Çok yakın zamanda iki büyük gün yaşadık.
Biri 29 Ekim Cumhuriyet yürüyüşü, bir diğeri 10 Kasım Atatürk’ü anma günü.
Her ikisinde de milyonlar alanlara
koştu, 29 Ekim günü hava şartları da çok elverişli idi, ama 10 Kasım günü,
bütün Türkiye’de gök delinmişçesine bir yağmur yağıyordu. Ama aynı milyonlar, belki de daha kalabalığı, bu kötü hava
şartlarına hiç aldırış etmeden yine alanlardaydı.
Bu coşku, bu atasına bağlılığı, hiçbir
parti, hiçbir sivil toplum kuruluşu veya grup kendine mal etmemelidir.
O alanlara çıkan milyonlar tek bir
siyasi partinin mensupları değildi, çok değişik partilerden, cumhuriyetin temel
değerlerine sahip çıkan kitlelerdi.
Ama bu kitleleri kendi gücü olarak
görmek isteyen siyasi partiler bir şeyi doğru anlamak zorundadırlar.
O büyük kitleler: “Ben Atatürk’e, onun
devrimlerine ve ilkelerine bağlıyım.” demiştir.
Bu kitleler mesajını sadece oylarına
talip olan siyasi partilere değil, iktidar sahiplerine de vermiştir: “Hiçbir şeyden korkmuyorum, hele
senden hiç korkmuyorum, ben Atamın Bursa konuşmasında aradığını söylediği
gençliğim” demiştir.
Çağın yetiştirdiği en büyük deha,
herkesten farklı olduğunu ortaya koyan iki konuşma yapmıştır. İlki “Gençliğe
Hitabe”si, diğeri ise “Bursa Konuşması” dır.
İlkinde büyük bir öngörüyle kurduğu
Cumhuriyetin ve devrimlerinin hangi vahim tehlikelerle karşılaşabileceğini;
ikincisinde ise, arzu ettiği, beklediği Türk gencinin kurduğu Cumhuriyet ve
devrimlerini, tehlikeye düştüğü anda korumak için neler yapmaları gerektiğini
söylemiştir.
Yani daha o tarihte kimsenin
düşünemediği bir dönemde, meşruiyetini kaybeden siyasi iktidarlara karşı
“Ulusların Meşru Direnme Hakkı”nın varlığını söylemiştir.
10 Kasım’da özellikle Ankara’da Atasına
koşan milyonlar, “bu ülkenin polisi var” dememiş, hiçbir koruma tedbirinin
alınmadığı, bomba aramasının yapılmadığı, her türlü sabotaja ve kışkırtmaya açık
alanlara koşmuş, kendisini ortaya koymuştur.
10 Kasım’da milyonlar dünyanın en güçlü
en yürekli ordusunu alanlara dökerek, “Yeter artık ben varım, halk var,
kurtarıcıya ihtiyacım yok ” demiştir.
Bu milyonlar, onun kurduğu Cumhuriyetin
nimetlerinden istifade ederek, onun devrimleri sayesinde ümmet olmaktan
kurtulup, yurttaş oldukları için bugün her boy iktidara sahip olanlara “kendine
gel, bu Cumhuriyeti ve bu Cumhuriyetin kazanımlarını, devrimlerini sana yok
ettirmeyiz” demiştir.
Alanlara çıkan milyonlar, bu
Cumhuriyeti, onun kazanımlarını ve devrimlerini, “Bu ülkenin, askeri var, polis
var, adalet örgütü var demeden” koruyacağını dosta düşmana göstermiştir.
Ona küfredenlerin, ona katil diyenlerin,
onun devrim ve ilkelerinin bekçisi değiliz, onu hem Türkiye Cumhuriyeti’nden
hem de CHP’den kazıyacağız diyenlerin, emperyalistlerin memurları ya da uşakları olduğunu görmek ve bilmek zorundayız.
Çünkü O, emperyalizme karşı mazlum milletlerin yol göstericisi olmuştur.
Milletler arası ilişkilerin eşitler arasında olması gerektiğini dünyaya
göstermiş ve Lozan’da fiilen hayata geçirmiştir.
Çağdaşlaşmanın öncüsü olmuştur. O tek
yol göstericinin akıl ve bilim olduğunu haykırmıştır.
O daha kimsenin düşünemediği dönemde
“Devlet kimsesizlerin kimsesidir” diyerek sosyal devleti dile getirmiştir.
Bugün onun devrim ve ilkelerinin bekçisi
olmayacağız diyebilen, kadınların iş hayatında ve siyasette olmasının önünü
açmış, onları birey yapmıştır.
O büyük bir devrimcidir. Her gün daha
ileriye, daha güzele koşmayı bir hayat felsefesi haline getirmiştir.
İşte
onun en büyük eserim dediği kurumlarda iktidarı elinde bulunduranlar, ona
yaptığınız haksızlıklar ve çirkin saldırılar nedeniyle ondan özür dileyip, onun
devrimci özelliğini hayata geçiriniz.
Çağ atlamak, muasır medeniyetin önüne
geçmek ancak devrimci olmakla mümkündür. Onun devrimciliği durağan değil
devamlı evrimden yana olmaktır. Yaşadığımız ülkeyi çağın ötesine taşımaktır.
29 Ekim ve 10 Kasımda dünyanın en güçlü ordusunun, yani halkın mesajını doğru okumak
lazımdır.