21 Nisan 2013 Pazar

OBJEKTİF BİR DEĞERLENDİRME



Bugün size, yıllarca şerefiyle bu ülkeye hizmet  etmiş bir vatanseverin, objektif  olarak değerlendirilmelerini içeren mektubunu sizlerle paylaşıyorum.
“Türk Milleti’ne uzun süredir koro halinde yapılan saldırılar, şimdi ‘akil’ oldukları söylenen insanların da o koroya katılmasıyla, iyice gemi azıya aldı.
Gün geçmiyor ki,  ‘etnik farklılıktan dolayı Kürtlere 90 yıldır yapılan işkenceler, katliamlar, eziyetler, ayırımcılıklar’,  kin ve nefret dolu ifadelerle medyaya yansıtılmasın.
Bu yapılırken, yaşandığı iddia olunan olayların ait oldukları dönemin özel şartlarından, dış tahriklerden veya münferit hadiselerin kendilerine özgü koşullarından hiç söz edilmiyor.
Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı bundan daha büyük bir nankörlük sergilenemez.
Kürt kökenli insanlarımız, ‘Türk’ kökenlilere kıyasen hangi ayrımcılığa uğratılmışlardır?
Üniversitelere girmeleri mi yasaklanmış? İstanbul’a Ankara’ya, İzmir’e, Yozgat’a, Mersin'e yerleşmek istemişler de, buna engel mi olunmuş? Vali, büyükelçi, general olmalarının önüne mani mi çıkarılmış? Avukat, doktor mu olamamışlar? Biriktirdikleri sermaye ellerinden mi alınmış? İstedikleri alanlara ve yerlere yatırım yapmaları mı engellenmiş?
Cumhuriyet, sırf başka etnik kökenden geldikleri için Kürtlere eziyet etti de,  ‘Türk’ olmayan başka kökenlilere neden eziyet etmedi?
‘Türk Milleti’ ifadesinin herhangi bir etnik vurgu içermediğini anlamamakta ısrar ediyorlar.
Yasalarımızda ‘Türk’ sözünün etnik bir tanımı mı var?
Bu ülkede yaşayan insanlar, mesela, belli vücut veya kan ölçümlerine göre ‘Türk’ sayılıyor da, bu özelliklere uymayanlar dışlanıyor mu?
Gerçek şu ki, ‘Türk Milleti’ etnik kökeninden bağımsız, kendilerini ‘Türk’ hisseden ve bu ülkenin nimetlerine de külfetlerine de ortak olan  bireylerden oluşuyor.
Kuşkusuz, Kürt kökenli vatandaşların büyük bölümünün de, tıpkı Balkan veya Kafkas kökenliler ve diğerleri gibi, ‘Türk Milleti’nin bireyi olmakla herhangi bir sorunları yoktur.
Sorun, silahlı terör kullanılarak, ‘Türk Milleti’nden gayrı bir milletin ülkeye dayatılmak istenmesindedir.
Geçen hafta Selahattin Demirtaş, CNN Türk'de katıldığı bir programda, "çözüm süreci" bağlamında Kandil'deki terör elebaşlarının tutumlarını açıklarken, mealen, ancak gayet anlaşılır şekilde, şunları söyledi:
Ülke dışına çıkış, kendi başına, silah bırakılmasına yol açacak bir sonuç değildir. O yolda bir aşamadır. Ülke dışına çıkanlar gittikleri yerde bekleyeceklerdir. Silah bırakma, ancak, haklar ve özgürlükler sağlandıkça, siyaset yapma kanalları açıldıkça (yani, Öcalan serbest bırakılınca) değerlendirilebilecek bir konudur.
Açıktır ki, terör örgütünün dayattığı ‘çözüme’ ulaşılmadan silah bırakılması değerlendirilmeyecektir. Daha sonra da, zaten, silahlı unsurlar "öz savunma gücü" haline dönüştürülecektir.
Silahla dayatılmak istenen çözüme göre, Kürt kökenli vatandaşlar, ülkenin belli bir bölgesinde, güya üniter yapıyı bozmadan, kendisine ait yargı, eğitim, maliye sistemleri ve güvenlik güçleri de bulunacak bir yönetim oluşturacak, bu arada, ülkenin geri kalan kısmının yönetimine ve her şeyine ortak olmaya da devam edeceklerdir.
Bu, adı konmamış, ileri derecede özerk bir yapı olacaktır. Bu yapı, sınırlarımız dışındaki benzer oluşumlarla (önce Irak, Suriye, sonra İran) bir bütünlük sağlayabilecek, böylece, "Büyük Türk-Kürt Devleti" kurulacaktır.
Ertuğrul Özkök 30 Mart günü Hürriyet'deki sütununda, Avusturya-Macaristan, Çekoslovakya ve Belçika örneklerini verdikten sonra, şunu yazmıştır:
"Büyük Türk-Kürt Devleti" büyümenin değil tam aksine bölünme ve küçülmenin ilk stratejik startıdır. Belki de en doğrusu budur"
Benzer görüşler başkaları tarafından da seslendirilmektedir.  
Bu görüşleri savunanlara göre, "çözüm" dayatması başarıya ulaşırsa, Türk Milleti, kendisini başka bir milletin mensubu olarak hissedenlerle aynı devletin çatısı altında bir arada yaşamak istemeyebilecektir. Kendinden olmadığını söyleyenlerle el sıkışarak, onlara dostça ‘yolunuz açık olsun’ diyebilecektir.
Kürt kökenli vatandaşlara en büyük kötülük, açıktır ki, ‘çözüm’ dayatması ile yapılmaktadır.”
Bu görüşlere üç beş liboştan başkasının itirazı olabilir mi?