27 Şubat 2013 Çarşamba

KEPAZELİK


   
Geçen günkü gazetelerde Anne sütü bankası kurulacağına dair haberler vardı.
Dünyanın  en iyi besin maddesinin anne sütü olduğu bilinen bir gerçek. Bunun bankasının  kurulması da çok da faydalı olabilir.
Ancak, süt bankasından alınan veya “süt anneden” emilen sütle beslenen çocuk ile, o sütün alındığı anne  arasında, doktorların söylediği kadarı ile  bir genetik bağ oluşmuyor
Bu nedenle tıbben bir sakınca yaratmayan bir konu hakkında mevzuat düzenlemesi yapılırken laik bir ülkede, Diyanet işleri Başkanlığından “fetva” istenmesi düşünülemez.
Diyanet İşleri  Başkanlığı’da  “süt bankası uygulamasına” prensip olarak bir sakıncası olmamasına rağmen, İslam dinin  “süt akrabalılığının getireceği evlilik yasaklarının ihlal edilmemesi için her türlü tedbirin alınması ve bu tedbirlerinin hassasiyetle uygulanması, şartıyla   onay vermiş.
Bütün dünya hukuklarında hem insan neslinin sağlığı ve  hem de ahlaki nedenlerle “Evlenme engelleri” getirilmiştir.
Bizim Medeni Kanunumuz da  129. Maddesinin 1. Fıkrasında da “üstsoy ile   altsoy arasında; kardeşler arasında;amca, dayı, hala ve teyze ile yeğenleri arasında,” evlenme yasağı getirilmiştir.
Bu yasak hem ahlaki nedenlerle ve hem de insan neslinin sağlığı korumak için getirilmiştir.
Bu sayılan engeller arasında “süt anneliği süt kardeşliği sayılmamıştır” demek ki, aynı verici annenin sütünü içmek bir genetik benzerlik yaratmamaktadır.
Eğer genetik, yani insan neslinin sağlığı için ve toplumun ahlak anlayışı açısından sorun yaratsaydı Medeni Kanun insanlık tarihi kadar eski olan bu “süt akrabalığını” da  evlenme engelleri içinde sayardı.
Medeni Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten buyana evlenme engeli sayılmayan bir konu, birilerinin aklına yeni gelmiş olacak ki,  “fetva alınma” zorunluluğu meydana çıkmış.
Aslında bu durum Tayyip Erdoğan hükümetine yakışıyor.
Tayyip Erdoğan deyimliydi? Yargıya “Sen bu konuda karar veremezsin Ulemadan fetva al” diyen.
İslam Dinince getirilmiş bu yasağa uymak din ve vicdan özgürlüğü açısından  bireysel bir haktır. İslam Dini kurallarını benimsemiş kişiler elbette “süt anneliği, süt kardeşliği” ile evlenme yasağının    bir din kuralı olup olmadığını öğrenip  ona göre davranabilirler.
Ama laik bir ülkede kamuya ait bir müessese  kurularken, bunun çalışma esaslarını din kurallarına dayandırmak  düşünülmez dahi.
Çünkü Laiklik Emre Kongar Hocanın tarifiyle “…  bir dizi hiyerarşik değerlerden, insana ne yapması ya da ne yapmaması gerektiğini emreden kurallardan değil, tek bir ilkeden oluşur:Devletin insanlara inançları konusunda baskı yapmaması ve başkalarının baskı yapmasını da önlemesi ilkesidir bu”
Herhangi bir vatandaş, “süt anneliği” konusu dahil yaşamını ilgilendiren konularda Diyanet İşler Başkanlığı’na baş vurarak, İslam Dini konusunda kafasındaki soru işareti yaratan hususlarda, dinin   ne gibi hükümler getirdiğini  sorup, ona göre davranabilir.
Bu onun din ve vicdan özgürlüğünden doğan en tabii hakkıdır.
Ama bu konu, yani  “süt  akrabalılığı” konusunun insanın nüfus kaydına yazılması laik bir ülkede hukuken düşünülemez.
İnsanlık nüfus belgelerinden, din ve mezhep hanelerinin çıkartılmasını tartışırken, bir de bu konun nüfus kayıtlarında  yer alması,  bir zorunluluktan değil, laikliğin içini boşaltmak arzusundan kaynaklanmaktadır..
Bu süt anneliği ve süt kardeşliğinin nüfus kaydına alınması, diğer dinler mensuplarıyla, hiçbir dini benimsemeyen insanlara, İslam Dini inancının devlet aracılığı ile empoze edilmesidir.
Bu anayasanın laiklik ilkesiyle bağdaşmaz.
Dikkat edin, bu laikliğin içini boşaltma manevrası  yine “cambaza bak” açık gözlüğü ile toplumun dikkatlerinin bebek katilinin açıklamalarına odaklandığı bir dönemde, sessiz, sedasız kotarılıyor. 
Anayasanın laiklik ilkesinin içi boşaltılmak üzere Laikliğin arkasından dolanılıyormuş, kimin umurunda,  ses çıkartmasınlar ki, malum çevreler sırtlarını sıvazlasın ve  “şimdi hem demokrat ve hem de ilerici oldunuz” desinler.
Aslında durum laik bir devlet açısından tam bir kepazelik.