2010 yılı Aralık ayında başlayan Balyoz
davası tahmin ettiğim gibi sonuçlandı.
Bu kararın, birkaç rövanşist dışında,
kamu vicdanını tatmin ettiğini düşünmüyorum.
Başından beri savunma haklarının
kısıtlandığı, bu nedenle adil yargılanma
hakkının çiğnendiği bir süreç sonunda bir hüküm verildi.
Yargılama, sav ve savunmanın yargılama
usul hukuku düzeni içinde çatıştırılarak hukuki sonuçların çıkarıldığı bir
çalışmadır.
Bu nedenle sav ve savunmanın yargıç gözünde ve indinde eşit olması
gerekirken, savunmayı olabildiğince kısıtlayan, dışlayan bir yargılama
yapılmışsa orada ne adalet tecelli eder, ne de verilen karar tarafları etmediği gibi kamu vicdanını da
tatmin eder.
Kamu vicdanını tatmin etmeyen bir hüküm,
inanıyorum ki, ne kadar şartlanmış olursa olsun, ne kadara yandaş olursa olsun,
o hükmü veren hakimi de rahatsız edecektir.
Zira; “temiz bir vicdan kadar yumuşak bir yastık yoktur” diye bir Fransız atasözü vardır.
Eğer bir yargıç veya yargıçlar heyeti vicdan
rahatlığı içinde bir karar veriyorsa,
sanıklarla arasına barikat kurdurmaz, daha hükmü açıklamadan “bu nihai karar değil temyizi de var” demez
ve eğer diyorsa o karara kendisi de inanmıyor demektir.
Böyle bir ortamda kararın verildiği
günkü TV programlarını izlemeye çalıştım.
Rövanş alma duygusu içinde olanlar bile yargılama aşamasında “bazı
delillerin toplanmadığını, bazı usul uygulaması olumsuzluklarının yapıldığını”
dile getirdiler. Hatta daha ileri gidip verilen cezaların çok ağır olduğunu bile
söyleyenler oldu.
Uygar bir ülkede, bir delil grubu içinde
bir tanesi bile “düzmece”, “kurmaca” ise o delillerin hepsi artık sahih
olmaktan çıkar.
Verilen karar, kararı savunmaya
çalışanlar tarafından bile eksikliklerle, hukuksuzluklarla dolu olduğu yönünde
eleştiriliyorsa, o karar kimseyi tatmin
etmemiş demektir.
Bu ve Silivri Mahkemelerinden çıkacak
diğer böyle kamu vicdanını rahatsız edecek kararlar, ileri de hem de çok uzun olmayan bir süreçte, bir genel af beklentisi yaratacaktır.
Zira bu özel yetkili Mahkemelerden
verilen kararlara karşı kamuoyunda bir inançsızlık söz konusu olacak, kamu
vicdanı kanamaya başlayacaktır.
Eğer bir Mahkemenin tutum ve
davranışları, tüm yargılama sürecinde ve gerekse kararı verdiği andan itibaren,
bu ülkenin ciddi hukukçuları tarafından tartışılır hale geliyorsa, burada ciddi
bir sorun var demektir.
Bütün bunların temelinde yatan hem
cumhuriyetten ve cumhuriyeti kuran kurumlardan rövanş almak ve hem de Abdullah Öcalan’ı da kapsar şekilde bir genel
affın yolunu açmaktır.
Yargının şuanda verdiği görüntü,
Yürütmenin emri altına girdiğini gösteriyor. Aksi olsa, Başbakan’ın “Mahkemeye
gerekeni söyledik” sözleri üstüne, hani o yansız ve tarafsız bir seçimle
geldiği iddia edilen Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu Başkan Vekili, Başbakan’ın
bu söylemi için “dil sürçmesidir” der miydi?.
Suçüstü yakalanmış Başbakanı kurtarmak,
onu temize çıkartmak bu zat-ı muhteremin işimidir?
Ama Kamuoyundan da bu konuda hiçbir
tepki gelmedi.Çağdaş bir ülkede bu özensizlik, yargının etkilendiği düşüncesi
toplumsal tepkiyi doğururdu.
Silivri Mahkemelerinde tutuklu, yanlış
anımsamıyorsam genç bir muvazzaf general bana “Bizi değil hukuku savunun” demişti.
Ne kadar da doğru söylemişti.
Evet, artık bugünden sonra yapmamız
gereken, hiç ayırım yapmadan, bizden, karşı taraftan demeden, kime karşı
yargıda bir haksızlık, hukuksuzluk yapılıyorsa onunla mücadele etmek
zorundayız.
Yansız
ve tarafsız bir yargı hepimizin güvencesidir. Böyle bir yargı düşünce ve ifade
özgürlüğünün de, basın özgürlüğünün de, bireysel hak ve özgürlüklerinin de,
DEMOKRASİNİN DE teminatıdır.
O nedenle tanrı hepimizi aklı ve vicdanı
özgür, sağlam karakter sahibi, iyi eğitilmiş, verdiği kararlar KAMU VİCDANI’NI KANATMAYAN YARGIÇLARLA karşılaştırsın.