15 Nisan 2012 Pazar

SURİYE'YE MÜDAHALE TÜRKİYE'YE TUZAK

                   
Suriye’de bir yıldır muhalifleri tahrik, teşvik ve Türkiye vasıtasıyla da eğiten ABD aslında orada istediği sonucu en azından şimdilik elde edememiştir.
Kapalı rejimlerin en kötü tarafı dış dünyanın buralardan sağlıklı bilgiler almasının imkânsız olmasıdır.
Şuanda da Suriye’den gelen bilgilerin çok sağlıklı olmaması nedeniyle, Suriye’de öldürüldüğü iddia edilen insanların sayısı ABD tarafından şişirilerek Türkiye tahrik edilmeye çalışılıp,  tek başına müdahale etmesi sağlanmak istenmektedir.
Suriyeli muhaliflere Suudi Arabistan ve Katar’ın parasal destek sağladığı, ABD’nin de bir takım istihbarat bilgisi verdiği, Türkiye’nin de muhalif güçleri eğittiği artık yabancı kaynaklar tarafından yüksek sesle dillendiriliyor.
Son günlerde Türkiye’de hududun sıfır noktasında bulunan  mülteci kamplarından bazı kişilerin geceleri tekrar Suriye topraklarına girip, çatışmalara katılıp geri döndüğü yazıldığı gibi Aydınlık  gazetesinin birkaç gün önceki  haberinde , sığınmacıların ancak %20 sinin    Assad rejiminden kaçanlar olduğu, diğerlerinin Türkiye’de kendilerine iş ve vatandaşlık verileceği vaatleriyle buraya getirildiklerini söyledikleri yer aldı.
Bütün bunlar, ABD kendisi, Kasım ayında yapılacak Başkanlık seçimine kadar bir şey yapamayacağı gibi,  Başkanlık seçimini de Cumhuriyetçi bir adayın kazanması halinde Başkan Obama  topal ördek haline geleceği için,yeni ABD Başkanı’nın göreve başlamasından sonraki 2013 Mart, Nisan aylarına kadar müdahale edebilmesi mümkün olmadığından Türkiye’nin tek başına bir harekette bulunması isteniyor.
Assad Rejimi’nin devrilmesinde Türkiye’nin, Suudi Arabistan, İsrail ve ABD’nin olduğu gibi hayati çıkarları yoktur.
Suriye’deki sorun mezhepseldir. Türkiye’nin  beraber hareket ettiği ABD ve Arap Birliği üyelerinin nihai amacı , Suriye’de de Arap Baharı yaşayan ülkelerde olduğu gibi Müslüman Kardeşler örgütü ve onun gibi Sünni siyasal İslamcıların iktidarına imkan sağlamak olduğu açıktır.
Zira ABD tarafından işgal edilmeden önce Irak ve Suriye’deki Baascı rejimlerin laik yapısı Körfez ülkeleri rejimlerine ters gelmiştir.
Suriye’deki azınlık Alevi/Nusayri egemenliğindeki Assad Rejimi yıkılır ve Suriye Sünni çoğunluğun yönetimine girerse, İran’ın, Suriye’yi kaybetmekten başka Lübnan ve Filistin’deki militan yandaşlarını silahlandırma ve destekleme yeteneği büyük ölçüde zayıflayacağı için, Akdeniz’e kadar uzanan  Şii nüfus bölgesinin en önemli halkasını   Sünni bir yönetime bırakmak istememektedir.
Türkiye, ABD ve Arap Birliği ülkeleri ise Atlantik’e kadar uzanan radikal Sünni hakimiyetini sağlamak istemektedirler.
Daha çok yakın bir  zamanda Mısır, Libya ve Tunus’a laiklik nasihatleri veren Tayyip Erdoğan, Suriye konusunda laikliği ağzına bile almamaktadır.
Bölgedeki bu Sünni Şii çatışmasında Türkiye ulusal çıkarlarını göz ardı ederek, nüfusunun büyük çoğunluğu Sünni olması gerçeğini dış politikasının aracı haline getirmiştir.
Bu mezhepsel çatışma ortamı içinde Türkiye’nin demokrasi ve insan hakları gibi evrensel ilkeleri savunup, BM Güvenlik Konseyi kararı olmadan bir askeri müdahaleyi savunmaması gerekir.
Suriye’ye yapılacak bir askeri müdahale, ister BM Güvenlik Konseyi kararı ile olsun, isterde böyle bir karar olmaksızın bir harekat yanlılarının tek taraflı bir davranışı olsun, Türkiye için büyük sorun yaratır.
Suriye’ye yönelik Türkiye’nin de içinde bulunduğu bir Askeri harekat halinde bölge Kürtleri topyekun ayaklandırılacaktır. Buna da ortam çok müsaittir. Zamanında Mısır, Afganistan ve Irak’ta çalışmış deneyimli yabancı istihbaratçı ve paralı askerler çalışmalarını Türkiye’de yoğunlaştırarak çatışma ortamını tahrik ederler. Bundan sonra da  insan hakları ihlalleri var denerek, bugün Assad Rejimini devirmek için istenilen BM müdahalesi Türkiye’nin bölünmesi için talep edilir.