AKP’nin Türk halkına “Doğu ve Güneydoğu’dan şehit cenazesi
gelmiyor, barış oluyor” diye yutturduğu, ana muhalefetin içeriğini bilmeden
destek verdiği “açılım süreci !” nde
gelinen son nokta çok vahimdir.
Dünkü Sözcü Gazetesi’nin verdiği habere göre, Diyarbakır-Bingöl
Karayolu PKK tarafından, Türk askerinin gözü önünde, trafiğe kapatılıyor ve kimlik kontrolü
yapılıyor.
Yani bir terör örgütü olan PKK bölgede kolluk görevi yapıyor. Türk askeri de seyir ediyor.
Bayrak derseniz bayrakları var, bir de
kendilerine marş bestelemişler, halk mahkemeleri kurdular, kollukları da
olduğuna göre devlet olmaya tek eksikleri para basmak kaldı.
Tabii yaşananlar sadece bu olayla
sınırlı değil, devletin jandarma karakolu yapmasına karşı PKK ‘nın silahlı müdahalesi,
adam kaçırmalar, dağa eşkıya devşirmeler, buna ailelerin tepkisi ama bütün
bunlara seyirci kalan bir devlet.
Ülkenin
Başbakanı bu olaylarda hiç sorumluluğu yokmuşçasına, Salı Grup toplantısında
“Diyarbakır Belediyesi önünde dağa kaçırılan çocukları için şu anda eylem yapan
anneleri, babaları yürekten selamlıyorum” dedikten sonra “Ey….BDP-HDP O yavruları gidip alsanıza” diyebilme
pişkinliğini gösterebilmiştir.
Terörle mücadeleyi değil
müzakereyi, bir yabancı devletin
gözetiminde yapmayı içine sindirebilen bir Başbakan’dan daha farklı bir
davranış beklememek lazım.
En az bunun kadar vahim bir durum da, bu
durumlarla ilgili olarak ana muhalefet partisinin tek kelime etmemesi.
“Devletin birliğini ve ülkenin bütünlüğünü bozmak” suçunu
düzenleyen Türk Ceza Kanunun 302. Maddesi “Devletin
topraklarının tamamını veya bir kısmını yabancı bir devletin egemenliği altına
koymaya veya Devletin bağımsızlığını zayıflatmaya veya birliğini bozmaya veya
Devletin egemenliği altında bulunan topraklardan bir kısmını Devlet idaresinden
ayırmaya yönelik bir fiil işleyen kimse ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası
ile cezalandırılır” hükmünü getirmiştir.
Yaşadığımız sürece bakınca iktidarı ile
muhalefeti bilinçli bir şekilde bu suçu
işlemektedirler.
Elbette demokratik rejim içinde
dokunulmazlık zırhına bürünmüş siyasetçilere bir şey yapmak olağanüstü zor,
hatta imkansızdır.
Ama demokratik rejimlerde bu
imkansızlık, Erdoğan Teziç hocanın
söylemiyle “bilinçli ve dinamik bir
kamu” ile aşılabilinir.
Nitekim, Büyük önder hem gençliğe hitabında ve hem de Bursa
nutkunda, aslında gençliği tek tek kişiler olarak değil, toplu olarak
görevlendirmiştir.
Bu ülkenin bölünmesi için birileri ellerinden
gelen çabayı gösterirken, buna sessiz kalan aydınlar büyük vebal altındadırlar.
Toplumları aydınlar yönlendirirler,
siyasi iktidarları yanlıştan dönmeleri için aydınlar uyarırlar.
Ama maalesef ülke bölünmeye giderken,
aydın dediğimiz insanların sesi çıkmamaktadır. Gördükleri tehlikeyi kendi
ulusuna anlatmak gereğini bile duymamaktadırlar.
Sırf bana dokunmayan yılan bin yıl
yaşasın düşüncesi ile sessiz kalmaktadırlar.
Hatta daha ileri gidelim, bir eski
siyaset ve bilim adamının değişi ile “nabza
göre şerbet vermektedirler.”
Ülke
bölünürken, yani devlet, topraklarının bir kısmından fiilen çekildiği için,
“şehit cenazesi gelmiyor” safsatasına sarılıyorlarsa, yarın çocuklarının
yüzlerine bakamayacaklardır.
Aydınıyla, genciyle hep beraber,
iktidara ve muhalefete “ülkeyi bölünmeye
götürüyorsunuz; Suç işliyorsunuz” diye haykırmak zorundayız.
“Atatürk’ün askerleriyiz” diye bağırmak
yetmiyor, onun gibi düşünüp, öyle davranmak gerekiyor.
İktidarı ülkenin bölünmesine yönelik
adımlar atarak, ya da bölünmenin önüne geçmenin gereğini yapmayarak, muhalefeti
de ülkenin bölünmesine sessiz kalarak
yardımcı oluyorsa, milletin birliğine, bölünmez vatan ilkesine inanlar, provokatörlerin oyununa gelmeden, artık barışçıl ve demokratik tepkilerini
göstermek zorundadırlar.
Biz Girit’ti de, Balkanları da böyle
kaybettik, bunun bilincinde olarak, tüm siyaset kurumunu uyarmak “suç işlediklerini” söylemek, ülke
aydınlarının görevidir.