7 Kasım 2012 Çarşamba

DEVLET SANTAJA BOYUN EĞMEZ



İki aya yakın bir süredir belli çevreler tarafından Türkiye’nin çeşitli ceza evlerinde başlatılan  açlık grevleri tartışılıyor.
Açlık grevi, en yalın tarifi ile kişinin kendi özgür iradesiyle, olumsuz bulduğu bir duruma toplumun  dikkatini çekip desteğini de alarak olumsuz olduğunu iddia ettikleri koşulları  ortadan kaldırmaya yönetenleri zorlamak için, vücudunun ihtiyacı olan besin maddelerini kısmen ve tamamen almayarak aç kalmaya dayalı bir eylemdir.
Diğer bir ifadeyle olumsuz olduğu iddia edilen koşulların ortadan kaldırılması, düzeltilmesi için “kendi hayatını riske ederek” vicdanlara hitap ederek, yönetenleri etkilemektir.
Siyasal gerekçelerle yapılan açlık grevleri özünde “devlete karşı şantaj yapmaktır.” Kişinin kendi sağlığını, vücudunu bir silah olarak kullanıp devlete karşı şantaj yapması kabul edilemez.
İstedikleri siyasal sonuçları elde etmek için, ister kendi iradeleriyle ister dışarıdan gelen telkin ve baskılarla olsun yapılan açlık grevleri meşru ve kabul edilebilir bir hak değildir.
Siyasi amaçlı açlık grevlerine devleti yönetenler, popülist bir yaklaşımla  bir defa taviz verirlerse artık bu taleplerin sonu gelmeyecektir.
Bu nedenle siyaset kurumunun tüm aktörleri, bu tür siyasal şantaj karşısında kararlı durmak zorundadırlar.
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları, kültürel farklılıklarını ifade edebilirler, koruyabilirler ama bu taleplerini siyasallaştıramazlar. 
Bu gün ceza evlerinde devam eden  açlık grevleri, 2000 de olduğu gibi ceza evlerinin olumsuz koşullarına, ya da tekel grevinde olduğu gibi işleri ellerinden alınan emekçilerin uğradıkları haksızlığa toplumun dikkatini çekmek için yapılmıyor, açlık grevinin nedeni Abdullah Öcalan’a özgürlük, anadilde eğitim, anadilde savunma hakkı, TSK’nın operasyonları durdurması gibi tamamı siyasi nitelikli  taleplerdir
Bu taleplere bakıldığında siyasi iktidar, bölücüler ve yandaşlarının topluma kabul ettiremedikleri Oslo mutabakatını, ceza evlerindeki insanların açlık grevleriyle   elde edilmeye çalışıldığı görülmektedir.
Bir kısım kendini sol liberal diye tanımlayanlarda, “devlet taleplere sıcak yaklaş sına” kadar geldiler. Bir anlamda açlık grevi eylemine “entelektüel meşruluk” kazandırma çabası içine girdiler.
Aydın olduğunu iddia edenlerin asıl yapması gereken, birilerinin kendi  bedenlerine verecekleri zararları teşvik etmek değil, açlık grevleri üzücü sonuçlar vermeden sonlandırılmasına çaba göstermektir.
Ana dilde eğitim, ana dilde savunma gibi talepler, devletin resmi dili dışında, farklı dillerinde eğitim ve öğretimde kullanılmasını gerektirir. Bir başka deyişle ana dilde eğitim ve ana dilde savunma haklarının hayata geçmesi, Türkiye Cumhuriyet’inde onlarca ana dilin kamusal alana taşınması demektir. Ulusal bütünlüğü, ülkesiyle milletiyle bölünmezliğe ve dil birliğine bağlayan Devletin üniter yapısı parçalanır.
Bu nedenle “ana dilde eğitim” öyle birilerinin söylediği gibi “Türkiye buna hazır olmadığı” için değil, küreselleşmenin en büyük hedefi olan, ulus devletlerin egemenliklerinin sınırlanması ve ulusal kültürün zayıflatılmasına yol açacağı için şiddetle red edilmelidir.
Bugün gelinen noktanın, yani ceza evlerinde bulunan insanların, bedenlerini topluma karşı bir silah olarak kullanmalarının müsebbibi, devamlı olarak teröristle müzakere edilebileceğini söyleyen  siyasal iktidarla, bu görüşmeye itiraz etmeden, sadece görüşmenin gizliğinden yakınan muhalefettir.
Pusuladan anlamayan kaptan gemisini karaya oturturmuş. Bugün ülkeyi yönetende, yönetmeye talip olanlarda, aynen pusuladan anlamayan kaptan durumundalar, tarihten ve siyaset biliminden o kadar uzaklar ki, ülke bölünmeye gidiyor, birileri Sevr’i hayata geçirmeye çalışıyor, onlar sadece kulaklarına fısıldananla el yordamıyla devlet yönetip, siyaset yapıyorlar.