Son günlerde basın yayın organlarına
baktığınız zaman hep bir ağızdan, Oslo görüşmelerinin başlaması yönünde
görüşler ileri sürüldüğü görülecektir.
Buna gerekçe olarak gösterilen de “Barış
olsun” , “Analar ağlamasın” gibi ilk etapta kulağa hoş gelen söylemlerdir.
Her siyasetçi, her milletvekili hukuk
fakültesi mezunu olsun olmasın hukuk
terminolojisini doğru kullanmak zorundadır.
Bizdeki PKK terör örgütünün silahlı kalkışmaları
uluslararası hukuk statüsü içinde değerlendirilmediğinden, eylemleri, yani yaptıkları katliamlar, adam kaçırma, terörün
finansmanı için uyuşturucu kaçakçılığı vs eylemleri ulusal ceza hukukunun
konusunu teşkil ederler.
O nedenledir ki, uluslararası hukukun
bir kurumu olan “Barış” onlarla söz
konusu olmaz. YA SİLAH BIRAKIRLAR YA DA
DEVLET GÜCÜ KULLANILARAK SİLAHTAN ARINDIRILIRLAR.
Bu nedenledir ki BDP’lilerin bu işe Birleşmiş Milletlerin müdahalesini
istemesinin temelinde yatan neden de olayı uluslararasılaştırmaktır.
Aslında Oslo görüşmelerinde devlet bu
oyuna gelmiştir. Görüşmelerde BM Güvenlik Konseyi’nin iki daimi üyesinden biri
“Hakem Devlet”, diğeri ise “Gözlemci Devlet” olarak orada bulunmaktadırlar. TÜRKİYE’NİN
BUNU KABUL ETMESİ DAHİ BÜYÜK BİR
YANLIŞTIR.
Beğenelim veya beğenmeyelim, ABD ve
İsrail terör örgütleriyle masaya oturmazlar.
Örneğin ABD El-Kaide ile pazarlık
masasına bugüne kadar oturdu mu? El-Kaide terörünü sonlandırmak için Bin
Ladinle görüşebiliriz dedi mi?
Elbette hayır.
PKK terör örgütüyle masaya oturulursa bu onların
tanınması anlamına geldiği gibi, bir de Abdullah Öcalan’la da görüşebiliriz
demek, EŞKİYAYA TESLİM OLMAKTIR.
Silah bırakılması için masaya
oturabiliriz demek, Türk Milleti’nin aklıyla alay etmektir.
Eşkıyaya silahlarını bırak dediğin zaman
cevabı “NE KARŞILIĞINDA ?” OLACAKTIR.
Yani bu Oslo görüşmelerinden “Terör örgütü kayıtsız şartsız silahlarını
bıraksın, ondan sonra Türkiye demokrasisindeki eksiklikleri neyse ele alıp düzeltsin”
kararı mı çıkacak? Yoksa “Türkiye şu
şu tavizleri verirse, terör örgütünün silahları bırakmasının uygun koşullarımı
oluşur ” mu denecektir? Hiç kimse
kendisini kandırmasın, ikinci seçenek gerçekleşecektir.
Dünyada yaşanan olaylar, terörün
doğrudan dış ve dolaylı desteklerinin önü kesilmeden bitirilemeyeceğini ortaya
koymaktadır.
Irak ve Kuzey Irak Kürt Yönetimleri
bilerek ve isteyerek terör örgütü
militanlarının Türkiye’ye sızmalarını engellemiyorlar. Bir de şimdi buna yanlış
dış politika tercihlerimizle Suriye katıldı, olay daha da vahim hale geldi.
Bu
nedenle, PKK terör örgütünün militanları komşu ülkelerdeki kamplarından sınırı
geçip Türkiye’ye girerek saldırılarına devam ettiği ve silah bırakmadığı sürece
Türkiye’nin terör örgütüyle hem de
İngiltere’nin hakemliğinde masaya
oturmaması gerekir.
Siyasi Partilerin olaylara
yaklaşımlarına bakarsanız, bu olayın tek muhatabının terör örgütü olduğu,
Türkiye’nin huzurunun onların insafına kaldığı gibi bir algılama yaratılmaya
çalışıldığını görürsünüz.
Bu olayda şehit, gaziler ve yakınları göz ardı edilerek bu ülkenin diğer
unsurlarının bu konudaki görüşünün bir değeri yokmuş gibi davranılmaktadır.
Eğer bir mutabakat aranacaksa bu
toplumsal bir mutabakat olursa kalıcı ve yaraları sarıcı olur.
Terörü kullanarak askeri polisi katledip
halka zarar verenlerle varılacak bir mutabakatın, bu eylemlerin mağdurlarının da
içine sindirebileceği ve onların tatmin olabileceği unsurları taşıması
gerektiği tartışmasızdır.
O nedenle bu konuya çözüm yolunda
katkıda bulunacağını iddia eden partiler, bu konularda görevlendireceği
insanları çok dikkatle seçmek mecburiyetindedirler.
Bu seçilen insanların da kullandıkları
terminolojiyi seçerken, çok dikkatli olmaları gerekir. Ülkeyi sıkıntıya sokacak
“Barış” , “Barış görüşmeleri” gibi söylemlerden kaçınmaları gerekir.
Bu nedenle yazımın başında, her
milletvekili hukuk fakültesi mezunu olsun veya olmasın hukuki konuşmak zorundadır dedim.
Kullanılan sözlerin uluslararası hukukta
ne anlama geldiği bilinmeden ya da ne anlama geldiği bilinmesine rağmen kötü
niyetle kullanılması ÇOK TEHLİKELİ
SONUÇLAR YARATIR.