SİYASİ GÖSTERİ
12 Eylül Askeri cuntasının hayatta kalan son iki üyesi Çarşamba günü yargılanmaya başladı.
Ben hukukçu olarak 1982 Anayasası’nın geçici 15. maddesinin 1. fıkrasının cunta mensuplarına yargı muafiyeti tanıdığını, bu nedenle bunların yargılanamayacağını yazmıştım, bugünde yine aynı görüşümü muhafaza ediyorum.
Cunta kendisine yargı muafiyeti tanıyan bu maddeyi Anayasaya koymuş ve anayasa maalesef halkımız tarafından %92 gibi çok yüksek bir oyla kabul edilmiştir.
Hiç kimse bugün kalkıp, evet verilmesi için baskı yapıldı savını ileri süremez. Bu satırın yazarı ve binlerce insanda aynı şartlar altında, cunta anayasasına göstere göstere “Hayır” oyu kullandı.
12 Eylül’ün gerçek mağdurları, işkence tezgahından geçenler, o dönemin faili meçhullerinin ve haksız olarak asılanların yakınlarının tepkisine saygı duymamak mümkün değildir.
Ancak hukukun evrensel kuralları vardır. Bu evrensel kurallar herkes için bağlayıcıdır. Bunlardan biri ve kişi güvenliği açısından en önemli olanı da ceza yasalarının sanık aleyhine olarak geriye yürümezliği ilkesidir.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi 12 Eylül Anayasasının Cunta mensuplarına tanıdığı yargı muafiyetinin,12 Eylül 2010 da anayasadan çıkartılması nedeniyle, artık bunları yargılayabiliriz düşüncesi büyük bir hukuki yanlıştır.
Bugün cunta mensuplarına duyduğumuz nefret dolayısıyla bunların yargılanması gerektiğini düşünmek, yarın Ceza kanunlarının başka sanıkların aleyhine olarak geriye yürüyebileceğini kabul etmek anlamına gelir. Bu hukukun evrensel ilkelerine aykırı olduğu gibi, AKP İktidarı gibi otoriter bir yapıya bürünmüş bir siyasal anlayışın eline büyük bir fırsat verir.
Türk Hukukuna, “İnsanlığa karşı işlenen suçlarda zaman aşımı olmaz” ilkesi 2004 yılında girdi. Elbette artık 2004 yılından sonra bu ülkede işlenen ve insanlığa karşı suç kavramına giren fiiller, üstünden kaç yıl geçmiş olursa olsun, zaman aşımına uğramayacaktır.
Biran için Türkiye’nin de altında imzası bulunan BM antlaşmalarında tarif edilen bazı fiillerin İnsanlığa karşı işlenen suçlar kapsamına girdiğini düşünsek bile bu antlaşmalara dayanarak da, bu fiilleri işleyenleri yargılayamazsınız.
Zira temel hak ve özgürlüklere ilişkin, usulüne göre yürürlüğe girmiş olan uluslararası antlaşmaların iç hukukumuzda uygulanabilir olması da Anayasamızın 90. maddesinin 5. fıkrasının sonuna ilave edilen, uluslararası sözleşmelere üstünlük tanıyan cümle de 2004 yılında Anayasamıza girmiştir.
Bu Anayasa Maddesine dayanarak da BM antlaşmaları insanlığa karşı suçları korumuyordu onun için ben buna dayanarak cuntacılar yargılayabilirim diyemezsiniz. Bu da usul hukuku hükümlerinin sanık aleyhine değiştirilemeyeceği ilkesini ihlal eder.
Burada bir hususa okurlarımın dikkatini çekiyorum. Bu konuda hiç sesi çıkmayan iktidar partisidir. Zira 12 Eylül 80 den sonra cuntanın bürokratları olarak çalışmış birçok mensupları var. Parti kurucuları var.
Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı Kenan Evren’e bilgi sunarken ki resmi bugün için tam bir ironi.
Örneğin TBMM Başkanı Cemil Çiçek, Anavatan Partisinin Kurucu üyesidir. O tarihte partilerin kurucu üyeleri faşist cuntanın denetimine tabii idi. Parti kurucusu olabilmek için faşist cuntanın izin vermesi gerekiyordu. Demek ki Sayın Cemil Çiçek faşist cunta açısından muteber bir kişilikti.
Daha dikkat çekici olanı; bugün bu cunta mensuplarının yargılanmasını isteyen tosuncuklardan hiç birisi, Darbe yapıldığı tarihte ABD Başkanı’na “BİZİM ÇOCUKLAR YAPTI” denerek bilgi verilmesine ne o gün ve ne de bugün hiçbir tepki vermiyorlar.
Yani o tarihte cuntanın arkasında bugün tetikçiliklerini yaptıkları ABD’nin olduğunu dikkatle saklıyorlar.
Dün o darbe nasıl bir ABD Projesiyse, son on yıldır bu ülkede yaşananlarda bir ABD projesidir.