11 Kasım 2012 Pazar

29 EKİM VE 10 KASIMI DOĞRU OKUMAK



Çok yakın zamanda iki büyük gün yaşadık. Biri 29 Ekim Cumhuriyet yürüyüşü, bir diğeri 10 Kasım Atatürk’ü anma günü.
Her ikisinde de milyonlar alanlara koştu, 29 Ekim günü hava şartları da çok elverişli idi, ama 10 Kasım günü, bütün Türkiye’de gök delinmişçesine bir yağmur yağıyordu. Ama aynı milyonlar,  belki de daha kalabalığı, bu kötü hava şartlarına hiç aldırış etmeden yine alanlardaydı.
Bu coşku, bu atasına bağlılığı, hiçbir parti, hiçbir sivil toplum kuruluşu veya grup kendine mal etmemelidir.
O alanlara çıkan milyonlar tek bir siyasi partinin mensupları değildi, çok değişik partilerden, cumhuriyetin temel değerlerine sahip çıkan kitlelerdi.
Ama bu kitleleri kendi gücü olarak görmek isteyen siyasi partiler bir şeyi doğru anlamak zorundadırlar.
O büyük kitleler: “Ben Atatürk’e, onun devrimlerine ve ilkelerine bağlıyım.” demiştir.
Bu kitleler mesajını sadece oylarına talip olan siyasi partilere değil, iktidar sahiplerine de  vermiştir: “Hiçbir şeyden korkmuyorum, hele senden hiç korkmuyorum, ben Atamın Bursa konuşmasında aradığını söylediği gençliğim” demiştir.
Çağın yetiştirdiği en büyük deha, herkesten farklı olduğunu ortaya koyan iki konuşma yapmıştır. İlki “Gençliğe Hitabe”si, diğeri ise “Bursa Konuşması” dır.
İlkinde büyük bir öngörüyle kurduğu Cumhuriyetin ve devrimlerinin hangi vahim tehlikelerle karşılaşabileceğini; ikincisinde ise, arzu ettiği, beklediği Türk gencinin kurduğu Cumhuriyet ve devrimlerini, tehlikeye düştüğü anda  korumak için neler yapmaları gerektiğini söylemiştir.
Yani daha o tarihte kimsenin düşünemediği bir dönemde, meşruiyetini kaybeden siyasi iktidarlara karşı “Ulusların Meşru Direnme Hakkı”nın varlığını söylemiştir.
10 Kasım’da özellikle Ankara’da Atasına koşan milyonlar, “bu ülkenin polisi var” dememiş, hiçbir koruma tedbirinin alınmadığı, bomba aramasının yapılmadığı, her türlü sabotaja ve kışkırtmaya açık alanlara koşmuş, kendisini ortaya koymuştur.
10 Kasım’da milyonlar dünyanın en güçlü en yürekli ordusunu alanlara dökerek, “Yeter artık ben varım, halk var, kurtarıcıya ihtiyacım yok ” demiştir.
Bu milyonlar, onun kurduğu Cumhuriyetin nimetlerinden istifade ederek, onun devrimleri sayesinde ümmet olmaktan kurtulup, yurttaş oldukları için bugün her boy iktidara sahip olanlara “kendine gel, bu Cumhuriyeti ve bu Cumhuriyetin kazanımlarını, devrimlerini sana yok ettirmeyiz” demiştir.
Alanlara çıkan milyonlar, bu Cumhuriyeti, onun kazanımlarını ve devrimlerini, “Bu ülkenin, askeri var, polis var, adalet örgütü var demeden” koruyacağını dosta düşmana göstermiştir.
Ona küfredenlerin, ona katil diyenlerin, onun devrim ve ilkelerinin bekçisi değiliz, onu hem Türkiye Cumhuriyeti’nden hem de CHP’den kazıyacağız diyenlerin, emperyalistlerin memurları ya da  uşakları olduğunu görmek ve bilmek zorundayız.
Çünkü O, emperyalizme karşı  mazlum milletlerin yol göstericisi olmuştur. Milletler arası ilişkilerin eşitler arasında olması gerektiğini dünyaya göstermiş ve Lozan’da fiilen hayata geçirmiştir.
Çağdaşlaşmanın öncüsü olmuştur. O tek yol göstericinin akıl ve bilim olduğunu haykırmıştır.
O daha kimsenin düşünemediği dönemde “Devlet kimsesizlerin kimsesidir” diyerek sosyal devleti dile getirmiştir.
Bugün onun devrim ve ilkelerinin bekçisi olmayacağız diyebilen, kadınların iş hayatında ve siyasette olmasının önünü açmış, onları birey yapmıştır.
O büyük bir devrimcidir. Her gün daha ileriye, daha güzele koşmayı bir hayat felsefesi haline getirmiştir. 
 İşte onun en büyük eserim dediği kurumlarda iktidarı elinde bulunduranlar, ona yaptığınız haksızlıklar ve çirkin saldırılar nedeniyle ondan özür dileyip, onun devrimci özelliğini hayata geçiriniz.
Çağ atlamak, muasır medeniyetin önüne geçmek ancak devrimci olmakla mümkündür. Onun devrimciliği durağan değil devamlı evrimden yana olmaktır. Yaşadığımız ülkeyi çağın ötesine taşımaktır.
29 Ekim ve 10 Kasımda  dünyanın en güçlü ordusunun,  yani halkın mesajını doğru okumak lazımdır.