONUN HAFİFLİĞİ


Geçtiğimiz hafta bir TV programında, Tayyip Erdoğan ve iktidarın durumu tartışılırken, iktidarın sözcülüğünü yapan gazeteci (!), Tayyip Beyi savunurken, daha doğrusu savunamazken, bir anda olayı “1937-38 Dersim Olaylarına” getirdi. CHP orada binlerce insanı öldürdü diye saldırdı.
Diğer bir gazetecide, kendisine, Rahmetli Menderes ve Celal Bayar’ında o dönemde CHP Milletvekilleri olduğunu söyleyince, iktidarın gazetecisi hemen çok bilmiş bir eda ile “Onlar ayrıldılar kendi partilerini kurdular” dedi.
Olayları bilmeyen bir izleyici, Menderes ve Bayar’ın sanki Dersim Olaylarından ötürü CHP’den ayrıldığını zanneder.
Mustafa Kemal Atatürk’ün son Başbakanı Celal Bayar, Adnan Menderes, Refik Koraltan, Fuad Köprülü 1945 yılında “Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu görüşülürken, CHP Grubuna “Dörtlü Takrir” diye anılan, ülke ve parti yönetiminde özgürlükçü bir anlayış içeren düzenlemeler yapılmasını isteyen bir önerge verdiler, bu önergenin red edilmesi sonrasında, o tarihteki Vatan gazetesinde çıkan yazıları nedeniyle Adnan Menderes, Fuad Köprülü ve Refik Koraltan Eylül 1945 de partiden ihraç edildiler, aynı gruptan olan Celal Bayar’da önce milletvekilliğinden ve sonrada CHP’den istifa ederek, 7 Ocak 1946 da,yani Dersim olaylarından sekiz sene sonra Demokrat Partiyi  kurdular.
Yani Demokrat Partinin kuruluşunun Dersim olayları ile hiçbir ilgisi yoktur. Ayrıca 1938 de gerçekleştirilen, birinciye  Nazaran  daha büyük can kayıplarının yaşandığı ikinci Dersim harekâtı sırasında da, Atatürk’ün Başbakanı da Celal Bayar’dır.
Bunu yazarken sakın Celal Bayar’ı eleştirmek gibi bir düşüncem olduğu akla getirilmesin, zira bir kısım bölücüler, iktidarın sözcülüğüne soyunmuş gazeteciler gibi tarihten husumet çıkartma çabasında olanlardan değilim. Bayar ve arkadaşları da, CHP’den ayrılıp DP’yi kuruncaya kadar CHP’nin başbakanı, bakanı ve milletvekilleridirler.
Anadolu halkı, 1911 Trablusgarp harbinden başlayarak, kesintisiz Balkan, Birinci Dünya ve Kurtuluş savaşları olarak on bir yıl dövüşerek beş milyon evladının ve hem de çoğunlukla da okumuş evladının kanı ve canı pahasına,  egemenlik ve toprak bütünlüğü temelinde  bir Cumhuriyet kurmuştur.
Dile kolay on bir yıl, aç biilaç dövüşerek kurulmuş bu Cumhuriyeti kuranların ve  yönetenlerin ruhlarında bu süreçte yaşananlar büyük yaralar açmıştır.
Bu ruhsal yaralar, sadece harp meydanlarında yaşanan kayıplardan değil, vatanın bir yandan İngilizler ve Fransızlar arasında bölüşülmesine diğer bir yandan da bu topraklar üzerinde Ermenistan ve Kürdistan kurulmasını öngören Sevr’den de ötürü oluşmuştur.
Cumhuriyetin ilk yıllarında, devlet Musul meselesi ile uğraşırken İngiliz kışkırtmasıyla başlayan 1925 Şeyh Sait ve diğer Kürt isyanları, genç Türkiye Cumhuriyeti yöneticilerini toprak bütünlüğü açısından elbette ki hassaslaştırmıştır.
Dersim olaylarını değerlendirirken, Cumhuriyete kadar o bölgede devletin varlığından dahi söz edilemediğini de göz ardı etmemek gerekir.
Olayları yaşandığı dönemin hukuk ve değer yargılarıyla irdelemek gerekir.
Kendi uluslaşma süreçlerini bizlerden daha evvel tamamlayan batılı ülkeler, “uygarlaştırma” adı altında sömürgelerinde uyguladıkları insanlık dışı uygulamaları görmezden gelip, Türkiye Cumhuriyeti’nin sadece kendi toprak bütünlüğünü sağlamak ve uluslaşmak için gösterdiği çabayı eleştirmelerinin tek amacı böl parçala hükmettir.
Aslında yetmiş yedi sene evvel yaşanmış  Dersim olaylarını devamlı olarak gündeme taşıyanlar, Cumhuriyetin tasfiyesi projesini yürütenlerdir.
Eğer Türkiye’nin  bir bölgesini bu ülkeden ayırıp etnik kökene dayalı bir ırkçı devlet kurmak istiyorsanız, “Dersim Olaylarını” kaşımak elbette kendi içinde tutarlıdır.
Bu tutarlılık sadece ülke içindeki bölücü koro için değil, müttefikimiz olan ABD, Almanya ve diğer AB ülkeleri içinde böyledir.
Amerikalılar değil miydi Türkiye’nin istenen müttefik olabilmesi için Kemalizm’in kazınması gerekir diyenler. Onlar istiyor, bölücü koronun üyeleri de aldıkları talimatları yerine getiriyorlar.