Kutlu Doğum Haftası
etkinliklerinde, siyasilerin görüş açıklamaları artık normal bir hal aldı.
Tayyip Erdoğan’da geçtiğimiz
günlerde Kutlu Doğum Haftası Kutlamalarında yaptığı konuşmada “Bizim her
meselede yegâne referansımız Kuran-ı Mecid’dir, bizim her mesele de başvuru
kaynağımız Hazret-i Nebi ve onun hayatı, onun hadisleridir. Bize kardeşliği,
bize dayanışmayı, paylaşmayı emreden, bize hakkı, adaleti, bize hayırla
muameleyi öğreten, bizi münkerdennehy eden, bize marufu emreden Kur’an ve
hadisin rehberliğinde can alıcı, can yakıcı meselelerimizi hep birlikte
suhulete eriştirelim” demiştir.
Bu konuşma incelendiğinde, Tayyip
Erdoğan’ın ülkeyi yönetirken karşılaştığı bütün sorunları çözmek için kutsal
kitabımız Kur’an-ı Kerim’i referans aldığını görmekteyiz.
Tayyip Bey Milletvekili yemini
ederken, laik Cumhuriyete bağlı kalacağına ve Anayasaya sadakatten ayrılmayacağına
dair ant içmişti.
Laiklik, din ve devlet işlerinin
birbirinden ayrı tutulması olduğuna göre, devleti yönetenler, ülke sorunlarını
dini referanslara göre çözemezler, çözmemelidirler.
Anayasamızın “Din ve vicdan
hürriyeti” ni düzenleyen 24. Maddesinin son fıkrası ise: “Kimse, devletin
sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din
kurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfus sağlama
amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince
kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz” demektedir.
Tayyip Erdoğan yukarıda belirttiğimiz konuşmasında bu maddeyi
ihlal etmiştir.
Tayyip Erdoğan “Bizim her meselede yegâne referansımız
Kuran-ı Mecid’dir, bizim her mesele de başvuru kaynağımız Hazret-i Nebi ve onun
hayatı, onun hadisleridir” diyerek, din
ve devlet işlerini ayırmadığını tam aksine devlet işlerini dini esaslara göre çözdüğünü büyük bir
rahatlıkla söylemiştir.
Bunu yaparken de kamusal alanın
değil özel alanın konusu olan dini ve dince kutsal sayılan değerleri siyasi
amacı için kullanmıştır.
Tayyip Erdoğan bu dünya görüşüne
sahip bu kökten gelen bir siyasetçi olarak bunu yapacaktır. Bunu hiç
yadırgamadım.
Laiklik, inanç ve vicdan
özgürlüğünün omurgası, toplumdaki farklı inançların barış içinde birlikte
yaşamalarının ön koşulu ve güvencesidir.
Her hangi bir İnsan, ilişkilerinde
ve insan ile toplum ve devlet arasındaki ilişkilerde akıl ve bilime dayalı
yöntemin gerekliliğini tarihi süreç içinde anlaşılmış ve teokratik yönetim
biçiminden uzaklaşılmış olduğunu kabullenememiş olabilir, ama Laik Türkiye
Cumhuriyeti’nin Başbakanı kendi özel yaşamı için söyleyebileceği “ ben
sorunların çözümünde Kur’an-ı Kerim’i referans alırım” söylemini, devlet yaşamı
için dillendiremez.
Bunu söylediği zaman,inanların
kutsalı olan dini, hukuki ve siyasi güç haline getirmiş olur.
Bu ülkede sorunların çözümünde
Kur-an’ı Kerimi referans almayı düşünecekler çıkabileceği gibi, bunu tam aksini
düşüneceklerde vardır.
Bu tür söylemler, toplumdaki
farklı inançların bir arada, barış
içinde yaşamalarını engelleyecek söylemlerdir.
Zira laik düzende, çoğunluktaki
inanç sahiplerinin azınlıktakilere baskı uygulamasına da izin verilmez.
Atatürk’ün gerçekleştirmek
istediği laiklik, din adamlarının ve onların yorumlarına dayanmayan, aklın ve
bilimin egemen olduğu, diğer bir deyişle aklın özgürleştirildiği rasyonel bir
devlet anlayışıdır.
Cumhuriyetin, bilimselliğin,
demokrasinin, iç barışın, insan haklarının ve ulusal bütünlüğün temel taşı olan
laiklik birileri tarafından örselenmeye başlandığı zaman, bu tür yanlışlıkları, olumsuzlukları sorgulayacak,oy
hesabı yapmadan buna dur diyecek tek bir irade vardır, o da devletten evvel var olan, devleti kuran CHP dir.
Ama devletin temel değerlerinden
biri olan laiklik örselendiği, kutsal din değerleri siyasete alet edildiği
zaman dahi CHP yi yönetenler buna tek kelimeyle karşı durmamışlardır.