14 Aralık 2015 Pazartesi

GAZETECİLERE ÖZGÜRLÜK


Türkiye’de bugüne kadar o kadar çok gazeteci hapse atıldı, ama Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutuklanmaları çok ses getirdi.
İnsanlar haber yaptığı için gazetecinin tutuklu yargılanmasını kabul edemiyorlar.
Tabii iktidar gazetelerin gazetecilik faaliyetlerinden değil, terör örgütüne destek nedeniyle tutuklandıklarını söylüyor da, buna da kimse inanmıyor.
Cumhurbaşkanı, MİT TIR’ları haberinden sonra Can Dündar’ı kast ederek,”Bunun bedelini ödeyecek” ya da bu anlama gelecek sözler sarf ettikten sonra, insanların bu iki gazetecinin terör örgütüne destek verdikleri için tutuklandıklarını inanmasını beklemek saflık olur.
Bu durum aslında Türkiye için her şeyin kötüye gittiğini gören Tayyip Erdoğan ve çevresinin panikleyerek basını baskı altına alma çabalarıdır.
Gazeteci haber kaynağını açıklamak zorunda değildir. Bu nedenle iktidarların hoşuna gitmeyen bir haberin kaynağını açıklamayan her gazeteci, “Sen bu haberi yaparak şu terör örgütüne üyesi olmamakla beraber, destek sağladın” suçlamasıyla karşılaşabilecektir.
Basın özgürlüğünü gerçek anlamda yaşayan bir ülkede gazeteci velev ki, bir sırrı açıklamış olsun, devletin görevi o sırrı gazeteciye sızdıranı bulup yargı önüne çıkartmaktır.
İktidarların devlet sırrı olarak nitelediği bir konu, eğer ülkenin genel yararları ile çelişiyorsa bunu halkın bilmesi gerekir.
Zira basının en önemli görevlerinden biri de, halkın siyasal tercihlerini doğru yapabilmesi için halkı bilgilendirmektir.
Ülkede yaşananlar hakkında bilgisi olmayan bir toplum, seçmek gibi en temel demokratik hakkını nasıl doğru olarak kullanabilecektir.
Belli zaman aralıkları ile seçim sandığının halkın önüne konması tek başına demokrasinin varlık göstergesi değildir.
Bütün totaliter rejimler de belli dönemlerde seçim sandığı halkın önüne konur, bu sandık koyma onların totaliter niteliğini değiştirmez.
Hitler Almanya’sında, Sovyetler dönemimde Sovyet Rusya’da, Saddam’ın Irak’ında  ve benzer ülkelerde ortaya hep sandık kondu, ama bu ülkelerde çağdaş  anlamda bir basın özgürlüğü söz konusu olmadığından oralarda demokrasinin varlığından söz edilmiyordu.
Bu nedenle Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutuklanma olayına, bu şahısların kişiliğinin ötesinde bakmak gerekir.
Bu nedenle bu olaya salt hukuk açısından bakmak lazım, Can’ın “Mustafa filmine” kızabilirsiniz, onun Silivri davaları karşısındaki tutumuna isyan edebilirsiniz ya da Erdem Gül’ün “Türk Milleti diye bir millet yoktur” sözü sizi rahatsız da etmiş olabilir, ama bu iki gazetecinin tutuklanması olayına bakarken uygar insanlara yakışır bir şekilde,bunların etkisi altında kalmadan değerlendirme yapmak gerekir.
Hukuksuzluğun muhatabı şahıs olarak kim olursa olsun, temelde asıl muhatabı, mağduru, hukuk emniyeti kalmayan tek tek vatandaşlar yani toplumun kendisidir.
Bu nedenle burada karşı çıkılan, çıkılması gereken bilgilenme hakkımızın elimizden alınıyor olmasıdır.
Zira, basın özgürlüğü, aslında gazeteciye tanınmış bir lütuf, bir imtiyaz değildir. Bu vatandaşların haber alma, bilgiye ulaşma hakkının bir teminatıdır.
Basın üstüne baskı Türkiye’de ilk defa yaşanmıyor, Türk basın tarihine baktığınız da bunun bir çok acı örneğini görürsünüz
Aynen bugün olduğu gibi, Tayyip Erdoğan yani AKP iktidarı, “mademki çoğunluk bendedir, o halde her istediğimi yaparım” düşüncesi içinde, kendisine göre ordu, kendisine göre yargı, kendi arzu ettiği gibi her dediğini alkışlayan, her yaptığında keramet bulan bir basın yaratma sevdası içindeler, bunlarda da bir yere kadar başarılı da oldular.
Ancak, bunu yapan siyasi iktidarlar kısa vadede bundan yarar sağlamış gibi görünebilirler ama bütün bunlar onları da “eski Cumhurbaşkanı”, “Eski Başbakan” olmaktan kurtaramamıştır.
Bir siyaset adamı eğer gelecekte de saygı ile anılmak istiyorsa, yapması gereken, demokrasiyi tahkim edip, kuvvetlendirmektir.