“Demokrasi bizim için bir hedef değil, bir
araçtır” diyen bir kişinin demokratik yollardan iktidara gelse bile
diktatörlüğe kaymayı, daha peşinen
kafasına koyduğunun açıkça
ilanıdır.
Bu toplumun aydın geçinen
liboşları, numaralı Cumhuriyetçileri bunu göremediler.
Müslüman kardeşlerin ve onun
takipçilerinin en büyük özelliği, muhalefetteyken, demokrasi, insan hakları
gibi kulağa hoş gelen söylemleri dile getirip,
bunun savunucusu rolüne soyunmalarıdır.
Ama iktidarı bir kere ele geçirdiler
mi, hemen totaliterleşirler, bu söylediklerinin hepsini unuturlar.
Yaşananlara baktığınız zaman,
Tayyip Erdoğan’ın kendisi gibi demokratik yollardan iktidara gelip sonradan
zalim bir diktatör olan Hitlerin izlediği propaganda stratejisini aynen uyguladığını
görürsünüz.
Onur Öymen,“Bir propaganda silahı olarak Basın” isimli kitabında Hitler’in
izlediği propaganda stratejisini çok güzel anlatmış.
Hitler, halkı sürekli olarak
propagandalarla meşgul edip, propaganda kampanyasının soğumasına imkan vermemiştir.
Tayyip bey de elde edilmiş, gazeteciler
ve havuz medyası aracılığı ile, her gün
düzeysiz propagandanın en net örneklerini verdiriyor.
Örnek mi.
Almanya’daki Alevi topluluğunun
protestosunu “Alman derin devletine” bağlamak gibi.
Hitler hiçbir zaman hata yaptığını
kabul etmemiştir.
Siz Tayyip Bey’in hatasını kabul
ettiğine hiç tanık oldunuz mu?
Hitler, hasmının her hangi bir
konuda, en önemsiz meselelerde bile haklı olabileceğini söylememiştir.
Tayyip beyde aynı yöntemi uygular,
örneğin muhalefet mecliste bir önerge verir, onu reddettirir, sonra aynı
önergeyi kendi vekillerine verdirir.
Bunun nedeni eğer muhalefetin
verdiği önergeyi kabul ederlerse onların dediklerini kabul etmiş olarak yorumlanacağı
korkusudur.
Hitler kendisine yönelik
suçlamaları, içeriği ne olursa olsun derhal reddetmiştir.
Tayyip Bey’de 17 ve 25 Aralık
yolsuzluk görüntülerini, “montaj”, “özel hayatım” , bu bir darbe teşebbüsü diye
inkar yoluna giderek reddetmiştir.
Nasıl olsa halkım inanır dedi.
Halkımızın en azından bir kısmı inandı, yani yalanı doğru kabul etti.
Daha yeni Soma faciasındaki siyasi
sorumluluğunu bile reddetti.
Hitler, her defasında tek bir
düşmanı karşısına almış ve bütün
kötülükleri ona yüklemiştir.
Atatürk, İnönü, Gezi Parkı
eylemcileri,çevreciler, hak arayan öğrenciler ve işçiler, sivil toplum
kuruluşları Tayyip bey için hep bir
düşmandırlar.
Bir zamanlar kol kola yürüdüğü
tarikatı bile düşman ilan etti “paralel devlet” diye suçladı.
Barolar Birliği Başkanı’na
“Edepsiz” dedi günlerce ona saldırdı.
Ana muhalefet partisi liderine
onun tabiriyle “edepsizlik” yaparak saldırdı.
Hitler, halkın her zaman büyük bir yalana küçük bir yalandan daha
kolay inanabileceğini unutmadı.
Yalanın sürekli olarak tekrarlanması
halinde, halkın sonunda bu yalanı doğru kabul edeceğini hatırından çıkarmadı.
Tayyip bey de aynı şeyi yaptı.
Örneğin Kabak kafalı, üstü çıplak
kırk kişi, Tayyip Beyin söylemiyle “tesettürlü bir bacımızın üstüne işemişler”
Bunun gerçek dışı olduğu ortaya çıktı, ama o devamlı bunu
tekrar etti.
“Camide içki içildi” dedi, gerçek
dışı olduğu ortaya çıktı, hiç sıkılmadan aynı şeyi devamlı olarak tekrar etti.
Evine ekmek almaya giden çocuk,
polisin attığı gaz fişeği nedeniyle yaralanıp öldü, evvela yandaşlarına ölmüş
çocuğu ve acılı anasını yuhalattı sonrada “Ne ekmek almaya gitmek, yüzünde
poşu, cebinde bilye” vardı dedi. Sanki bunlar bir insanın ölmesi/öldürülmesinin
gerekçesi olabilirmiş gibi.
İhtirası aklını yiyen liderler,
ellerindeki gücü kötüye kullanmaya başlarlar, bunun tek engeli bağımsız yargıdır.
Bunu göremeyenler, yargı
bağımsızlığı ortadan kalkarken, “yetmez
ama evet” diyen liboşlardır ve numaralı Cumhuriyetçilerdir.
Bu liboşlar yargı bağımsızlığının
ortadan kaldırıldığı bir yerde, kağıt üzerinde yazılı hiçbir hak ve özgürlüğün
bir mana ifade etmeyeceğini düşünemediler.
Diktatörleşmek yaşadıklarımızın
bir sonucu ise, onun sebebi de yargı bağımsızlığını ortadan kaldırılmasıdır,
zira sonuç sebebin ardılıdır.