Türkiye’de uzun süreden beri darbelerle
hesaplaşılıyormuş gibi yapılarak Türk Silahlı Kuvvetleri yıpratılmak
istenmektedir.
Ordunun yönetime fiilen el koyduğu 12
Eylül 1980 darbesinden buyana otuz yılı aşkın bir süre geçmiş, bu süre içinde
gücü elinde bulunduran askerler görev başınayken yani ellerinde tank, top,
tüfek, uçak varken darbe yapmamışlar ama darbe planları yapmışlar.
Hakikaten fıkra gibi.
Bugüne kadar yukarıda da söylediğimiz
gibi bir çok general görevlerinden ayrıldıktan yıllar sonra “siz darbe
planlamışsınız” iddialarıyla tutuklandılar.
Hukuki tarafını burada tartışmak
istemiyorum.Çünkü bana ayrılan yer buna yetmez.
Ama ister iktidarda olalım, ister
muhalefette çifte standard uygulamasını çok severiz.
Muhtıracı generalin yaptığı açıklama
işimize geliyorsa, onu hemen taltif ederiz. Değil muhtıra vermek, görevinin
gereğini yapan, aldığı emri uygulayanı da darbeci diye içeri tıkarız.
Hatırlanacağı üzere 2007 yılında
Cumhurbaşkanlığı seçimi sırasında, AKP kendi dayattığı Cumhurbaşkanı’nı
Anayasaya aykırı bir seçim yöntemiyle TBMM’ne seçtirmeye çalışmıştı.
CHP de Anayasanın kendisine verdiği hakkı
kullanarak bu seçimi Anayasa Mahkemesi’ne götürmüştü.
Mahkemenin karar verme süreci içinde
Genelkurmay Başkanlığı internet sitesinde, sonradan siyasi hayatımızda “e
muhtıra” olarak anılacak bir bildiri yayınlandı.
Bildiri ilk bakışta sanki CHP’nin açtığı
davaya destek verir mahiyette idi.
İyi bir kurmay zekasıyla da yazılmadığı
anlaşılan bu bildiri hakkında dönemin Genelkurmay Başkanı, sonradan, açıklamayı
kendisinin kaleme aldığını, bunun bir
muhtıra olduğunu belirtti.
Bana göre bu sözde muhtıra, CHP’nin açtığı davayı kamu vicdanın da sakatladığı, dolayısıyla da
AKP’nin işine yaradığı için AKP İktidarı tarafından bugün hiç tartışılmadığı
gibi de üstü örtülmeye çalışılmaktadır.
Zira, bu işleri çok yakından takip
etmeyen, etmesi de beklenmeyen geniş halk kitleleri, Anayasa Mahkemesi’nin
davayla ilgili verdiği kararı,
askerlerin baskısı ile verilmiş gibi algıladı.
Bugün kahramanlık nutukları atan İktidar
Partisi’nin Genel Başkanı o gün kılını bile kıpırdatmadı, zira bu saçmalık çok
işine yarıyordu.
Çünkü, mağduru oynayarak prim yapacaktı.
Bu kadar demokrasiden yana olduğunu söyleyen bir Başbakan’ın ve başında olduğu
hükümetin yapması gereken, o Genelkurmay Başkanı’nı o sabah disiplinsizlikten
önce emekli edip ve hemen arkasından da mahkemeye sevk etmesi gerekirdi,
yapmadı. Sadece bir gün sonra “herkes görevini bilsin” gibi bir açıklama
yapıldı.
Olayların gelişimi bu sözde
“e-muhtıranın” sanki bir danışıklı dövüş olduğu izlenimini vermektedir.
Bu muhtıracı Genelkurmay Başkanı görev
süresinin bitimine kadar, yani yasal süresi doluncaya kadar görevde kaldı. Bu süreç içinde yine siyasi tarihimize
“Dolmabahçe görüşmesi” olarak geçen Başbakanla baş başa bir görüşme yaptı ve bu
görüşme sonrasında da, Türk devlet geleneğinde bir eşi olmayan bir şekilde “mezara
kadar sır olacağı” açıklandı.
Bazı AKP yöneticilerinin sonradan bu
muhtıra ile ilgili olarak, büyük bir saflık içinde “bizim oylarımızın %10
artmasına sebep oldu” şeklinde
açıklamalar yapmış olmaları.
Bu
komutanın disiplinsizlikten resen emekli edilmemiş olması, ister istemez akla
bu muhtıranın Tayyip Erdoğan ile Genelkurmay Başkanı arasındaki özel bir anlaşma
neticesinde kaleme alındığını getiriyor.
Böylelikle AKP’nin tek başına iktidarının devamı
sağlanmış olabilir.
Sonuç
olarak 27 Nisan “e-muhtırası” CHP’ye
karşı verilmiştir.CHP’nin bugünkü yetkililerinin yapması gereken, eski
yöneticilerini suçlamak yerine, bugünden iktidara geldiklerinde bunun hesabını
soracaklarını açıklamalarıdır.