Son günlerde iktidar Partisi, Ana
muhalefetin bir grup Milletvekili ve yöneticisi ağız birliği etmişçesine,
Mısırdaki gelişmeler üzerine “ Demokrasilerde seçimle gelen seçimle gider”
cümlesini tekrarlamaktalar.
Bu arada Tayyip Erdoğan’da, ABD ve
AB’yi Mısır’daki askeri müdahaleyi “darbe” diye nitelemedikleri için, şiddetle
kınayıp samimiyetsizlikle suçladı.
Aslında, demokrasinin kurallarının geçerli
olduğu, iktidarı elinde bulunduranların, diktatörleşmek eğilimlerinin bulunmadığı,
azınlıkta olanlarında çoğunluğa dönüşme hakkının önünün açık olduğu ve
toplumunda bundan şüphe duymadığı, kişi hak ve özgürlüklerinin, “kişilerin”
değil, hukukun koruması ve güvencesi altında olduğu bir ülkede, seçimle gelen
iktidarların seçimle gitmesi, olması gereken bir yöntemdir.
Ama yakın tarih, seçimle, yani
sandıktan çıkarak iktidar olanların, diktatörleşerek insanlığı nasıl maceralara
sürüklediğinin de tanığıdır.
Bu nedenle sandık, demokrasilerde
en önemli ama tek meşruiyet kaynağı değildir.
Ünlü Orta Doğu tarihçisi Bernard
Lewis, demokratik geleneklerin bulunmadığı Arap ülkelerinde, hemen sandık
koyularak demokrasiye geçilemeyeceği konusunda daha “Arap Baharı”nın en başında uyarı yapmıştı.
Demokrasiyi yerleştirmenin bir süreç içinde ve tedricen olması gerektiğini,
sürecin “istişare” yoluyla yürütülebileceğini ve bu kültürün Arap toplumlarında
mevcut olduğunu söylemişti. Sandığın bu süreç sonunda düşünülmesi gerektiğini, demokrasinin
kural ve kurumları yerleşmemiş Müslüman toplumların önüne ilk iş olarak sandık
konulunca, cami aracılığı ile örgütlenmiş olan dinci siyasi akımların “sandığı
kullanarak” diktatörlük tesis etmelerinin önüne geçilemeyeceği uyarısında bulunmuştu.
İlk iş olarak sandığa gidilmesinin “felaket” getireceğini söylemişti.
Söylediklerinin hepsinde haklı
çıktı.
Laikliğin olmadığı bir ülkede
demokrasiden bahis etmek mümkün değildir.
Musri’nin “dinci diktatörlük”
kurmak için dayandığı anayasayı yürürlüğe sokan referandumun meşruiyeti
tartışma konusu değil mi?
Referanduma katılım yüzde 33.
Katılanların yüzde 67 sinin oylarıyla Anayasa kabul edildi. Yani halkın sadece yüzde 22 sini kabul ettiği bir anayasa ne
kadar meşru ise Mursi’nin de bu anayasaya dayanarak bir “dinci diktatörlük”
kurması da o kadar meşrudur.
Ayaklanan milyonlar, Sünni İslami
referans almayan hiçbir siyasal partinin, bırakın azınlıktan çoğunluğa geçip
iktidar olma şansını, yaşamasının bile mümkün olmadığını gördü.
Diğer bir deyişle, otuz yıllık
Mübarek diktatoryasından kurtulan halk, Mursi’nin “dinci diktatoryası” ile daha
ideal, daha demokratik bir toplum yaratılması yönünde herhangi bir ilerleme olmayacağına
kanaat getirerek Tahrir’e çıktı.
Mısır’ı tartışırken, asıl laik olmayan bu yapıyla demokrasi gelip gelmeyeceğini tartışmak
daha doğru olacaktır.
Askeri arkasına alarak diktatörlük
tesis etmiş olan Mübarek’i devirirken,
asker iyi, alkışa layık ama, yine halkın talebine uygun, meşruiyeti çok tartışmalı bir referandumla
yürürlüğe soktuğu anayasadan aldığı güçle “dinci bir diktatörlük” kurmakta olan
Mursi bir askeri müdahaleyle devrilince, “Seçimle Gelen Seçimle Gider” diye bağıracaksın.
Bunu anlamak mümkün değil.
Türkiye’de kimsenin aklına gelmedi mi? Milyonlar Mısır’da sokağa
döküldüğü zaman “Halkını dinle” demek.
Sünni olmadığı için Esad’a “halkını
dinle defol git” de, Müslüman kardeşin
Sünni Mursi için tek kelime söyleme.
Tutarlı olmak lazım, tutarlı.
Bir noktayı gözden kaçırmamak
lazım; hiçbir demokratik ülke, Mısır’da
Mursi’nin halkın talepleri doğrultusunda, halkın yanında yer alan askerlerce devrilmesini kınamadı.
Onlar da seçimle gelenin seçimle gitmesi
gerektiğini biliyorlardı; ama sadece bir an evvel demokrasiye dönülmesi yolunda
haklı uyarılarda bulundular.
Olayların ilk başladığı günlerde
Obama Mursi’ye, Gezi olayları sırasında Türkiye’ye söylediklerine benzer:
a)
Demokrasi seçimlerden daha fazlasıdır.
b)
Demokrasi bütün halkın sesinin dinlenmesinin
güvence altına alınmasıdır.
c)
Mursi halkın endişelerini dikkate alan adımlar
atmalıdır.
d)
Mursi, her türlü şiddetin kabul edilemez
olduğunu taraftarlarına bildirmelidir.
Dedi.
Dış politika ülkelerin ilkeleri ve
çıkarları üstüne kurulur. Ama dış politika mezhepçilik ve dincilik üzerine
yapılırsa çelişkiler yaşanır.
Dünya da saygın bir yerinin olabilmesi
için iç politikanın yansıması olan dış
politikada tutarlılık gerekir.
.