Geçen günkü gazetelerde Anne sütü
bankası kurulacağına dair haberler vardı.
Dünyanın en iyi besin maddesinin anne sütü olduğu
bilinen bir gerçek. Bunun bankasının
kurulması da çok da faydalı olabilir.
Ancak, süt bankasından alınan veya
“süt anneden” emilen sütle beslenen çocuk ile, o sütün alındığı anne arasında, doktorların söylediği kadarı ile bir genetik bağ oluşmuyor
Bu nedenle tıbben bir sakınca
yaratmayan bir konu hakkında mevzuat düzenlemesi yapılırken laik bir ülkede, Diyanet
işleri Başkanlığından “fetva” istenmesi düşünülemez.
Diyanet İşleri Başkanlığı’da “süt bankası uygulamasına” prensip olarak bir
sakıncası olmamasına rağmen, İslam dinin
“süt akrabalılığının getireceği evlilik yasaklarının ihlal edilmemesi
için her türlü tedbirin alınması ve bu tedbirlerinin hassasiyetle uygulanması,
şartıyla onay vermiş.
Bütün dünya hukuklarında hem insan
neslinin sağlığı ve hem de ahlaki
nedenlerle “Evlenme engelleri” getirilmiştir.
Bizim Medeni Kanunumuz da 129. Maddesinin 1. Fıkrasında da “üstsoy
ile altsoy arasında; kardeşler arasında;amca,
dayı, hala ve teyze ile yeğenleri arasında,” evlenme yasağı getirilmiştir.
Bu yasak hem ahlaki nedenlerle ve
hem de insan neslinin sağlığı korumak için getirilmiştir.
Bu sayılan engeller arasında “süt
anneliği süt kardeşliği sayılmamıştır” demek ki, aynı verici annenin sütünü
içmek bir genetik benzerlik yaratmamaktadır.
Eğer genetik, yani insan neslinin
sağlığı için ve toplumun ahlak anlayışı açısından sorun yaratsaydı Medeni Kanun
insanlık tarihi kadar eski olan bu “süt akrabalığını” da evlenme engelleri içinde sayardı.
Medeni Kanunun yürürlüğe girdiği
tarihten buyana evlenme engeli sayılmayan bir konu, birilerinin aklına yeni
gelmiş olacak ki, “fetva alınma”
zorunluluğu meydana çıkmış.
Aslında bu durum Tayyip Erdoğan
hükümetine yakışıyor.
Tayyip Erdoğan deyimliydi? Yargıya
“Sen bu konuda karar veremezsin Ulemadan fetva al” diyen.
İslam Dinince getirilmiş bu yasağa
uymak din ve vicdan özgürlüğü açısından bireysel bir haktır. İslam Dini kurallarını
benimsemiş kişiler elbette “süt anneliği, süt kardeşliği” ile evlenme yasağının
bir din kuralı olup olmadığını öğrenip
ona göre davranabilirler.
Ama laik bir ülkede kamuya ait bir
müessese kurularken, bunun çalışma
esaslarını din kurallarına dayandırmak düşünülmez dahi.
Çünkü Laiklik Emre Kongar Hocanın
tarifiyle “… bir dizi hiyerarşik
değerlerden, insana ne yapması ya da ne yapmaması gerektiğini emreden
kurallardan değil, tek bir ilkeden oluşur:Devletin insanlara inançları
konusunda baskı yapmaması ve başkalarının baskı yapmasını da önlemesi ilkesidir
bu”
Herhangi bir vatandaş, “süt
anneliği” konusu dahil yaşamını ilgilendiren konularda Diyanet İşler
Başkanlığı’na baş vurarak, İslam Dini konusunda kafasındaki soru işareti
yaratan hususlarda, dinin ne gibi hükümler getirdiğini sorup, ona göre davranabilir.
Bu onun din ve vicdan
özgürlüğünden doğan en tabii hakkıdır.
Ama bu konu, yani “süt
akrabalılığı” konusunun insanın nüfus kaydına yazılması laik bir ülkede
hukuken düşünülemez.
İnsanlık nüfus belgelerinden, din
ve mezhep hanelerinin çıkartılmasını tartışırken, bir de bu konun nüfus
kayıtlarında yer alması, bir zorunluluktan değil, laikliğin içini
boşaltmak arzusundan kaynaklanmaktadır..
Bu süt anneliği ve süt
kardeşliğinin nüfus kaydına alınması, diğer dinler mensuplarıyla, hiçbir dini
benimsemeyen insanlara, İslam Dini inancının devlet aracılığı ile empoze
edilmesidir.
Bu anayasanın laiklik ilkesiyle
bağdaşmaz.
Dikkat edin, bu laikliğin içini
boşaltma manevrası yine “cambaza bak”
açık gözlüğü ile toplumun dikkatlerinin bebek katilinin açıklamalarına
odaklandığı bir dönemde, sessiz, sedasız kotarılıyor.
Anayasanın laiklik ilkesinin içi
boşaltılmak üzere Laikliğin arkasından dolanılıyormuş, kimin umurunda, ses çıkartmasınlar ki, malum çevreler
sırtlarını sıvazlasın ve “şimdi hem
demokrat ve hem de ilerici oldunuz” desinler.
Aslında durum laik bir devlet
açısından tam bir kepazelik.