Sevr de yapmak istediklerini, o gün
yapamayanlar, Sevr’i bugün yandaşları sayesinde hayata geçirip, ülkeyi bölmeye
çalışmaktadırlar.
Bu numaralı cumhuriyetçilerin, “yetmez ama
evetçilerin” söylemiyle bir Sevr sendromu değil, bir gerçeğin ifadesidir.
12 Eylül Anayasası’nın pek çok maddesi
bugüne kadar değiştirilmiş olmakla beraber, ideolojisine ellenememiş olması
nedeniyle, iç ve dış odaklar “çağdaş, ideolojisiz anayasa” kandırmacaları ile Türkiye’yi bölünme anayasası
yapma sürecine sürüklemeye çalışmaktadırlar.
Bu konuda en azından şimdilik başarılı
olmuş görünüyorlar.
Anayasalar bir devletin temel
yapısını ve bu yapıyı oluşturan organlar
arasındaki ilişkiyi göstermekle kalmamakta, aynı zamanda ideolojik bir
manifesto olarak devletin bağlı olduğu ideolojiyi de yansıtmaktadırlar.
BOP’un gerçekleşmesi için dış güçler
tarafından kışkırtıldığı, beslendiği gün gibi aşikar olan uydurma ırkçılık,
ulusumuzu bölmek ve vatanımızı parçalamak için kullanılmaktadır.
Devletimizin temel ideolojisi olan,
ülkemizin omurgasını oluşturan, ülkemizin birlik ve bütünlüğünün güvencesi olan,
ulus devlet yapımız ve hatta halende devam etmekte olan uluslaşma sürecini sekteye uğratacak,
Cumhuriyetimizin kuruluşundan beri bütün anayasalarımızın kabul ettiği, birlik
ve beraberliğimizi simgeleyen, her hangi bir etnik köken çağrıştırmayan “Türk
devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür” anlayışımız, sanki
bir ırkın başka bir ırka üstünlüğü varmış gibi gösterilerek yeni bir anayasa
yapılma çabasına girilmiştir.
Nitekim AKP’nin Anayasa değişiklik
taslağında, bölücülerin gönlünü hoş etmek ve Türk tabirini Anayasadan
çıkartılacak olmasının doğal sonucu olarak , eğer bu değişiklik
gerçekleşirse, artık mahkemeler karar
verirken “Türk Milleti Adına karar veren” tümcesi kullanılmayacaktır.
Bu yeni anayasa sürecinde yerel
demokrasi odakları olması gereken yerel yönetimler yerine, üniter devlet
yapımızla bağdaşmayan, yerel iktidar odakları yaratan, özü ve içeriği belirsiz
bir “yerel özerklik” yapılanması dayatılmaktadır.
Bir ulusun çimentosu olan resmi dilin
yanına, ikinci bir resmi dil monte edilmeye çalışılmaktadır.
Bu ikinci dilin resmi dil olarak
kabulünün önünü açacak, ana dilde savunma yasası görüşülürken, devleti kuran
CHP’den sadece otuz civarında milletvekilinin red oyu vermesi çok acı ve
düşündürücüdür.
Tehlikenin en önemli boyutu, bazı dış
odaklarında telkiniyle yönlendirilen bu anayasa çalışmaları sanki TBMM de
kurulmuş olan fakat içtüzükte karşılığı bulunmayan “Anayasa Uzlaşma
Komisyonu”nda yapılıyormuş gibi toplum kandırılırken, bölünme anayasası,
Oslo’da, İmralı’da, Kandil’de terör örgütünün lideriyle görüşülerek kotarılmaktadır.
Terör örgütü elinde silah varken elde
ettiği bu kazanımları daha da ileri götürmek için önce bir çatışmasızlık
dönemine girecek ve Anayasa değişikliklerini kabul ettirip, özerkliği elde
ettikten belli bir süre sonra, bu kez yeni çatışmalar çıkartıp bağımsızlık
isteyecektir.
Bu Girit’te de böyle olmuştu. Biz bu
filmi biliyoruz.
Tayyip Erdoğan, ülkede, Birinci Meşrutiyetten bu tarafa yaşanan yaklaşık yüz kırk yıllık geçmişi olan
parlamenter rejim yerine, kendi kişisel siyasi beklentileri doğrultusunda bir “başkanlık
sistemi” getirmek çabasındadır.
Başbakan’ın son günlerdeki
söylemleri BDP ile beraber ve diğer
muhalefet partilerinden devşirilecek yirmi otuz kişiyle bu işi TBMM Genel
Kuruluna götürüp kotarmayı amaçladığını
açıkça ortaya koymaktadır.
Bir kısmını anlatmaya çalıştığımız sakınca ve olumsuzluklara rağmen, siyasi
iktidarın terör örgütü liderleriyle görüşerek kotardığı anayasa değişiklik
sürecine, hala masadan kalkmayarak manevi destek verenler tarih önünde büyük
sorumluluk altında olduklarını unutmamalıdırlar.
Bu Cumhuriyetin temel değerleri ve
kazanımlarıyla sorunu olmayanlar, yaşanan bütün bu olumsuz gelişmeleri derin
bir kaygıyla izlemektedirler.
Bu ülkenin aydınlık, laik, demokrat,
Atatürk ilke ve devrimlerine sadık evlatları, parti ayırımı gözetmeksizin bu
kötü gidişe dur demelidirler.