Bugün size, yıllarca şerefiyle bu ülkeye hizmet etmiş bir vatanseverin, objektif olarak değerlendirilmelerini içeren mektubunu
sizlerle paylaşıyorum.
“Türk Milleti’ne uzun süredir koro halinde yapılan saldırılar, şimdi ‘akil’
oldukları söylenen insanların da o koroya katılmasıyla, iyice gemi azıya aldı.
Gün geçmiyor ki, ‘etnik
farklılıktan dolayı Kürtlere 90 yıldır yapılan işkenceler, katliamlar,
eziyetler, ayırımcılıklar’, kin ve nefret dolu ifadelerle medyaya
yansıtılmasın.
Bu yapılırken,
yaşandığı iddia olunan olayların ait oldukları dönemin özel şartlarından, dış
tahriklerden veya münferit hadiselerin kendilerine özgü koşullarından hiç
söz edilmiyor.
Türkiye Cumhuriyeti’ne
karşı bundan daha büyük bir nankörlük sergilenemez.
Kürt kökenli
insanlarımız, ‘Türk’ kökenlilere kıyasen hangi ayrımcılığa uğratılmışlardır?
Üniversitelere
girmeleri mi yasaklanmış? İstanbul’a Ankara’ya, İzmir’e, Yozgat’a,
Mersin'e yerleşmek istemişler de, buna engel mi olunmuş? Vali, büyükelçi,
general olmalarının önüne mani mi çıkarılmış? Avukat, doktor mu olamamışlar?
Biriktirdikleri sermaye ellerinden mi alınmış? İstedikleri alanlara ve
yerlere yatırım yapmaları mı engellenmiş?
Cumhuriyet, sırf başka
etnik kökenden geldikleri için Kürtlere eziyet etti de, ‘Türk’ olmayan
başka kökenlilere neden eziyet etmedi?
‘Türk Milleti’ ifadesinin herhangi bir
etnik vurgu içermediğini anlamamakta ısrar ediyorlar.
Yasalarımızda ‘Türk’
sözünün etnik bir tanımı mı var?
Bu ülkede yaşayan
insanlar, mesela, belli vücut veya kan ölçümlerine göre ‘Türk’ sayılıyor da, bu
özelliklere uymayanlar dışlanıyor mu?
Gerçek şu ki, ‘Türk
Milleti’ etnik kökeninden bağımsız, kendilerini ‘Türk’ hisseden ve bu ülkenin
nimetlerine de külfetlerine de ortak olan bireylerden oluşuyor.
Kuşkusuz, Kürt kökenli
vatandaşların büyük bölümünün de, tıpkı Balkan veya Kafkas kökenliler ve
diğerleri gibi, ‘Türk Milleti’nin bireyi olmakla herhangi bir sorunları yoktur.
Sorun, silahlı terör
kullanılarak, ‘Türk Milleti’nden gayrı bir milletin ülkeye dayatılmak
istenmesindedir.
Geçen hafta Selahattin
Demirtaş, CNN Türk'de katıldığı bir programda, "çözüm süreci"
bağlamında Kandil'deki terör elebaşlarının tutumlarını açıklarken, mealen,
ancak gayet anlaşılır şekilde, şunları söyledi:
Ülke dışına çıkış,
kendi başına, silah bırakılmasına yol açacak bir sonuç değildir. O yolda bir
aşamadır. Ülke dışına çıkanlar gittikleri yerde bekleyeceklerdir. Silah
bırakma, ancak, haklar ve özgürlükler sağlandıkça, siyaset yapma kanalları
açıldıkça (yani, Öcalan serbest bırakılınca) değerlendirilebilecek bir konudur.
Açıktır ki, terör
örgütünün dayattığı ‘çözüme’ ulaşılmadan silah bırakılması
değerlendirilmeyecektir. Daha sonra da, zaten, silahlı unsurlar "öz
savunma gücü" haline dönüştürülecektir.
Silahla dayatılmak
istenen çözüme göre, Kürt kökenli vatandaşlar, ülkenin belli bir
bölgesinde, güya üniter yapıyı bozmadan, kendisine ait yargı, eğitim,
maliye sistemleri ve güvenlik güçleri de bulunacak bir yönetim oluşturacak, bu
arada, ülkenin geri kalan kısmının yönetimine ve her şeyine ortak olmaya
da devam edeceklerdir.
Bu, adı
konmamış, ileri derecede özerk bir yapı olacaktır. Bu
yapı, sınırlarımız dışındaki benzer oluşumlarla (önce Irak, Suriye, sonra
İran) bir bütünlük sağlayabilecek, böylece, "Büyük Türk-Kürt
Devleti" kurulacaktır.
Ertuğrul Özkök 30 Mart günü
Hürriyet'deki sütununda, Avusturya-Macaristan, Çekoslovakya ve Belçika
örneklerini verdikten sonra, şunu yazmıştır:
"Büyük Türk-Kürt Devleti"
büyümenin değil tam aksine bölünme ve küçülmenin ilk stratejik startıdır. Belki
de en doğrusu budur"
Benzer görüşler
başkaları tarafından da seslendirilmektedir.
Bu görüşleri
savunanlara göre, "çözüm" dayatması başarıya ulaşırsa, Türk Milleti,
kendisini başka bir milletin mensubu olarak hissedenlerle aynı devletin çatısı
altında bir arada yaşamak istemeyebilecektir. Kendinden olmadığını
söyleyenlerle el sıkışarak, onlara dostça ‘yolunuz açık olsun’ diyebilecektir.
Kürt kökenli
vatandaşlara en büyük kötülük, açıktır ki, ‘çözüm’ dayatması
ile yapılmaktadır.”
Bu görüşlere üç beş
liboştan başkasının itirazı olabilir mi?