AKP Hükümetinin bakanlarının
İmralı’da oturan bebek katili ile gizli kapaklı
görüşmeler yaparak ülkenin bölünmesinin yol haritasını çizdikleri artık ortaya
çıktı.
Hükümetin bakanları, bebek katili
bölücü başıyla gizli kapaklı görüşme
yapıp ona yalvarırlar, ricacı olurlarsa, aşağılık kompleksi içinde çırpınan
biri de çıkar, onun kurduğu TBMM’nin çatısı altında, cehaletini ve nefretini ortaya
koyan “Kemalizm dediğiniz şey bir parça Hitler, bir parça Mussolini’dir” sözünü
de sarf edebilir.
Bunlar hep iki yüzlü olmuşlardır.
Biraz sıkıyı görünce “Barış Dili”nden
bahis ederler, ortamı biraz müsait buldular mı da, küstahlaşmaya başlarlar.
Kurtuluş savaşının başlayıp
sürdüğü ve Cumhuriyetin kurulduğu dönem, Dünyada parlamenter demokrasinin
değil, komünist ve faşist diktatörlüklerin yaygılaştığı bir dönemdi.
Kuzeyimizde, Sovyetler Birliğinde
komünist bir diktatörlük, İtalya’dan başlayarak da, Almanya’da,İspanya’da, Portekiz’de faşist dikta rejimleri kurulmuştu.
Bugün, biraz Hitler, biraz Mussolini
iftirasına uğrayan Mustafa Kemal, Avrupa’nın büyük bölümünde sağlı sollu dikta
rejimlerinin bulunduğu o dönemde, daha
Kurtuluş Savaşı’nda, 23 Nisan 1920’de yani bundan tam 94 yıl önce parlamenter
demokrasinin temellerini Anadolu’da atıyordu.
Savaşın en yoğun olduğu, aydını, okuryazarı
çok az olan, yani eğitimsiz bir toplumu, ortaçağ karanlığından çıkartarak,
ülkede parlamenter demokrasiyi oturtmaya çalışıyordu.
Bu sadece biz Türklerin yaptığı
bir tespit değil, dünyaca ünlü Fransız siyaset bilimci Prof. Maurice
Duverger’in de tespitiydi.
Ünlü bilim adamı, Kemalizm’i hak
ettiği yere oturtuyor ve
“Kemalist tek
partinin birinci özelliği, demokratik bir ideolojiye sahip bulunmasıydı.Tek
partinin şefleri için ideal çoğulculuktu.
Mustafa Kemal’in siyasal rejimi, çoğulculuğun üstün bir değer olduğunu
kabul ediyor ve çoğulcu bir devlet felsefesi içinde işlevini yerine
getiriyordu. Üstelik Türk tek
partisinin, yapısal açıdan da totaliterlikle hiçbir ilgisi yoktur.” diyordu.
Bu açıklamasıyla
ünlü bilim adamı, Kemalizm’in, bir kısım
cahillerin, ulus devlet düşmanı bölücülerin söylediği gibi totaliter bir
ideoloji olmadığını, tam aksine, demokratik
bir ideoloji olduğunun altını çiziyordu.
Bugün onu faşist olmakla suçlayan,
emperyalizmin yurt içindeki uşakları, sırtlarının sıvazlanmasının nedeninin,
petrol ve doğalgaz üretim ve dağıtımına egemen olmak isteği olduğunu
anlamayacak kadar zavallıdırlar.
Atatürk’e yapılan bu çirkin ve
haksız saldırıya, mecliste sadece CHP
Uşak Milletvekili Dilek Akagün Yılmaz tepki koymuş, maalesef ona da kendi
partisi gereken desteği vermemiştir.
Bu ülke açısından çok vahim bir
durumdur.
Değerli, yazdıklarından ötürü bedel ödemiş saygın bir gazeteci,
katıldığı bir TV programında, CHP’yi kast ederek eleştirmeyelim, dedi.
Haklı olarak bunu Tayyip
Erdoğan’dan, onun otoriter yönetiminden kurtulmak için söyledi.
Belki de haklıydı da, ama devletin
ve partinin kurucusuna, bir bölücü tarafından yapılan saldırıya dahi ses
çıkartmayan bir CHP yönetimini eleştirmeyerek güçlü bir parti yönetim nasıl kurulabilinir.
Büyük ve güçlü parti olabilmek
için önce halkına güven vermek gerekir. Geçmişine haksız ve çirkin şekilde
saldırılırken buna sessiz kalan, çok hayati bir konu hakkındaki çözüm önerileri sorulduğu zaman “cevabını unuttum” diyen bir genel
başkan ve yönetim kimseye güven vermez.
Ülkenin şu anda en çok ihtiyaç duyduğu husus, güçlü bir Cumhuriyet Halk Partisi ve
onun başında ortak aklın temsilcisi, güçlü bir önderdir.
Sağ, sol liboşlarla, bölücüler
tarafından her türlü saldırıya uğrarken,
iki büyük eserimden biri dediği Cumhuriyet Halk Partisi yöneticilerinin bile savunmadığı o büyük adama, “diktatöre!” saygılar sunuyorum.