7 Aralık 2015 Pazartesi

DÜRÜST OLMAK


CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Uluslararası Şeffaflık Derneği’nin öncülüğünde oluşturulan “Açık Koalisyon” girişiminin “Dürüstlük Taahhütnamesi” kampanyasına katılmış. Kılıçdaroğlu, taahhütnameyi imzalayarak, , “TBMM’nin 26. Dönem’deki görevi boyunca, yolsuzluklarla mücadele etme, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurumlarında , politikalarında ve yasalarında, şeffaflık, hesap verile birlik, dürüstlük ve hukukun üstünlüğü ilkelerinin esas alınmasını” destekleme sözü vermiş.
Öncelikle bir CHP Genel Başkanı’nın böyle bir taahhütnameyi imzalamasını  çok yadırgadığımı söylemek zorundayım.
Bu taahhütnamede belirtilen davranışlar, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı’nın doğal davranışı olması gerekir. Bugüne kadar bu makamı işgal eden hiçbir genel başkanın böyle bir taahhütname imzaladığı duyulmadığı gibi kimse, de böyle bir belgeyi imzalamasını onlardan istemeğe cesaret bile edemezdi.
Dürüst olmak, açık olmak, hesap verebilir olmak her CHP Genel Başkanı’nı sahip olması gereken özelliklerdir.
Birisi gelip de, bu konularda “taahhütname” imzalayın diyorsa, bu “sen dürüst değilsindir, biz sana güvenmiyoruz, bunu bir de imzanı içeren bir taahhütnameyle garanti et” demektir.
Hukukun üstünlüğünü savunmak  Milletvekili yeminin içinde var. Bu taahhütnamenin  imzalanması yönünde teklifte bulunanlar, kendilerini Tayyip Erdoğan gibi Anayasa’dan damı üstünde görüyorlar?
Dürüstlük, şeffaflık, hesap verilebilirlilik sözle, taahhütnameyle olmaz, eylemle olur.
Örneğin bir gazetede geçmiş yıllarda Baykal ve Kızı için yurtdışında banka hesabı var diye yayın yapılmıştı.
Baykal, savcılığa falan göstermelik başvurarak değil, doğrudan kendisi dava açarak, mahkeme aracılığı ile o ülkede kendisi ve kızı adına herhangi bir banka hesabı olup olmadığını sordurdu.
Gelen cevap ne o tarihte ne de geçmişte böyle bir hesap olmadığı yolundaydı.
Hatırladığım kadarı ile kimse Baykal’dan dürüst olacağına dair bir taahhütname de istememişti, istemeye de cesaret edememişti.
Ama o, bu davranışı ile bir siyaset adamının ithamlar karşısında nasıl, davranması gerektiğini herkese göstermişti. İşte şeffaflık, hesap verilebilirlik budur.
Yoksa o da çıkar, “ ben çocuklarıma haram yememelerini öğrettim” der geçerdi. Ama hesap verdi.
Adım gibi eminim ona birisi çıkıp da çocuğuna o evi nasıl aldın diye sorsaydı bütün para hareketlerini gösterirdi.
Bir Belediye’de yolsuzluk iddiaları ortaya atılınca yargıyı beklemeden, parti içinde Milletvekillerinden oluşturulan bir komisyon kurdurup, aldığı raporu hem kamuoyuyla paylaştı, hem de O Belediye Başkanı’nın partiden ihracını sağladı.
Bildiğim kadarı ile Beşiktaş ve Ataşehir Belediyelerindeki yolsuzluk söylentileri için de yine milletvekillerinden oluşan komisyon kurulmuştu.
Ne oldu, hala raporlarını hazırlayamadılar mı?
Bir başka örnek daha var, oda fırsat buldukça “faşist” olmakla suçlanan İsmet Paşa ile ilgili, kendisine Merinos Fabrikasından hediye edilen kumaş, TBMM’de bir rakip Milletvekili tarafından dile  getirilince, evine gidip o kumaşa ödediği faturayı yıllar sonra Mecliste göstermişti.
Dürüstlük, şeffaflık, hesap verilebilirlilik işte böyle bir şey. Taahhütname verilerek olmuyor.
BİR KÜÇÜK DÜZELTME:
Geçen yazımda Rahmetli Numan Menemencioğlu, hakkında “Atatürk’ün Dış işleri” bakanı yazmıştım. Bunu da eleştirenler oldu. Son okumada gözden kaçırdığım husus “gizli” kelimesidir.
Türk dış politikasını yakından takip edenler ve Dışişleri Bakanlığı’nın kıdemli mensupları, Rahmetli Numan Menemencioğlu’nun 1929’dan 1942’ye kadar, değişik unvanlarla kesintisiz, “Hariciye Vekaleti’nin “iki numarası” olduğunu bilirler.
O dönemde kaydedilen bütün başarılı dış politika hamlelerinin, Balkan ve Sadabad Paktları, Montrux Sözleşmelerinin, arkasındaki isimdir.
O nedenle rahmetli Numan Menemencioğlu, 30’lu yıllar boyunca, Atatürk’ün “gizli” dışişleri Bakanı ve Türk dış politikasının perde gerisindeki gerçek gücü, “éminence grise” olarak bilinir.
Buna rağmen dikkatli davranıp yazımdaki “gizli” kelimesini atlamamam gerekirdi.
Okuyuculardan özür diliyorum.