18 Temmuz 2012 Çarşamba

KURULTAY VE KONUŞMA


34. Kurultay basın ne kadar pompalarsa pompalasın  CHP tarihinde benim gördüğüm en coşkusuz ve en sönük kurultaydı.
CHP’nin hiçbir Kurultay’ın da salonun dışının boş olduğu bir dönem olmamıştır. Her zaman salon ve çevresinde binlerce kişi olurdu. Bu Kurultay’da sadece salondaki insan kadar bir topluluk vardı.
Elbette bunda Kurultay’ın yangından mal kaçırırcasına hafta içinde yapılmasının da etkisi oldu.
Bu seferki salon  heyecanı,  partinin söylemleri toplumda bir heyecan ve umut yaratmadığı için  sadece yaklaşan yerel yönetimler seçimlerinde yer alabilmek endişesiyle sınırlıydı. 
Kemal Kılıçdaroğlu’nun Kurultay konuşması, bir köşe yazarının anlatımıyla, grup toplantılarında yaptığı konuşmanın toplamı gibiydi.
Ancak Kemal bey, CHP tarihi içinde basının destek vermesi anlamında benim gördüğüm en şanslı Genel Başkan.
Eğer bir başka genel başkan, örneğin Sayın Baykal, Kılıçdaroğlu’nun, konuşmasında yaptığı hataları yapmış olsaydı, bugün Türk basının da kıyamet kopuyor olurdu.
Elbette Sayın Baykal’ın entelektüel derinliği, hem anti emperyalizmden bahis edip ve hem de küreselleşmenin  faziletlerinden söz etmesine engel olurdu. Ama en basitinden Kılıçdaroğlunu’nun daha konuşmasının başında yaptığı “hafta arasında” diyeceğine, “hafta sonunda” gibi bir insani söylem hatasını Sayın Baykal yapsaydı; bunu bile günlerce  espri konusu yaparlardı.
 Kılıçdaroğlu, zamanın ruhunu iyi okumaya çalıştığı algısını yaratmaya çalışırken, bunu sadece bir söylem olarak algıladığını, içeriğini pek anlamadığını da söylemleriyle ortaya koydu.
Zira zamanın ruhunu yakaladıklarını söyleyenler  küreselleşmeyi ve dolayısıyla özerkleşmeyi savunanlardır.
 Çok basit anlatımlarla Küreselleşmenin siyasal ayağı, ABD’nin dünya siyasal liderliğini ve onun jandarmalığını kabul etmektir. Yani ulusal egemenliklerin zayıflatılmasıdır.
Ekonomik ayağı ise uluslar arası sermayenin egemenliğidir.
Üçüncü bir ayağı ise kültürel ayağıdır. Bu ulus devletler içindeki kültürel farklılıkların, dünya jandarmasının işini kolaylaştırmak için  siyasal özerkliğe dönüştürülmesidir.Aynen bugün Güneydoğu Anadolu’da olduğu gibi.
Kılıçdaroğlu bir taraftan CHP’nin köklerinden kopmayacağını söylerken, bir taraftan da küreselleşmeye methiye düzmesi anlaşılabilir değildir.
Aslında, küreselleşmeye methiyeler düzmesi, kendisi açısından çok anlaşılabilir bir durum.
Zira; bir Kürt özerkliğinin ilk adımı olan, Oslo görüşmelerinin yapılmasını  değil, gizli yapılmasını eleştiren Kılıçdaroğlu zaten üniter yapıya nasıl baktığını, küçük kültürel özerklik anlayışını benimsediğini Sezgin Tanrıkulu, Hüseyin Aygün gibi bu partinin kimliği ile bağdaşmadığı mümkün olmayan insanları Milletvekili yaparak çok net bir şekilde zaten evvelce ortaya koymuştu.
Bu aslında bir çelişki değil Kılıçdaroğlu’nun Cumhuriyetin temel değerleri, anti emperyalizm, Atatürk ve Atatürkçülük konusundaki söylemi inanarak değil, kendi de dizayn etmiş olsa delegenin hassasiyetini göz önüne alarak, onlara  hoş görünmek için söylenmiş sözlerdir.
Yoksa o söylediklerinin içeriğine inandığını zannetmiyorum.
Kılıçdaroğlu konuşmasında CHP’yi “Kökleriyle, kendini yenileyen, gücünü tarihin derinliklerinden alan, geçmişiyle her zaman onur duyan bir parti olduğunu” söyleyerek tanımlamıştır.
Geçmişiyle onur duyan bir partinin, yani CHP’nin  Genel Başkanı , Atatürk’e katliamcı denmesine nasıl hoşgörüyle bakar. “Atatürk Devrimleri’nin bekçisi değiliz” , “tekke ve zaviyeler açılmalıdır”, “Atatürk’ü partiden ve zihinlerden kazıyacağız” diyenleri,  numaralı CİA yan kuruluşunun adamlarını, Kuşoğlu gibi “yetmez ama evetçiler”i
    milletvekili yapar mı?
 Bunların CHP saflarında yer bulup TBMM üyesi olmalarına neden olduktan sonra , Sabahattin Aliyi CHP öldürttü, Nazım Hikmeti CHP hapsetti diye bilir mi? Bütün bunlardan sonra, “partinin geçmişiyle onur duyduğunu”  söylemesi  inandırıcı olabilir mi?
Asıl iş, CHP’ye gönül veren  çağdaş yaşamı benimsemiş, bağımsızlığa aşık, halkçı ve devrimci olan  milyonlara düşmektedir.
Bunlar  tepkileriyle bu geri gidişe dur diyeceklerdir.