Dünya’da saygınlığınız olmasını
istiyorsanız, öncelikle tutarlı olacaksınız.
Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Fransa’nın , bazı batılı
ülkelerin lojistik desteğini de alarak
Birleşmiş Milletler kararına uygun olarak Mali’ye yaptığı askeri müdahaleyi
kınadılar.
Bu kınamanın sebebi nedir?
Bunun sebebi, Fransa’nın askeri
güç kullanarak “İslamcı Militanları” bertaraf etmek istemesidir.
Ama yine aynı Tayyip Erdoğan ve Davutoğlu, bu kez Suriye
konusunda, Birleşmiş Milletler kararı da olmamasına rağmen, Batılı devletlerin
askeri müdahalede bulunmamalarını eleştiriyorlar.
Bu tutarsızlığın, bu
çelişkinin sebebi, mezhebe dayalı dış
politika uygulamalarıdır.
Mali’de yok edilmek istenenler
“İslamcı Militanlar” olunca müdahaleye karşı çık; Suriye’de bertaraf edilmesi
istenen laik Esad olunca, müdahale edilmemesini eleştir.
Uluslararası saygınlık tutarlı
olmaktan geçer.Her türlü dış müdahaleye karşı çıkmak gerekir.
Sıkıntı yaratacak o kadar çok
yanlış yapıyorlar ki, örneğin, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki
Moon’un sözcüsü, ocak ayının son günlerinde “Suriye’de, hükümetin ve
muhaliflerin sebep olduğu yıkımın ve cinayetlerin, dış güçlerin taraflara silah
sağlamasıyla körüklendiğini” söyledi.
Tayyip
Erdoğan, sözcünün yaptığı açıklamada Türkiye’nin adı geçmemiş olmasına rağmen,
bir telaş içinde, muhaliflere silah
verdiğimiz iddialarını red etmek
zorunluluğunu hissetti.
Eğer gerçekten böyle bir yardım
yapmadınsa bu telaş niye?
Türkiye’nin geleneksel, komşuların
içişlerine karışmama prensibinden vaz geçmesi nedeniyle, Suriye sınırının yol
geçen hanına dönmesi, buradan muhaliflere yapılan silah yardımlarının, Amerika
Birleşik Devletleri’nin istemediği bir grup “İslamcı Militanların” eline
geçeceği ve kontroden çıkacağı endişesiyle, geçen Kasım ayında Katarda yeniden
yapılandırılan Suriye Muhalefeti Koalisyonun başındaki İmam Moaz Al Khatip, 30
Ocak’ta , “tutukluların serbest bırakılması, yurt dışındaki muhaliflere
pasaport verilmesi gibi şarlarla “Esad ile görüşmeye hazır olduğunu” açıklamıştı.
Bu Tayyip Erdoğan’ın, Suriye’de laik Esad gidecek, yerine “ılımlı İslam”
modeline uygun bir yapı kurulacak hayallerini yıktı.
Nitekim, Al Khatip Almanya’nın Münih kentinde
Güvenlik konferansı için bulunduğu dönemde de, Amerika Birleşik Devletleri
başkan yardımcısı Biden, Rus Dışişleri Bakanı Lavrov, Birleşmiş Milletler
Temsilcisi Brahimi ve İran Dışişleri Bakanı Salihi ile ayrı ayrı görüştü. Tüm
taraflar bu görüşmelerden mutlu ayrıldılar.
Ama ne acı bir durumdur ki;Davutoğlu’da
Münih’te olmasına rağmen bu görüşme trafiğine dahil edilmemiştir.
Hani bu problemi çözecek en önemli aktör Türkiye
idi, artık burnumuzun dibindeki bir olayda bile ciddiye alınmıyoruz.
Asıl çok daha önemli olan bir
diğer nokta ise, hem Rus Dışişleri Bakanı Lavrov’un muhalifleri Moskovaya davet
etmesi ve hem de İranlı meslektaşının “muhaliflerle
temaslarının devam edeceğini” söylemeleridir.
Bu durum Esad ve rejiminin asli
unsurlarının uzunca bir süre daha yönetimde kalmaya devam edeceğinin
göstergesidir.
Bizim dışında bırakıldığımız
görüşme trafiği sonunda, Amerika Birleşik Devletleri Başkan Yardımcısı
Biden’in Al Khatip’ten, “bir kısım aşırı
unsurların izole ederek, Aleviler, Hristiyanlar ve Kürtler gibi başka grupları
da muhalefete dahil etmesini istediği” açıklandı.
Kim bu izole edilmesi istenen
aşırı gruplar?
Kim olacak; Tayyip Erdoğan’ın bu
Suriye olayının başından beri kendisi için doğal müttefik kabul ettiği, maddi
manevi destek sağladığı El Kaide ve Cihadcılar’dır.
AKP’nin çelişkilerle dolu,
tutarsız anti laik uygulamaları, uygar dünya da Türkiye’ye karşı duyulan
şüpheleri de iyice arttırdı.
Türkiye bu son on yılda AKP
iktidarı tarafından değil de, çağdaş, laik özellikleri olan ve ulusal çıkar
temelli dış politika yürüten bir iktidar tarafından yönetilse dış politikada bu
kadar hüsrana uğranır mıydı?
Tabii bunu kamuoyu önünde bangır
bangır bağırarak sorması gerekenler, mışıl mışıl uyuduklarından adamlarda
bildikleri gibi, Türkiye’nin ulusal çıkarlarına aykırı dış politika götürüyorlar.