34. Kurultay basın ne kadar pompalarsa
pompalasın CHP tarihinde benim gördüğüm
en coşkusuz ve en sönük kurultaydı.
CHP’nin hiçbir Kurultay’ın da salonun
dışının boş olduğu bir dönem olmamıştır. Her zaman salon ve çevresinde binlerce
kişi olurdu. Bu Kurultay’da sadece salondaki insan kadar bir topluluk vardı.
Elbette bunda Kurultay’ın yangından mal
kaçırırcasına hafta içinde yapılmasının da etkisi oldu.
Bu seferki salon heyecanı, partinin söylemleri toplumda bir heyecan ve
umut yaratmadığı için sadece yaklaşan
yerel yönetimler seçimlerinde yer alabilmek endişesiyle sınırlıydı.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun Kurultay konuşması,
bir köşe yazarının anlatımıyla, grup toplantılarında yaptığı konuşmanın toplamı
gibiydi.
Ancak Kemal bey, CHP tarihi içinde
basının destek vermesi anlamında benim gördüğüm en şanslı Genel Başkan.
Eğer bir başka genel başkan, örneğin
Sayın Baykal, Kılıçdaroğlu’nun, konuşmasında yaptığı hataları yapmış olsaydı,
bugün Türk basının da kıyamet kopuyor olurdu.
Elbette Sayın Baykal’ın entelektüel
derinliği, hem anti emperyalizmden bahis edip ve hem de küreselleşmenin faziletlerinden söz etmesine engel olurdu. Ama
en basitinden Kılıçdaroğlunu’nun daha konuşmasının başında yaptığı “hafta
arasında” diyeceğine, “hafta sonunda” gibi bir insani söylem hatasını Sayın
Baykal yapsaydı; bunu bile günlerce
espri konusu yaparlardı.
Kılıçdaroğlu,
zamanın ruhunu iyi okumaya çalıştığı algısını yaratmaya çalışırken, bunu sadece
bir söylem olarak algıladığını, içeriğini pek anlamadığını da söylemleriyle
ortaya koydu.
Zira zamanın ruhunu yakaladıklarını
söyleyenler küreselleşmeyi ve
dolayısıyla özerkleşmeyi savunanlardır.
Çok
basit anlatımlarla Küreselleşmenin siyasal ayağı, ABD’nin dünya siyasal
liderliğini ve onun jandarmalığını kabul etmektir. Yani ulusal egemenliklerin
zayıflatılmasıdır.
Ekonomik ayağı ise uluslar arası
sermayenin egemenliğidir.
Üçüncü bir ayağı ise kültürel ayağıdır.
Bu ulus devletler içindeki kültürel farklılıkların, dünya jandarmasının işini
kolaylaştırmak için siyasal özerkliğe
dönüştürülmesidir.Aynen bugün Güneydoğu Anadolu’da olduğu gibi.
Kılıçdaroğlu bir taraftan CHP’nin
köklerinden kopmayacağını söylerken, bir taraftan da küreselleşmeye methiye
düzmesi anlaşılabilir değildir.
Aslında, küreselleşmeye methiyeler
düzmesi, kendisi açısından çok anlaşılabilir bir durum.
Zira; bir Kürt özerkliğinin ilk adımı
olan, Oslo görüşmelerinin yapılmasını
değil, gizli yapılmasını eleştiren Kılıçdaroğlu zaten üniter yapıya
nasıl baktığını, küçük kültürel özerklik anlayışını benimsediğini Sezgin
Tanrıkulu, Hüseyin Aygün gibi bu partinin kimliği ile bağdaşmadığı mümkün
olmayan insanları Milletvekili yaparak çok net bir şekilde zaten evvelce ortaya
koymuştu.
Bu aslında bir çelişki değil
Kılıçdaroğlu’nun Cumhuriyetin temel değerleri, anti emperyalizm, Atatürk ve
Atatürkçülük konusundaki söylemi inanarak değil, kendi de dizayn etmiş olsa
delegenin hassasiyetini göz önüne alarak, onlara hoş görünmek için söylenmiş sözlerdir.
Yoksa o söylediklerinin içeriğine
inandığını zannetmiyorum.
Kılıçdaroğlu konuşmasında CHP’yi “Kökleriyle, kendini yenileyen, gücünü
tarihin derinliklerinden alan, geçmişiyle her zaman onur duyan bir parti
olduğunu” söyleyerek tanımlamıştır.
Geçmişiyle onur duyan bir partinin, yani
CHP’nin Genel Başkanı , Atatürk’e
katliamcı denmesine nasıl hoşgörüyle bakar. “Atatürk Devrimleri’nin bekçisi
değiliz” , “tekke ve zaviyeler açılmalıdır”, “Atatürk’ü partiden ve zihinlerden
kazıyacağız” diyenleri, numaralı CİA yan
kuruluşunun adamlarını, Kuşoğlu gibi “yetmez ama evetçiler”i
milletvekili yapar mı?
Bunların CHP saflarında yer bulup TBMM üyesi
olmalarına neden olduktan sonra , Sabahattin Aliyi CHP öldürttü, Nazım Hikmeti
CHP hapsetti diye bilir mi? Bütün bunlardan sonra, “partinin geçmişiyle onur duyduğunu”
söylemesi inandırıcı olabilir mi?
Asıl iş, CHP’ye gönül veren çağdaş yaşamı benimsemiş, bağımsızlığa aşık,
halkçı ve devrimci olan milyonlara
düşmektedir.
Bunlar
tepkileriyle bu geri gidişe dur diyeceklerdir.