Son günlerin en moda söylemi,
“Barış Süreci” denen, başı sonu belli olmayan, batılıların dikte ettiği
gelişmeye eğer karşı çıkarsanız, “Sen Barış İstemiyor musun?” cümlesidir.
Hemen arkasından da “analar
ağlamasın”, “şehit cenazeleri” gelmesin sözcükleri ile karşılaşıyorsunuz.
Doğru, analar ağlamasın, şehit cenazeleri gelmesin,
olay bu kadar basit olsa barışı yakalamak da çok kolay olurdu.
Elbette analar ağlamasın, ama
analar ağlamasın derken doksan yıllık
Türkiye Cumhuriyeti’nin de anası ağlamasın.
Kan, barut ve göz yaşı bitsin diye imzalanan, daha dürüst
bir söylemle mağluplara “Diz
çöktürülerek imzalatılan” Birinci Dünya Savaşını bitiren anlaşmalar, çok daha
kanlı, insanlık açısından çok daha büyük bir savaşa İkinci Dünya Savaşı’nın
çıkmasına neden olmuştur.
Birinci Dünya Savaşını bitiren
anlaşmalardan biri olan “Sevri Yırtan” eşitler arasında bir uzlaşma olan Lozan
anlaşması ve devleti yönetenlerin tutarlı politikaları sayesindedir ki Türkiye
İkinci Dünya savaşı felaketini yaşamamıştır.
Bugün gelinen nokta, yani sözde
“Barış Süreç”indeki gelinen nokta, PKK terör örgütünün siyasallaşması ve bütün
taleplerinin Türkiye’ye dikte ettirilmesidir,
PKK ve destekçilerinin ilk hedefi, terör örgütünü ve
onun elebaşısısını Kürt Halkının meşru temsilcisi olarak Türkiye’ye kabul ettirmeye çalışmaktı,
bunda da başarılı oldular.
PKK, Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı verdiği
silahlı mücadeleyi kazanamayacağını baştan beri biliyordu,Ama onlar için
“Kazanmak” devletin PKK’yı tanıması idi, bunda da başarılı oldular.
İşte terör örgütlerinin
meşrulaştırılmaması için “Terör örgütüyle müzakere edilmez, mücadele edilir”
denmesinin sebebi budur.
AKP İktidarı gibi, bütün siyasi
kararlarını batılıların yönlendirdiği
şekilde alan iktidarlar, terör
örgütüyle görüşme sürecini başlatıp onu meşrulaştırırlar.
“Analar Ağlamasın”, “Şehit
Cenazeleri” gelmesin sözleri ile başlatılan sözde “Barış Süreci” sonuç olarak emperyalistler
ne istiyorsa odur.
Bakın dış güçler, 30 Kasım 2012 tarihli “Kürt Raporunda”
Türkiye’de nelerin olması gerektiğini dikte ediyorlar.
a)Anadilde savunma konusunda yasa
hemen çıkarılmalı.
Çıktı mı yasa?
Çıktı.
b)Anadilde eğitime geçiş için bir
takvim belirlenmeli.
Belirlendi mi?
Belirlendi. Kürtçe seçmeli ders
haline getirildi.
c)Yerel yönetimlerin Kürtçe yer
isimlerini verme yönündeki kararlarına izin verilmeli.
Verildi mi?
Verildi.
Sokak ve köy isimleri Kürtçe de
yazıldı, Hatta siyasi partilerin bir
kısmının genel başkanları sempatik görünmek için Diyarbakır dan “Amed” diye söz
etmeye başladılar.
d)Kamu hizmetlerinde Kürtçenin
kullanılmasının önü açılmalı.
Bu büyük oranda başladı. Hatta bir
İlçede Kürtçe bilmeyen evlenmek isteyen çifte, “Türkçe bilen memurumuz yok,
tercüman getirirseniz, nikah işlemini gerçekleştiririz” bile dendi.
e) Hükümetten, Diyarbakır’da ve
diğer bölgelerde yerel hükümetler ve ademi merkeziyetçilik konularını
tartışılmasını istedi.
Tüm şehir yasası bunun tipik bir
örneğidir.
Kala kala geriye bir tek Abdullah
Öcalan’a af konusu kaldı.
Başbakan böyle bir şey yok dedi,
demek ki Öcalan’a da af yakında!
Şimdi gelinen ve “Barış Süreci” olarak önümüze konulanlar, PKK
terör örgünün hedefine varması mı, değil mi?
PKK ve çete başı meşrulaştırılmış
ve istediklerini elde etmişlerdir.
Demek ki, Türkiye’de yaşananlar,
batılıların istekleriyle harfiyen uyuşmaktadır.
Burada, aynen Balkan Savaşlarında
olduğu gibi, emperyalistlerin yönlendirmesiyle, etnik kimlik savaşı verilerek,
etnik ayrımcılık yapılmaktadır.
İleri de Türkiye Cumhuriyeti’nin
bölünmesine neden olacak etnik kimlik, siyasi yapının temeli haline
dönüştürülmek istenmektedir.
Bölünmeye götüren sözde “Barış”
Birinci Dünya Savaşı sonrası yapılan İkinci Dünya Savaşına neden olan diz
çöktürme anlaşmaları gibi daha kanlı iç hesaplaşmalara neden olacaktır.
Bir terör örgütünün, etnik
ayrımcılığa dayanan, ülkeyi bölünmeye götüren dayatmaları “Barış” ise, böyle
bir barışı istemiyorum.